Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan, Amerikalı yetkililerle temaslarda bulunmak ve başkent muhitinde bir dizi toplantıya katılmak üzere Washington'da. Ne yazık ki işlerimin yoğunluğu bu toplantılara katılmama engel - halbuki katılmayı isterdim, zira şu sıralar Ortadoğu diplomasisinde muhtemelen Erdoğan'dan daha ilginç bir şahsiyet yok.

Erdoğan Türk dış siyasetine, Arap kamuoyundan gürültülü alkışlar alan, Arap liderlerin endişeyle izlediği ve birçok İsrailli'de kaygı yaratan yeni bir yönelim çiziyor. Türkiye'nin Ortadoğu'daki değişen rolü, alışılagelmiş kalıpları bir dizi yönden gerçekten sarsabilecek faktörlerden biri.

AKP'nin seçim başarısı ve yönetim tarzı Arap dünyasında birçoklarını heyecanlandırıyor. AKP'nin başarısından dersler çıkarmaya hevesli birçok Müslüman Kardeşler üyesiyle konuştum ve yazdıkları analizleri okudum.

İşleyebilir bir siyasi İslam modeli olarak AKP önemli bir örnek sunuyor - iki veçhesi olan bir örnek bu. Birçok laik Türk İslamcılığın sinsice ilerlediğine dair alarm zilleri çalmayı sürdürüyor; demokrasiye bağlı olsa bile AKP'nin
iktidarı ülkenin siyasi kültürünü ve idari prensiplerini kökten değiştirmek yönünde kullandığından yakınıyor. Fakat bunlar bana, siyasi bir kıyamet haberciliği değil, sağlıklı tartışmalar ve normal siyaset olarak görünüyor.

'Eksen kaydı' yaygarası abartılı
Erdoğan Davos'ta, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'i Gazze yüzünden protesto edip, Arap Birliği Genel Sekreteri Emir Musa'nın şaşkın bakışları altında toplantıyı gürleyerek terk etti. Tekrar tekrar gösterilen bu sahne,
Erdoğan'a Araplar arasında büyük popülerlik kazandırdı ve Arap siyasetinde haftalarca konuşuldu.

Türk diplomasisi de Erdoğan'ın bu ani kişisel popülerliği üzerine inşa edilerek, daha aktif ve bağımsız bir rolün peşine düştü. Türkiye'nin diplomasisi birçok açıdan, ABD'nin bir başka önemli müttefiki olan ve Arap kamuoyunda hatırı sayılır popülerlik kazanan Katar'ınkini hatırlatıyor. Katar gibi Türkiye de Araplar arasındaki büyük siyasi bölünmenin her iki tarafıyla açıkça ve kararlılıkla konuşuyor, İsrail ve ABD'yle ilişkilerini sürdürüyor, Suriye ve İran'la da düzenli temas yürütüyor. Türkiye'nin geçen yıl gizli İsrail-Suriye görüşmelerine arabuluculuk edecek kadar güçlü bir konum sergilemesi boşuna değil.

Bu yeni yönelim Erdoğan ve Türkiye'ye Arap dünyasından alkış getirirken, İsrailliler ve İsrail-Türkiye ittifakına bağlı olanlar arasında (özellikle bir tatbikatın iptal edilmesi sonrası) bazı ciddi eleştirileri tetikledi. Türkiye'nin tehlikeli yeni rotasına, yükselen Amerikan karşıtlığına, AKP'nin sinsice ilerleyen İslamcılığına, iktidarın sözüm ona radikal İslamcı bir dış politikaya yüzünü çevirmesine dair felaket tellallığı yapan sonu gelmez yorumlar okudum. Kendi İslamcı hareketlerine korkuyla bakan Arap rejimlerinin de, AKP örneğinden endişe duymadığını ve nüfuz alanlarına beklenmedik bir aktörün girmesinden tedirgin olmadıklarını sanmayın.

Bütün bu yaygarayı fazla abartılı buluyorum. Türkiye'nin Ortadoğu'da daha aktif bir role dönmesinin arkasındaki itici güç bence, Erdoğan'ın İslamcılığından ziyade AB üyeliğine kapının fiilen kapatılmasıydı. AKP, canlı bir seçenek olduğu dönemde AB üyeliğinin kuvvetli bir taraftarıydı ve radikal İslamcı bir gündemin taşıyıcısı falan da değildi. Türkiye, PKK'nın Kuzey Irak'taki sığınakları sebebiyle düzenlenen sınırötesi operasyonların gerilimleri doruğa çıkarmasının ardından, şu an Irak'ta daha yapıcı bir rol oynuyor. Gazze savaşı sonrası İsrail'le arasına mesafe koymasıysa Türk kamuoyunda yaygın destek buluyor. Ve anlaşıldığı kadarıyla, Türkiye ve İsrail son haftalarda ilişkilerini yeniden inşa ediyor.

Obama'nın vizyonuyla da örtüşüyor
Türkiye'nin bölgenin dört bir köşesinde iyi ilişkiler kurması, diplomatik nüfuzunu artırmak isteyen ve eski savaş alanlarında doğrudan menfaati olmayan kıyıdaki bir aktör için gayet mantıklı. Ve potansiyel olarak son derece yararlı. Aslında şunu bile söyleyebilirim: Türkiye, tam da ABD Başkanı Barack Obama'nın dış politikasının ihtiyaç duyduğu türde bir aktör:

Kökleri derine inen ihtilafların her iki tarafıyla konuşabilirken itibarını koruyor ve kendi çıkarlarını gözetiyor. Türkiye, Suriye-İsrail görüşmelerine başka hiçbir Arap ülkesinin yapamayacağı şekilde aracılık edebilir. Türkiye İran'la uçurumu da pek az Arap ülkesinin yapabileceği şekilde azaltabilir.

Velhasıl bu nedenle, buradayken Erdoğan'ı görecek vakit bulamadığım için üzülüyorum. Türk dış politikası işlerin gidişatını gerçekten değiştirebilecek, eski bölünmeleri giderebilecek ve yeni ihtimalleri ortaya çıkarabilecek pek az imkândan biri. Obama'nın diplomasisi bu fırsatları yakalayabilecek ve yeni koşullarda güçlü ittifakı sürdürebilecek kadar yaratıcı ve ustalıklı olmak zorunda.
(George Washington Üniversitesi'nde öğretim görevlisi, 7 Aralık 2009)

Kaynak: Radikal