Ülkemin kaldırımlarında yürüyorum, devlet dairelerine yolum düşüyor ve insanların evlerine konuk oluyorum. Çökmüş, dekadensleşmiş, tembelleşmiş ve ruhu ölmüş insanlarla dolu her yanım. Dekadensleşmiş, ağızlarından menfaat söylemleri akan bürokratlar ve siyasiler, kokuşmanın verdiği kendiliğinden türeyen iç ıstırapların varlığı ve solukluğu yüzlere yansımış. Sirayetlerini öncesini bildiğimiz, yapay çağdan yapay ilham alan, kendilerine vizyon katan eskiden tanıdık yeni maskelenmiş yüzler. Yeni kılığa girmiş, modifiye olan eski yüzlerin bin bir kılığa girmiş mide bulandırıcı siyasi kurnazlıkları. Zaten öyle değil midir? Ülkemin hep batmakta olan bir gemisi vardır. Batan bu geminin hep kurtarıcısı olduklarını söyleyen müzmin yağmacıları da vardır. Ve iktidarını tamamlayanlar ellerini ve ayaklarını bu bahtsız ülkeden gece karanlığında çekerlerken ortalıkta olan hep batmak üzere bırakılan bir gemi ve içindekiler bırakılıp, terk edilirler. Batmasına ramak kalmış gemi ve içindekiler kendine yeni kurtarıcılarını! beklemektedir.
Ve artık siyaset/politika arenaya dönmüştür. Kedilerin aslanlara yedirildiği bir arenaya dönmüştür. Entrikalar, parti bölünmeleri, nişan yapmalar ve yüzük atmalar, başka rozet takmalar, gizli pazarlıklar, devşirme içerikleri olan kuramlar, devşirme kavramlar, siyasi hayatımıza kazandırılmaya çalışılan elitist siyasetçiler... Yine siyaset terminolojimize kazandırılmaya çalışılan makul çoğunluk, sessiz çoğunluk, kucaklayıcı-uzlaşımcı (senkrist), sosyal-liberal! sentezler daha nice argümanlar. Bu yetmez gibi kitleleri siyasilere ve cephelere manipüle etmeye çalışan toplum mühendisleri, sivil toplum örgütleri dernekler, vakıflar, cemaatler... Ve bütün bu tantana içinde en asil, en edepli ve en şahsiyetli duruş göstermesi gereken büyüklerimiz patır patır dökülüyorlar hararetli bağırmalarıyla seçim meydanlarında… Bütün liderlik hayatını mücadeleyle sürdüren Bilge şahsiyetimiz kötü bir finalle, dramatik bir sahneyle bitiriyor, acı bir sonla siyasi hayatını. Diğer yandan mahalleyi terk eden mahallenin çocukları bize tepeden bakıp taleplerimize bu kadar yabancı ve ilgisiz kalmamalıydı, ahde vefasız olmamalıydı.. Ve bize düşen bütün birikimimizi, yetişme şeklimizi, geldiğimiz maceramızı sorgulamaktır. Ve bu sorgulamalar sonucunda “Biz böyle olmamalıydık” mırıldanmaları dökülüyor dudaklarımızdan.. Orhan Pamuk’un “Kar”da güldüğü halimize şimdi seçim meydanlarında “Fatih’in torunları ve Bizans’ın torunları” olarak ayrı ayrı saflarda toplanırken N. Doğru, T. Özkan gibi tipolojiler kıs kıs sinsice gülmekteler son halimize.. Yetişmemiz için onca birikim, emekle beraber hayırsever mütedeyyin insanların hayırları ve çabalarını israf ettik. Biz böyle olmamalıydık. Şimdi bize düşen Müslümanca duruşumuzu, adamlığımızı gözden geçirmektir.
Evet siyaset ve politika artık arenaya dönmüştür. Arenada güçlü ve azgın patırtılar çıkaran ve kudurgan tek gözlü bir canavar/lar vardır artık. Bu canavar masum insanlara saldıran bir Jaws, her an onları yerin alından çıkıp yutacak canavar bir anakondadır. Bütün bu patırdılar yıllarca vaatlerle kandırılan yurdumun insanlarının cebinde masumca duran bir oy içindir. Batmaya yüz tutmuş gemi kurtarıcıları yağmacılarıyla gelir gemi kurtarmaya.Yurdumun insanları rutin ve sıradan bir yaşamın dışına çıkartılamaz. Yurdumun insanı uzaktır bu patırtıya gürültüye ve hengameye. Aslında spor ve magazin gibi siyasette insanın varlık bilincini dumura uğratan virüstür artık. Kendini yapılandıramayan birey kendine kurgusal kişilik modelleri alır. Giyimleri saç tipleri ve söylemleri dizilerde yansıtılan kişiliklere benzer. Yurdumun insanları kendileri olmaktan çıkmış yeryüzünde yapay imgelerle beslenen eytişimsel dünyanın varlıkları olmuştur artık.. Toplum idealleri, umutları ve kaygıları sökülmüş ot topluluğuna dönmüştür. Toplumu acı kaygısızlık vebası sarmıştır artık. Acının insanları eytişimsel dünyanın patırtısından kaçacak sığınma noktaları arar kendine. Ve ben bütün bu tantana ve çirkinlik içinde geceye sığınıyorum. Sığındığım bu gecede ay bir gaye için doğmuştur sanki. Maori devletinde kadınlar erkeklerini aldatmak için gidip uzun uzun ayla bakışırlarmış. Çünkü onlarda ay erkektir. Ay bu gece görkemlidir ve duygusaldır. Gece benliklerine sevgi fısıltısını mırıldayan bir kadın sesi gibidir. Çocukken küçük gözlerimizle takip ettiğimiz ve bizi takip ettiğine inandığımız cici dedelerden imgeler alıp ay dede dediğimiz ay değildir. Çünkü meydanlardaki dedelerimiz tebessümlerini ve ciciliklerini yitirmişlerdir.. Artık. Bütün iğretilerden kaçıp sığındığımız ay mahzun ve şaşkın bir yüzü vardır bu gece. yalnız gece gözleri görür bu güzelliği gece kulakları işitir bu fısıltıları. Ay vuslatın acısını yaşayan uzak bedenleri bakışları sayesinde birleştiren bir yürektir. ve ben bu gece sadece ay fısıltıları ile siyasi sembollerin olmadığı bir dünyadan uykuya başka sığınağa kaçacağım.