Lübnan Başbakanı Saad Hariri'nin Ankara'da bulunduğu esnada, İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak'ın Lübnan sınırındaki askeri birlikleri denetlemesi tesadüf olmaktan çok Hariri'ye yönelik olup çözümü dışarıda değil Tel Aviv'de aramasına ilişkin bir uyarı niteliğindedir. Aslında Hariri'nin gezisi, Ankara'nın bölgenin yeniden yapılandırılması projeleri konusundaki belirleyici aktör rolünün altını çizmiştir.

Özellikle görüşmeler esnasında gerek ikili ilişkiler gerekse bölgesel gelişmeler çerçevesinde gündeme getirilen konular, Türkiye'nin bölgenin dönüşümünde önemli bir güç olmanın ötesine geçerek bizzat bu projelerin mimarı olduğunu ortaya koymuştur.

İki ay önce ülkesinin önde gelen tüm siyasi ve etnik güçlerini bir araya getirmeyi başararak hükümetini kuran Hariri ise bu gezi sayesinde bölgenin geleceğinde edilgen konumda olmayacağını aksine yönlendirici bir unsur olacağını; diğer bir deyişle Ortadoğu zincirinin en zayıf halkası olmaktan kurtulacağının sinyallerini vermiştir. 

Üç önemli mesele
Türkiye-Lübnan ilişkileri uzun yıllardan beri üç önemli meselenin gölgesinde kalmıştır: 1980'den itibaren Lübnan'daki otorite boşluğundan yararlanan PKK terör örgütünün Bekaa vadisinde yuvalanması, bu ülkenin sosyal ve dinsel mozaiğinin temel taşları arasında yer alan 200 bin Ermeniden faydalanarak Türk aleyhtarlığı yapmak için bu ülkeyi üs haline getirmek isteyen Diaspora'nın yıkıcı faaliyetleri ve son olarak 1949'dan itibaren yoksulluktan kaçarak Lübnan'a yerleşen Türk topluluğun görmezden gelinmesi iki ülke arasında soğuk rüzgarların esmesine neden olmuştu. Fakat 2002 yılında Ak Parti'nin iktidara gelmesiyle birlikte ihmal edilen iki ülke ilişkilerinde yeni bir sayfa açılmıştır. Bu yeni başlangıçta etkili olan unsurlar siyasi iradedeki değişiklikle sınırlı değildir. Hükümetimizin:

* İki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin gelişmesini sağlayan önlemleri devreye sokarak 100 milyon dolarlık ticaret seviyesini 10 kat artırması,

* İsrail'in Lübnan'a saldırısı karşısında Tel Aviv'e karşı sert bir tutum izlemesi, Refik Hariri'ye yönelik suikasti sonrasında Lübnan'da istikrarın korunması için destek vermesi,

* Şam ile Beyrut arasında yükselen tansiyonun düşürülmesi ve iki ülke arasında diplomatik ilişkinin
kurulmasında etkili olması,

* Seçim sonrasında yaşanan hükümet krizinin çözümü konusunda bizzat devreye girmesi Ankara ve Beyrut arasında bahar rüzgarlarının esmesini sağlayan başlıca etmenlerdir.

İsrail'in saldırısı
Bütün bunların ötesinde İsrail'in 2006'daki saldırısı sonrasında Türkiye'nin BM çatısı altında kurulan Barış Gücü'ne 500 askerle katkıda bulunması ve bu birliğin sağlık, eğitim ve zarar gören köylerin yeniden inşası gibi insani vazifelerin altından başarıyla kalkmasının Lübnan halkında büyük sempati uyandırması iki ülke ilişkilerinin bugünkü seyrini almasındaki etkisi yadsınamaz.

