Acaba Ortadoğu, Orta Asya ve Kafkaslar üçgenindeki yeni Türk rolünün Obama yönetiminden ‘gizli kutlama’ aldığı doğru mu? Acaba iki ülke arasında görünürde yaşanan anlaşmazlıklar rollerin paylaşımından mı ibaret? Çok sayıda insan böyle düşünüyor ve ve laik Türk ordusunun pusuda beklediği Tayyip Erdoğan’ın, ABD ve Avrupa’ya sırt çevirmesinin mümkün olmadığını ifade ediyorlar.
Zira böyle bir politikanın izlenmesi, 90 yıldır Batı modernitesi temeline dayanan her Atatürk anıtının çökmesine yol açabilir. Bu şekilde düşünenler, bu günlerde İngiliz, Amerikan ve İsrail gazetelerinin tekrarladığı ‘Batı Türkiye’yi kaybediyor’ mesajına rağmen, Tayyip Erdoğan Türkiye’sinin ikinci İran olmadığını ve yönünü Doğu’ya çevirerek Batı’yla ilişkilerini koparamayacağını belirtiyorlar. Hatta belki de tam tersi daha doğru, yani Türkiye Batı’dan gerek AB’de gerekse uluslararası siyasi forumlarda saygın bir koltuk istemek için yeni ve büyük bölgesel rolünü kullanmaya çalışıyor olabilir.
Bu bakış açısına göre, Türkiye’nin ortaya koyduğu canlılık ABD’nin aleyhine değil lehine. Zira Ankara ve Washington Ortadoğu’da istikrar eğilimini paylaşıyor. Ankara büyümeye başlayan ekonomisinin önündeki pazarları genişletmek, ABD de bölgedeki petrolü ve nüfuzu elinde tutan öncelikli uluslararası güç olması nedeniyle mevcut durumu muhafaza etmek için istikrar istiyor.
Taraflar arasındaki mevcut gerginliğin sebebi Türk davranışlarının ‘kötü’ olmasından ziyade ABD’nin durumu yanlış anlaması. Zira Erdoğan uranyum takası anlaşmasını imzalamak konusunda ancak ABD Başkanı Barack Obama’dan İran’la arabuluculuğun temel çerçevesini belirleyecek uzun bir mektup aldıktan sonra harekete geçti. Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’nde yaptırımlara karşı oy kullanmaktaki amacı da Batı’yla İran arasındaki dengeyi korumaktı.
Benzer bir durum, Ankara İsrail’in Gazze savaşına tepki gösterdiğinde de yaşandı. Zira bu savaş Filistinliler açısından yarattığı sıkıntının yanı sıra Türkiye’nin Suriye’yle İsrail arasında ortaya koyduğu bütün çözüm çabalarının ve dönemin yeni ABD başkanının Filistin-İsrail müzakerelerinin yeniden başlaması için yaptığı bütün planların suya düşmesine yol açmıştı. Ankara, Hamas lideri Halid Meşal’e kapılarını açtığında da esasında, ABD yönetiminin Kongre ve İsrail baskısı sebebiyle gerçekleştiremediğini, yani Hamas’ın hizaya getirilip Ortadoğu’nin resmi sistemine katılması amacıyla diyalog kurulması eğilimini yerine getiriyordu.
Irak’taki İran rolünü de dengeliyor
Türkiye’nin Suriye ve Irak’a yönelik politikaları da Batı’nın lehinde seyretti. Zira Erdoğan’ın Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a yönelmesi Şam’a Tahran dışında alternatifler sağladı. Ankara’nın Iraklı Kürtler ve Bağdat’la kurduğu sağlam ekonomik ve siyasi ilişkiler de, Irak’taki İran rolünün bir ölçüde dengelenmesine katkıda bulundu.
Açıkça görüldüğü üzere, Erdoğan Türkiye’si Batı düşmanlığına veya Batı’ya sırt çevirmeye yorulabilecek tek bir adım atmadı. Aksine bunun tam tersi daha doğru. Şöyle ki, Washington ve Brüksel bu NATO üyesinin Ortadoğu ve İslam dünyasında sahip olduğu muazzam nüfuzdan büyük oranda yararlanıyor. (Birleşik Arap Emirlikleri gazetesi Haliç, 21 Haziran 2010)
Kaynak: Radikal