Pazar günü Radikal'de okudunuz. Amerikan Büyükelçisi, 1972 sonunda devrik başbakan Süleyman Demirel'i ziyaret ediyor. Demirel, 'Şu an CHP'de olup bitenler, Türkiye için ve Türk demokrasisi için 12 Mart müdahalesinden bile daha önemlidir' diyor.
Kastettiği şey, CHP'de Bülent Ecevit ve arkadaşlarının İsmet Paşa'ya karşı yürüttükleri muhalefet. Ecevit ve arkadaşları, CHP'yi gerçekten 'halkın partisi' yapmayı teklif ediyor, partinin devlet kurumlarıyla olan ilişkisini kesmeyi vaat ediyor. Demirel de, bu gelişmeden Türk demokrasisi adına memnun kalıyor!
Bir bakın bakalım etrafınıza, aradan 36 yıl geçtikten sonra hâlâ CHP'nin 'halkın partisi' olup olmadığını konuşuyor muyuz, konuşmuyor muyuz? 70'li yılların CHP'si gerçekten de 'devlet partisi' değil 'halkın partisi'ydi, o sayede yüzde 42'lere kadar geldi, iki kez iktidar oldu.
***
Pazar günü Radikal'de okudunuz. Parlamento 1969 yılında, Celal Bayar ve diğer siyasetten yasaklı Demokrat Partilileri affetmek için anayasa değişikliğini konuşuyor. Değişikliğe iktidar da, ana muhalefet de taraftar. Ama asker karşı.
Darbeyi sadece planlamakla kalmıyorlar, darbe hareket emrini birliklere kadar gönderiyorlar da. Sonra da bunu Meclis'e duyuruyorlar. Meclis geri adım atıyor.
Biz aynı filmi daha sonra defalarca tekrar tekrar izledik. Son olarak 27 Nisan akşamı yayımlanan bildiri açık bir darbe tehdidiydi. 1960'da başlayan alışkanlık güncelliğini koruyor anlayacağınız.
Siyasete müdahale 60'lı yıllarda askerin bünyesine girmiş bir kötü alışkanlık. 27 Mayıs, ordunun 'emir komuta zinciri içinde emirle'
yaptığı bir hareket değildi, binbaşılar, albaylar, generaller tarafından yapılmış bir darbeydi bu.
27 Mayıs'ı izleyen yıllarda birkaç kez başarısız isyanlar, darbe girişimleri oldu. Ankara üzerinde jetler uçtu, silahlı çatışmalar oldu.
1969'da Türkiye'yi Meclis'in kahir çoğunluğunun sahip çıktığı bir konuya karşı darbe ortamına sokan şey maalesef bu kötü alışkanlıklardır.
1969'da yapılamayan darbenin hazırlığı hiç bitmemiştir. Darbeyi kendi istediği gibi yaptırmak isteyen, Türkiye'de Baasçı bir rejim özleyen cuntacı siviller de hiç eksik olmamıştır.
Ve 1969'da yapılamayan darbe sonuçta 1972'de yapıldı. Ama o darbe de, Demirel'in deyimiyle 'hermafrodit' bir darbeydi, 'Ne kadın ne de erkekti.'
İşte o früstürasyon veya bazılarındaki 'eksik bırakmışlık' duygusu Türkiye'yi 12 Eylül'e getirdi, 'emir komuta zinciri içinde emirle'
tam darbe yapıldı.
Bugün baktığımızda, diyelim 12 Mart'ın Başbakanı Nihat Erim'in zamanın ABD
Başkanı Nixon'la yaptığı görüşmenin notlarını okuduğunuzda, iki ülke arasında dile getirilen meselelerin ve Türkiye'nin temel meselesi diye sunulan meselelerin tamamının bugün de geçerli şeyler olduğunu görüyoruz.
Askeri darbelerle demokrasi arasında sıkışan, demokrasinin kendi içinde yarattığı sorunları kendi kendisine çözmesine hiçbir zaman vakit tanımamak, o sebeple de sürekli zaman ve enerji kaybetmek Türkiye'nin genel bir karakterine dönüşmüş durumda.
Türkiye'ye 28 Şubat'ı yaşatan Refahyol hükümeti, demokrasinin kendi içinde çözebileceği bir 'kaza'ydı ama biz sistemi zorladık, Türkiye'yi darbeyle tehdit edip iktidarı yapay yollarla indirdik. Oradan buraya geldik.
Meclis cumhurbaşkanını seçecekti, biz seçilecek adayı sevmediğimiz için sisteme müdahale ettik, adil olmayan yollarla seçimi engelledik ve buraya geldik.
Şimdi 1969'daki gibi bir anayasa değişikliği yapıldı. Bakalım bu kez sistemi zorlayacak mıyız?
Tarih bu ülkede maalesef hep tekrar etmiş, bu kez bu kısırdöngüyü kıralım. Bırakalım demokrasi kendi yanlışlarını kendi doğası içinde düzeltme fırsatını bulsun.

Kaynak: Radikal