Bir kesim için, içinde İslam olan her şey demokrasi için 'tehdit' olarak algılanagelmiştir, bu söyleme "İslam ve demokrasi, bir kurt masalı" diyorum. Şimdi de, 'Demokrasi, bir halk masalı' haline geldi. Laikliği bir kurt masalı çerçevesinde demokrasi ile buluşturmak ne kadar imkânsızsa, bu ikilemin içinden demokrasiyi bir halk masalına çevirerek çıkmak da o kadar imkânsız.
Batı demokrasileri, bugünkü uzlaşma zeminini bulabilmek için çok ağır bedeller ödediler. Biz bu tarihe bir emrivaki olarak eklemlendiğimiz için, güdümlü bir süreç yaşadık, o nedenle görece olarak çok az bedel ödedik. Yüz yıllarca ne din adına, ne uluslaşma adına birbirimizi boğazlamadık.
Bu kan tasarrufunun bedeli güdüm bağımlılığı oldu. Bunun böyle devam etmesine rıza göstermek de iş değil. Birilerinin artık bunun farkına varması, kendine çekidüzen vermesi gerek. Güdüme karşı bir şeyler yapmak isteyenlerin de, demokratikleşme denilen şeyin ciddiyet, sorumluluk, emek gerektiren önemli bir iş olduğunu fark etmesi, kendine
çekidüzen vermesi gerek.
Bir topluma, hem çatışmalara, hem gerilimlere yön vermeden, hem de özgürlüklerden hep taviz vermeden yol aldırmak fevkâlâde zor bir iştir. İhale almaya veya vermeye benzemez. Sağ iktidarlar, bugüne kadar işi, idare-i maslahata ve bunun karşılığında ekonomik güçlenmeye indirgediler. AKP'ye gelene kadar tablo buydu. AKP de devraldığı mirası sorgulamak bir yana, fazlasıyla sığ bir şekilde tekrar yeniden üretmeye soyundu. Üstelik artık deniz de bitmişti.
Diğer taraftan, Türkiye'nin iç siyasal süreçleri bir yana, dünyanın içinde bulunduğu tarihsel süreç itibarıyla son derece zorlu sorunlarla karşı karşıyayız. Ulus-devletler büyük bir kriz yaşıyor, modern dönem sonrası siyasal kimlikler siyaset sahnesine giriyor. Bizim ulus-devletimizin kadim sorunları olan Kürt meselesi ve İslam meselesi bu yeni süreçte katlanarak krize dönüşüyor. Tüm bu tabloyu hakkıyla değerlendirmekten aciz hiçbir söylemin hiçbir derde deva olacağı yok, bunu görelim.
Bir yandan, 1920'lerin, 30'ların nizamına bel bağlamak, ayak diremek sorunu çözmek bir yana derinleştiriyor. Ama diğer yandan, mevcut iktidarın,
'Halk ne diyorsa o olur', 'Kendine güvenen yiğit sandığa gider', 'Halk neylerse güzel eyler' düzeyinde ve bir halk masalı olarak demokrasi anlayışı da sorunları katmerli hale getirmekten başka işe yaramıyor. Mesele, 'Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir' temalı kompozisyon yarışmasını kaznamak için kaleme kuvvet vermek değil, 'millet' dediğimiz topluluğu kavgasız gürültüsüz bir arada yaşatacak egemenlik kurgusunu yeniden tesis edebilmek, dahası 'millet' deyip geçmemek onu da yeniden tanımlayabilmek.
İktidarın, bir halk masalı olarak demokrasi söylemi, çoğunluk mutlakiyetçiliği meyli olarak krizi çözmek yerine ağırlaştırıyor. Diğer yandan, özgürlükleri önceleyen demokrasi söylemi, iktidara çözümün daha fazla demokratikleşme olduğu yönünde baskı yapıyor. Oysa, mevcut iktidarın yeni bir demokrasi sözleşmesinin kurucusu olma şansı yok.
Ayrıca, basit bir şeyden bahsetmiyoruz, yeni bir demokratik sözleşme süreci ister istemez zor olacak. Sıradan bir siyasi sorundan söz etmiyoruz, işin içine laikliğin, demokrasinin, ulusal kimliğin nasıl tanımlandığı, itirazların ne olduğu, bu itirazların sisteme nasıl eklemlenebileceği gibi, her toplumu zorluyacak konular var. Sadece 84 yıllık Cumhuriyeti zorlayan sorunlar ve fay hatlarının kırılma riski değil, tüm dünyanın yaşadığı siyasal süreçlerin bu fay hatlarına yüklediği fazladan enerji var.
Bu nedenle, işi darbe/darbe karşıtlığı gibi ucuz mevzilere çekmeye çalışan arkadaşlara, en azından, işin en önemli boyutunu yani, ucuz demokrasi kahramanlığının bedelini toplumun ödeyeceğini buna hiçbirimizin hakkının olmadığını hatırlatmak isterim. Böyle dönemler, polemik, kompozisyon, belegat zevkinin tadını çıkarma dönemleri değil.
Bu toplum adına derdimiz sahiciyse, söze başlarken, en azından başkalarına bedel ödetmekten kaçınmak gibi bir kaygımız olsun.
Kaynak: Radikal