Ermeni soykırımını inkârı müeyyideye tabi kılan yeni yasa nedeniyle Türkiye'de oluşan hakarete uğramışlık duygusu ve bundan kaynaklanan genel tepki, ılımlı olduğu sürece, son derece anlaşılabilir meşru bir tutum olarak değerlendirilmelidir.
Türkiye'de bu konu hakkında kullanılan dilde aşırıya gidilmesi ve Fransa'ya karşı uygulanacak olan muhtemel müeyyideler Türk hükümetine yöneltilen (Ermeni soykırımı hususundaki) inkârcılık suçlamalarını teyit eden, zaten halen var olan yargıyı daha da güçlendiren girişimler olarak algılanacaktır. Her şeyin ötesinde, söz konusu yasanın aslında açıkça hiçbir ülkeyi hedef göstermediği de unutulmamalı.
Dolayısıyla hem Ankara hükümetinin hem de Paris hükümetinin karşılıklı çıkarlarının gereği olarak bu konu nedeniyle oluşmuş olan gerginliği artırmama, tam aksine azaltmaya çalışmak gerekiyor. Ayrıca Türkiye, 1915 soykırımının 100. yılı münasebetiyle 3 yıl sonra dünyanın hemen her yerinde anmaların yapılacağını ve bu gerçekle yüzleşmeye hazır olmak zorunda kalacağını da bilmeli.
Türkiye Cumhuriyeti hükümeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Fransa'yı Cezayir'de soykırım yapmakla suçlayarak bizce aşırı bir tepki göstermiş, fazla ileriye gitmiş oldu. Nitekim Cezayir Başbakanı Ahmet Ouyahia da, bu duruma tepki göstererek, Türk hükümetini Fransa'yla olan sorunları yüzünden "Cezayirlilerin dökülen kanı üzerinden pazarlık yapmamaya" davet etti.
Lütfen artık daha ileriye gitmeksizin Fransa da Türkiye de bulundukları noktada dursunlar! Zaten "hatıra" yasaları her zaman büyük sorunlar arz etmektedir. Antisemitizm bugün Fransa'da hâlâ güçlü bir biçimde mücadele etmemiz ve tedbir almamız gereken bir sorun olarak varlığını sürdürüyorsa da aynı durumun Fransa'daki Ermeniler için de söz konusu olduğunu düşünmek abartılı bir tavır olacaktır. Bu yasaya kabul oyu veren parlamenterlerin yaklaşan seçimlerle ilgili art niyetlere sahip olduklarını kim inkâr edebilir? Ancak bu konu bir devlet sorunu haline de getirilmemeliydi. Türk demokrasisinin de, başkalarına ders vermeden önce, özellikle entelektüellerinin özgürlüklerini koruma hususunda daha kat edeceği çok yol olduğu söylenebilir.
Her iki ülkeyi de kapsayan genel çıkarlar açısından bakınca, Türkiye'deki Fransız şirketlerinin faaliyetlerine bağlı olarak oluşan istihdam üzerinden değerlendirme yapılmalı, yasaları oylarken Türkiye'deki Fransa varlığı da hesaba katılmalıdır. Türklerin misilleme amaçlı muhtemel tedbirleri belirlemeden önce bu hususu gözden kaçırmayacaklarından hiçbir kuşkumuz yok. Mesela misilleme tedbirleri kapsamında, Fransız firmayı başka bir ülkeye, diyelim ki Fas'a, delokalizasyona zorlayarak en büyük Türk ihracatçı firması olan Renault'nun cezalandırılması yoluna gidilmesi son derece şaşırtıcı bir karar olacaktır.
Fransa ile Türkiye, asırlardan beri sıkı ilişkileri olan iki büyük ülkedir. İki ülke arasındaki bu derin ilişkiler aralarındaki sorunlar ne olursa olsun her iki tarafın çıkarlarına uygun olarak asla koparılmamalıdır.
Pıerre Rousselın, Le Fıgaro 25 Ocak 2012
Kaynak: Zaman