Sabah gazetesi "Ergenekon" çetesi tutuklamalarıyla ilgili haberi "Devlet, derin devlete karşı" başlığıyla verdi (23 Ocak).
Savcı Zekeriya Öz'ün başlattığı operasyonla, aralarında 1990'larda işlenen çok sayıda faili meçhul cinayetin sorumlusu olan Jitem gizli örgütünün kurucusu olduğu iddia edilen emekli Tuğgeneral Veli Küçük, üyelerine öldürme yemini yaptıran Kuvayı Milliye Derneği başkanı emekli Kurmay Albay Fikri Karadağ, TCK 301 davalarının baş oyuncusu Avukat Kemal Kerinçsiz'in de bulunduğu 31 kişi tutuklandı. Basına sızan bilgilere göre çete, Orhan Pamuk'u öldürtmeyi ve 2009'da bir askerî darbeye zemin hazırlayacak eylemler tasarlıyordu. Çetenin geçen yılki Hrant Dink cinayeti, Malatya katliamı ve başka saldırılarla ilişkisi araştırılıyordu.
Ergenekon çetesi davası, kuşku yok ki, ilk kez 1996'daki Susurluk skandalıyla ortaya çıkan, "derin devlet" ile suç örgütleri arasındaki ilişki konusunu bir kez daha Türkiye gündemine getirdi. Şimdi bir kez daha sorulan soru şu: Çetenin kaynağına inilebilecek, kimlerden emir aldığı ortaya çıkarılabilecek mi? Hükümet, bir kez daha "ucu nereye kadar giderse gitsin, sonuna kadar gidileceği"ni söylüyor. TBMM Susurluk Komisyonu'na ifade vermeyi dahi reddeden Veli Küçük'ün tutuklanmış olması, Genelkurmay Başkanı'nın "TSK suç örgütü değildir, suçu işleyen cezasını çeker" demesi, devletin bu defa gerçekten "derin devlet"e karşı harekete geçmiş olabileceği beklentisini uyandırıyor. Ama, çete(ler)in bütün bağlantılarıyla aydınlatılmasından umutlanmak için henüz erken.
"Ergenekon" operasyonunun bir kez daha akıllara getirdiği husus, çetelerin tarihimizdeki kökleri. Bu bağlamda belki en dikkate değer kaynak, Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu'nun Zaman'da yayımlanan "Çeteler, Vatanseverlik, Kahramanlar" başlıklı fevkalade öğretici makalesi (23-24 Haziran 2006). Hanioğlu bu makalede şunları belirtiyor: Çeteler tarihimizde ilk kez 20. yüzyılın başlarında ortaya çıktı. İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC), asker ve kanun kaçaklarından oluşan (ve "Cemiyet'in Jandarma Teşkilâtı" olarak anılan) bir çete kurdu ve bu çeteyi iktidar yolunu açmak, iktidarda da siyasi muhaliflerini ortadan kaldırmak için kullandı. "Mevcudiyeti vatan için tehlikeli" olduğuna hükmedilen kişileri ortadan kaldırma konusunda tam yetkili kılınan çete zamanla resmi bir nitelik kazanarak, "pratikte kime ve nasıl hesap verdiği belli olmayan" Teşkilat-ı Mahsusa'ya dönüştü. Çetelerin devlet denetimi altına alınması, ancak Cumhuriyet'in kurulmasından sonra mümkün oldu.
Çetelerin Soğuk Savaş dönemindeki kökleriyle ilgili aydınlatıcı bir yayın da geçtiğimiz günlerde Today's Zaman'dan Kristina Kamp'ın, "NATO'nun Gizli Orduları" başlıklı kitabın yazarı İsviçreli tarihçi Daniele Genser ile yaptığı mülakat (1 Şubat). Genser, İtalya'da "Gladio", Danimarka'da "Absalon", Norveç'te "ROC", Belçika'da "SDRA8", Türkiye'de ise "Kontr-gerilla" adını alan gizli ordunun varlığının kesin olarak bilindiğini, zaten TSK Özel Kuvvetler komutanı General Kemal Yılmaz'ın da 3 Aralık 1990'da yaptığı bir açıklamada bunu teyid ettiğini söylüyor.
Genser, "Ergenekon" çetesinin kaynağını "Kontr-gerilla"dan alabileceğini, bu örgüt tam olarak araştırılmadıkça günümüze kadar gelen uzantılarının aydınlatılmasının da mümkün olamayacağının altını çiziyor. Genser'e göre, bu araştırmayı ne gazeteciler, ne de akademisyenler başarabilir. Gerekli olan, TBMM'nin bu işe ciddiyetle eğilmesidir. "Derin devlet"in köküne ulaşmanın başka yolu yoktur.
Çetelerin kökünün kazınması ise, kuşku yok ki ancak 12 Eylül askerî rejimiyle kurulan (ABD patentli) "Milli Güvenlik Devleti"nin yerini, AB standartlarında bir liberal demokratik devletin almasıyla mümkün olabilir. ("Milli Güvenlik Devleti" kavramı için 13 Mart 2007 tarihli yazıma bakılabilir.) Bunun başarılabilmesi için ise, seçilmişler ile atanmışlar arasında mutabakata ihtiyaç olduğunu söylemeye de herhalde gerek yok.
Kaynak: Zaman