Tüm bu gelişmeler, Cumhurbaşkanı Michell Suleyman'ın geçtiğimiz yıl nisan ayında gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti sonrasında, Saad Hariri'nin de Lübnan ile tarihsel ve sosyal anlamda yakın ilişki içerisinde bulunan bölge ülkelerini bir kenara bırakarak Ankara'yı tercih etmesi, iki ülke ilişkilerinin ne kadar ciddi ve derin bir boyut kazandığını göstermektedir. Dahası, Hariri'nin aralarında ülkedeki farklı etnik ve siyasal güçlerden birer bakanın ve iş adamlarının bulunduğu ülkenin önde gelen altmış ismini geziye dahil ederek adeta küçük Lübnan'ı Ankara'ya taşıması, üç gün devam eden gezinin, imzalanan anlaşmaların içeriği kadar iki ülkeyi ilgilendiren bölgesel sorunların masaya yatırılması bakımından da
ne denli önem taşıdığını göstermiştir. 

Vize
Erdoğan ve Hariri bizzat inisiyatif alarak, hava, deniz ve kara sınırlarının tümünü açmak suretiyle uzun ve çetrefilli vize prosedürlerine son verip vizesiz giriş kararı alarak gezinin ilk meyvesini somutlaştırmıştır. Kuşkusuz vizenin kaldırılması Lübnan'a gerek turizm gerekse ticaret anlamında büyük katkı sağlayacaktır. Böylece Lübnan, ülkemizin öncülük ettiği Ürdün, Suriye ve Libya ile başlayan bölgesel vizesiz dolaşım projesinin yeni ortağı olmuştur. Dolayısıyla vizenin kaldırılması insani açıdan sağladığı faydaların ötesinde Türkiye'nin hayata geçirmeyi planladığı ortak pazar projesinin en ciddi adımı olması itibarıyla önemli bir diplomatik başarıdır.

Ziyaretle birlikte kararlaştırılan hususlar arasında İsrail'i en çok tedirgin eden husus sağlık, tarım ve çevre konularında dayanışmaya gidilmesinden çok Türkiye ve Lübnan arasında ortak bir tatbikat düzenlenmesine kadar gidecek bir askeri işbirliğine karar alınmasıdır. İki ülkenin halihazırda BM Güvenlik Konseyi'nin geçici üyesi sıfatını taşıması itibarıyla, Ankara-Beyrut arasındaki işbirliği sürecinin yalnızca bu iki başkent için değil aynı zamanda başta Filistin meselesi olmak üzere Ortadoğu coğrafyasının kanayan yaralarına çözüm bulunması anlamında da yeni fırsatları beraberinde getireceği bilinmelidir.

Hariri'nin dönüş yolunda iken söylediği "Türkiye son dönemde her konuda bize yardımcı olarak, Lübnan'ın kötü gün dostu olduğunu bir kez daha göstermiştir. Şükran Türkiye" açıklaması ile Erdoğan'ın "İsrail'in Lübnan'ın hava sahasını sık sık ihlal ettiği ve yeni bir saldırı hazırlığı olabileceği, İsrail'in nükleer silah sahibi bir ülke olduğunu İran'la ilgili endişelerini dile getirenler İsrail'i de önemsemeliler" şeklimdeki iki açıklamayı göz önünde bulundurarak şu sonuca varılabilir:
Lübnan'da gerek askeri gerek ise siyasi konuları istediği gibi ipotek altına alma fırsatından mahrum kalmak istemeyen İsrail için bu yakınlaşma ve daha ötesi Türkiye'nin Lübnanlılara gerek toprak bütünlüğü gerekse istikrar konusunda güvence vermesi, Tel Aviv'in bu ülkedeki tüm hesaplarını altüst etmiştir. Ez cümle Netanyahu'nun, Ankara'ya karşı son dönemde artan öfkesinin altındaki nedenler arasında 'Kurtlar Vadisi' ve 'Ayrılık' gibi dizilerde Mossad ve Tzahal'ı eleştiren sahnelerden ziyade, Türkiye-Lübnan yakınlaşması ve Hariri'nin İsrail'i dikkate almayıp Ankara'ya çıkartma niteliğinde gerçekleştirdiği ziyaret yer alıyor.

Prof. Dr. Samir Salha: Kocaeli Üniversitesi öğretim üyesi


Kaynak: Radikal