Türkiye 22 Temmuz 2007 seçimlerine cumhur-başkanlığı krizi nedeniyle gitti. AK Parti'nin sancılı bir süreç ardından cumhurbaşkanı adayını Abdullah Gül olarak açıklaması, 367 krizi, 27 Nisan'da ordu ve 28 Nisan'da hükümet bildirileri Meclis'i cumhurbaşkanı seçemez hale getirmişti. 22'nci Meclis'in miadı cumhurbaşkanı krizi nedeniyle dolmuştu. Artık temel yasama faaliyetini yerine getiremez duruma düşmüştü.
Başbakan Tayyip Erdoğan 1 Mayıs 2007'de erken seçim kararı alırken doğru karar vermişti.
Erdoğan'ın 22 Temmuz gecesi partisinin balkonundan yaptığı konuşma da doğru yöndeydi; herkesin başbakanı gibi davranacağı umudu medyada fazlasıyla yer buldu.
Erdoğan'ın seçimin hemen ardından CHP lideri Deniz Baykal'ı arayıp cumhurbaşkanı seçimi dahil bellibaşlı konulara diyalog yoluyla çözüm bulma niyetini beyan etmesi de doğru yöndeydi. Anayasa değişikliklerinin diyalog atmosferinde yapılacağı, ekonominin bundan olumlu etkileneceği umudu biraz daha arttı.
Sonra MHP lideri Devlet Bahçeli, kendi iç tutarlılığına uygun olarak, cumhurbaşkanı seçiminde 367 sorunu yaşanmaması için oylamaya gireceklerini açıkladı. Bunu, Erdoğan'ın ne kadar arzuladığı bugün dahi sorgulansa da, AK Parti'nin yeniden Abdullah Gül'ü aday göstermesi izledi.
İşler nasıl tersine döndü?
Önce Gül 28 Ağustos'ta Onbirinci Cumhurbaşkanı seçildi. İkinci adım, Anayasa Mahkemesi'nin kurala dönüştürdüğü 367 oturum sayısı engelini aşmak amacıyla icat edilen, cumhurbaşkanını halkın seçmesinin 21 Ekim referandumuyla kabulü oldu.
Ankara'da gerek iktidar, gerek muhalefet kulislerindeki değerlendirmelere göre, Gül'ün YÖK Başkanlığı'na Yusuf Ziya Özcan'ı ataması AK Parti iktidarının yeni zorluklar yaşamaya başlamasında bir başka dönüm noktası oldu. Özcan'ın üniversitelerde türban üzerine söyledikleri, kasım ayından itibaren Anayasa değişiklik çalışmalarının laikliğe halel getirip getirmeyeceği tartışmalarına karıştı.
Nihayet 15 Ocak'ta Başbakan Erdoğan'ın 'Velev ki siyasi simge' sözü geldi. Bahçeli, cumhurbaşkanı seçimi ardından bu konuda da inisiyastifi ele aldı. Erdoğan başlangıçta siyaseti ve ekonomiyi özgürleştireceğini vaat ettiği Anayasa değişikliklerinin, yalnızca türbanla sınırlı iki maddesine öncelik vermekte sakınca görmedi.
Üstelik bu değişiklikler, zaten yürütmenin kendilerini vesayete alacağı endişesine kapılan yargıyı tetikledi ve AK Parti aleyhine kapatma davası açıldı.
Türban konusunda Anayasa Mahkemesi'nin aldığı karar ise, Erdoğan ve AK parti'nin
2002 seçiminden bu yana ilk ağır siyasi yenilgisini almasına yol açmakla kalmadı.
Aynı zamanda, AK Parti saflarında artık herhangi bir Anayasa değişikliğini Mahkeme'den geçirme umudunun da yok olmasına neden oldu.
Bari 24'üncü dönem çalışsın
Başbakan Erdoğan için (Mahkeme yapısını değiştirecek olanlar dahil) Anayasa değişikliklerinin geçerli bir yolu hâlâ var: O da değişiklikleri Anayasa Mahkemesi'ne götürme imkânı olan muhalefet partileriyle uzlaşmak. Mevcut durumda CHP-DSP bloku bu yeteneğe sahip. Erdoğan'ın kapısını çalmadığı tek lider ise Baykal. Buna karşılık ne Baykal'ın o kapıyı açıp olumlu cevap vermesi ihtimali de çok zayıf.
AK Parti'nin kapatılma davasının gölgesinde, iktidar ve muhalefetiyle 23'üncü dönem Meclis temel yasama faaliyetinde tıkanma noktasına ilerliyor görüntüsü veriyor. Parti kapatılmaz ise, ortaya yeni bir zemin çıkabilir. Ancak AK Parti saflarında, verilen demeçler bir yana, kapatılmayacaklarına inanan milletvekili yok gibi. Parti yönetiminde kapatılmama ihtimalini 'ekonominin bizim elimizde patlamasını istiyorlarsa kapatmazlar' türünden 'mahşeri duygulara' kapılmış etkin isimler var. (Bu 'mahşeri duygu' deyimi benim sözcük dağarcığımda iki gün öncesine dek yoktu. AK partililerle görüşmelerimde ilk kez duydum. Bu bile yaşanan karamsarlığı ve tepkiyi anlatmaya yeter.)
Parti kapatılırsa, 23'üncü dönemin miadının dolduğu artık su götürmez. Erdoğan'ın araseçimde başına açılabilecek yeni sorunlarla uğraşmamak için erken genel seçime gitmesi büyük ihtimal. Zaten Meclis'i Dava sonuçlanana dek açık tutma kararı bunu gösteriyor.
Cumhurbaşkanı seçememek nedeniyle kurulan ve cumhurbaşkanı seçtikten sonra başkaca pek bir şey yapmadan kısa sürede miadı dolan 23'üncü dönemden sonra kurulacak 24'üncü dönem Meclis'in başına da aynı şey gelecek mi? Yoksa 24'üncü Meclis Türkiye'nin ihtiyacı olan, Türkiye'ye layık yeni bir anayasa ile yoluna devam edebilecek mi?
Bunun yanıtı 'Ya benim dediğim, ya hiçbir şey' mantığını bir yana bırakıp, gurura kapılmadan bir diyalog ortamının kurulup kurulmayacağından geçiyor. Diyalog derken artık Erdoğan-Baykal diyaloğunun anlaşılması gerektiği herhalde bu kadar deneyimden sonra ortada.
Kaynak: Radikal