Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın son referandumda elde ettiği açık başarı tam bir devrim anlamına geliyor. Bu devrim Türkiye’nin yüzünü ilelebet değiştirebilir. Fakat bu başarı aynı zamanda risk ve tehlikeler de içeriyor.
Öncelikle devrim meselesinden başlayalım. Vatandaşların çoğunun kabul ettiği 26 anayasa değişikliği aslında muhalefetin iddia ettiği gibi siyasi ve İslamcı ideolojinin bir programı değil, evrensel insan haklarının çalışma takvimiydi. Değişiklikler, Anayasa Mahkemesi ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun üye sayılarını artırıyor; vatandaşlar arası eşitliği güçlendiriyor; özel hayata saygı, çocukların korunması, cinsiyet eşitliği, toplu sözleşme hakkı ve sivil mahkemelerin yetkilerinin genişletilmesi gibi maddeleri içeriyor.
Bu değişiklikler, iki tarihi dönemi bariz bir biçimde birbirinden ayırıyor. İlki, Osmanlı İslam devletinin enkazından çıkan Türk devletinin, ‘milletin kalbi’ olan ordunun tam kontrolünda laiklik ve modernliğin temelleri üzerine inşasına sahne olan Atatürk dönemi. İkincisiyse aynı devletin, dinle siyaset arasındaki tarihi kavgayı çoğulculuk lehinde sonlandıran demokratik-liberal temeller üzerine yeniden inşasına sahne olan Erdoğan dönemi.
İlk bakışta bu iki dönem birbirine zıt gibi görülebilir. Özellikle de ilki dört askeri darbeye, Türk ve Kürtlere yönelik kapsamlı sertlik eylemlerine, özgürlüklerin laik subay ve yargıçların kontrolüyle müsadere edilmesine sahne olmuşken... Ne var ki bu iki dönem aslında zıt değil. Zira Atatürk dönemi sertliğine rağmen aslında, 600 yıl süren imparatorluğun sona ermesiyle parçalanan Türk milletini yeni bir ulus devlet çerçevesinde yeniden birleştirmek için kaçınılmazdı. Atatürkçülerin eski deyimiyle ‘dağ Türkleri’nin entegrasyonundaki başarısızlık dışında, Türk milleti-devleti başarılı bir örümcek ağıyla dokundu. Atatürkçülük bu başarıyı sağlayamasaydı, yani Türkiye 1. Dünya Savaşı’nın ardından işgal altında ve parçalanmış kalsaydı, ülkeyi askeri dönemden demokratik döneme geçirmesi öngörülen Erdoğan döneminin doğması da imkânsızdı.
Basın özgürlüğü için ek garantiler gerekiyor
Risk ve tehlikelere gelirsek; bazıları referandum sonuçlarının ardından Erdoğan’ın Atatürk’ten sonra ülkedeki en popüler isim haline geldiğini ifade etti. Bu doğru. Dahası, eğer Erdoğan yasama ve yargı üzerinde kontrol kurup tek adam yönetimi bağlamında ikinci Atatürk’e dönüşmezse, tüm bunlar İslam demokrasisi
için sevindirici olabilir.
Ülkeyi bu hatadan kurtaracak kişi yine Erdoğan’ın kendisi. Erdoğan, bu büyük halk desteğini abartmamalı ve ordunun kendisine ‘milletin kalbi’ demesi gibi kendisini ‘milletin ruhu’ olarak görmemeli. Fakat Erdoğan tevazu gösterse, aydınlıkçı bir yönetici olsa bile bu yetmez. Siyasi iktidarın, ezici halk desteğine sahip olsa bile başka otoritelere zulmetmesini engelleyecek bir dizi kurallara, hukuki ve anayasal dengelere ihtiyaç var. Ayrıca basın özgürlüğü için daha fazla ek garantiye ihtiyaç olacak. Evet, Erdoğan Atatürk kadar önemli oldu, ancak şimdiden bireysel, otoriter ve baskıcı liderlerin yolundan gitmeyeceğini kanıtlaması gerekir. (Birleşik Arap Emirlikleri gazetesi Haliç, 16 Eylül 2010)
Kaynak: Radikal