Anayasa Mahkemesi dünkü kararıyla yalnızca üniversitelerde türban serbestisinin Anayasa'ya aykırı olduğunu söylemekle kalmadı.
Böyle olsaydı iptali 'laiklik' vurgusuyla 2'nci maddeye dayandırmakla yetinirdi.
Oysa 2'ye karşı 9 oyla alınan kararda 4'üncü maddeye, yani laiklik ilkesinin
değiştirilmesinin teklif edilemeyeceğine de atıfta bulundu. Bir yerde, yargı, yürütme ve yasamaya 'Türbanı bana getirmeyin' demiş oldu;tabii ki mevcut Anayasa çerçevesinde.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 22 Şubat'ta Meclis'teki geniş mutabakata dayanarak değişikliği onaylarken, imzayı on gün geciktirme nedenini "Meselenin anayasa değişikliğine gerek kalmadan partiler arasında sağlanacak bir mutabakatla çözümü umudu" diye açıklamıştı. Cumhurbaşkanı, o gün madem anayasa değişikliği ile bir çözüm getirileceğine inanmıyordu, imzalamayabilirdi. Belki o zaman da hem ömrü boyunca inandığı ilkelere ters düşmüş olacaktı.
Ama geri çevirseydi, üniversitelerde türban serbestisinin iptali için dava açılmayacaktı. Dünkü kadar sert bir ret alınmamış olurdu. Dün Radikal'de yansıttığımız yargı kaynaklı görüşlere göre, belki AK Parti aleyhine kapatma davası açılmamış olurdu.
Başbakan Tayyip Erdoğan, 15 Ocak'ta İspanya'da 'Velev ki siyasi simge olsa' sözüyle başlayıp, MHP lideri Devlet Bahçeli'nin önayak olmasıyla giriştiği üniversitelerde türban serbestisi mücadelesini şimdilik yitirdi.
Bu, Başbakan Erdoğan'ın 2002 Kasım seçimlerinden bu yana aldığı en büyük
siyasi yenilgidir. Yenilgi siyasidir, çünkü Erdoğan'ın defalarca 'sabır' ve 'zaman' teması etrafında ördüğü stratejik hedeflerinden biri, belki birinci sıradaki için söz konusu olmuştur. İşin tuhafı, kazanan, davayı açan CHP ve DSP olmadı.
Erdoğan bu ilk büyük siyasi yenilgisini seçim meydanında ya da Meclis'te değil,
yargı önünde aldı.
Başa dönüyoruz: Anayasa değişikliğine gitmeden mutabakatla özgürlüklerin
türban takan üniversite öğrencilerine de genişletilmesinin mümkün olduğunu Cumhurbaşkanı Gül de söylüyordu. Erdoğan bir anlamda bu sonucun riskini almış oldu.
Bundan sonra ne olacak? Erdoğan ve AK Parti, bu kararın öfkesiyle yeni anayasa değişikleri yoluna mı gidecek? Yoksa Erdoğan, örneğin Kapatma Davası'nın sonucunu bekleyip, diyelim Gül'ün önerisi uyarınca muhalefet partileriyle Anayasa'ya dokunmayan bir mutabakat mı arayacak? Belki bunlar için erken, ama dünden geriye kalan, Erdoğan,
AK Parti ve türban konusunda ona umut bağlayanlar açısından büyük bir hayal kırıklığı, tadılan ilk yenilgi oldu.

Büyükanıt'ın zamanlaması

Dün Anayasa Mahkemesi, üniversitelerde türbanı görüşmek üzere toplandığı sırada, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, İstanbul'da Ortadoğu konulu bir Harp Akademileri toplantısının açılışında konuşuyordu.
Konu Ortadoğu'da büyük aktörlerin enerji odaklı güç kavgasına etnik ve dini çatışmaları malzeme etmesine ve Türkiye'nin laik ve demokratik yapısıyla "kutup yıldızı" gibi parlamasına geldiğindeyse, şu üç cümleyi salondakiler dikkatle not aldı:
"Son yıllarda, Türkiye'nin bu yapısını bozmaya çalışan bazı mihrakların ortaya çıktığını da endişeyle izliyoruz. Türkiye Cumhuriyeti'nin önüne birtakım sıfatlar takmaya çalışanların olduğunu görüyoruz. Türkiye Cumhuriyeti'nin yasal organları buna asla izin vermeyecektir."
Büyükanıt ne demek istediğini, sempozyuma verilen ara esnasında açıkladı: Türkiye'den 'ılımlı İslam' olarak söz edilmesini kast ediyordu.
Bu konuyu geçen sene ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney ile görüştüğünü vurgulaması, adresi de açık ediyordu.
Peki, bu açıklamayı tam da Anayasa Mahkemesi üniversitelerde türbanı görüşürken yapması rastlantı mıydı? Büyükanıt sempozyumun bir yıl önce kararlaştırıldığını söyleyerek kaçamak cevap verdi. Konuşmasını ne zaman yazmıştı? Önceki gece yazdığı,
o yüzden uykusuz kaldığı ve son dakika eklemeleri nedeniyle konuşmanın kitapçık olarak basılamadığını söyledi bunun üzerine.
İlginç bir zamanlama olmuştu.

Kaynak: Radikal