Türk modernleşmesi tarihsel yapısı itibariyle –kanaatimce-  iki döneme ayrılır. Birinci dönem devlet elitleri/bürokratları ve edebiyatçıları eliyle yapılan -toplumsal değiştirmeyi eksen alan- modernleşme (1839-1908), ikinci dönem ise Cumhuriyetin ilanından sonra 1950’ye kadar kesintisiz 1950’den sonra günümüze kadar kesintili devam eden devlet/iktidar eliyle yapılan modernleşme olan dikey yapılı toplumsal mühendisliktir. Aslında modernleşme macerası iki dönem halinde görülse de tek boyutlu bir modernleşmedir. Elitist bir tabakanın iktidara yerleşme mücadelesi önce İttihat ve Terakki partisinin (A.Comte’den esinlenme bir isimlendirme) yönetimi daha sonra CHP’nin Cumhuriyet sonrası yönetimi ile gerçekleştirilmiştir. Gerek İttihat ve Terakki Partisi gerekse CHP yönetimine ve anlayışına karşın oluşturulan siyasal hareketler ya karşı devrim olarak nitelendirilmiş ya da irticai hareketler olarak yaftalanmıştır. Nitekim Terakki Perver Fırkası, AP, RP gibi partiler bu anlayışla algılanmışlar ve darbeye maruz kalmışlardır.

 

Şerif Mardin’in “merkez-çevre” kavramlarıyla konuşursak merkez, ekseriyeti oluşturan çevreyi kenarda tutmak için mücadele sarf etmiş, gerektiğinde ise ayak oyunlarından vazgeçmemiştir. “Merkezde” bulunanların seçkinci yaklaşımı çevreyi bir anlamda kendi iktidarı için tehlike olarak görmüştür. Çevre ise merkeze yürümenin ya kendilerini aştığını düşünmüş ya da kendilerinin benimsenmeyeceği tepkisinden dolayı ürkek davranmıştır. Çevrenin bu ürkek yaklaşımının yanında merkez tarafından kendi değerlerini dışlayıcı, kendisini “ötekileştirici” baskılar meydana getirilmiştir. Sosyal, siyasal ve ekonomik olarak gelişen çevre kendi anlayışını merkeze taşımak için siyasal hareketler oluşturmuş ya da var olan siyasal hareketleri desteklemişlerdir. Çevrenin kendi anlayışını iktidarda bulunan 1950’lerdeki  DP aracılığıyla sürdürürken kendisinin diyebileceğimiz sosyal, siyasal ve ekonomik asıl hareketi ise 1960-1970 arasına dayanmaktadır. Özellikle dönemin sivil toplum örgütleri sayılabilecek etkin cemaatler ve MSP-MNP siyasi hareketi vasıtasıyla çevrede olanlar merkeze büyük bir yürüyüş gerçekleştirmişlerdir. Tüm bu tepki ve oluşumlara göç olgusu da hâkim olunca toplumda çok ciddi sayılabilecek sosyal, siyasal ve ekonomik hareketlilik meydana gelmiştir. Köyden kente göç edenler bu yer değiştirme esnasında kendisine ve değerlerine yakın olan siyasi hareketleri (AP, MNP gibi) tercih ederken eğitimini sosyal birliktelikler olan cemaatlerde sürdürmüştür. Bu şekilde meydana gelen siyasal hareketler ve cemaat oluşumları modernleştirici, kapitalistleştirici tehditlerini tam olarak algılayamamış ve bir takım handikapların oluşmasına engel olunamamıştır. Bu konudaki analizleri ayrıca kaleme almak gerekir.

 

Benim dikkat çekmeye çalıştığım yakıcı nokta merkezde bulunan elitistlerin/ seçkinlerin algı bozuklukları ve histerik hissiyatlarıdır. Bu elitistler kendilerinin konumlarının kaybedilmesini hep işgal olarak algılamışlardır. Çevrede bulunanları “Haso-Memo” olarak adlandırmışlar ve bu çerçevede bulunanlara uşaklığın ya da kapıcılığın üzerinde bir statüyü layık görmemişlerdir.  Nitekim Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde duygusal ve agresif tepkilerinin temelinde bu psikolojik bozukluk yatmaktadır. “ Son kale düştü” söyleminde de bu bilinçaltı duygu yatmaktadır. Ya da “ Köşkte başörtülü bir eşi olan Cumhurbaşkanı istemezük” diyen taifenin bu histeriye sahip olmasıdır. Elitistler için başörtülü biri çaycı ya da hizmetçi olabilir fakat amir ya da memur olamaz. Nitekim Hayrunnisa Gül’ün köşkün kapısında dilenci kılığında karikatürleştirilmesi bu marazi zihniyetin çizgiye yansımasıdır. Yine “Tornacının oğlundan Cumhurbaşkanı olmaz” yaklaşımı bu düşünceye paraleldir. Elitistler için rahatsız edici unsur aslında Milli görüş geleneği hareketinin söylemlerinden çok bu bireylerin hayat tarzı ve geldikleri yerdir.

 

Velhasıl hazin bir manzaranın tarihsel tanıklığını yapmış biri olarak yazıyorum. Bir dönem ayağı çarıklı, pantolonu yamalı bir babanın oğlu olarak yazıyorum. Başı yaşmaklı, gözü ağlamaklı çilenin darbelerini yüzündeki çizgiye yansıtmış toprak yüzlü bir annenin oğlu olarak yazıyorum. Yetiştirmiş olduğu oğlunun büyüyüp adam olduğunu görmek için askerdeki yemin törenine katılmak için neredeyse bütün yıllık ekonomisini sarsıntıya uğratarak bu gururu ve onuru yaşamak için kilometrelerce yol giden annelerin ve babaların ülkesinden yazıyorum beyler. O aksakallı, nur yüzlü bir babanın ve yüzü çile çizgili, yaşmaklı bir annenin özenle büyüttüğü oğullarının Cumhurbaşkanlığı yemin törenine katılmasını engelleyen vicdan kim. Hangi vicdan bu mutluluk gözyaşlarının damlamasına engel olabilir. Bu kocaman mutluluğun içine dinamit yerleştiren kara eller kimin. Bu haklı gururu yaşama hakları olan bu iki yaşlı amca ve teyzeyi oradaki mutluluğu yaşamaktan alıkoyan kim. Acaba bu duygu darbecileri kim? Hangi medya ya da kurumlar ya da mutluluğa ipotek koymuş hangi duygu işgalcileri ve mutluk düşmanları… Bu muhteremler hangi medya başlığından korktular da yemin törenine gitmekte sıkıntı çektiler. “İrtica Mecliste” “Sakal ve Başörtüsü İki Siyasal Simge” vb. başlıkları yüzünden mi? Yıllılardan beri eşinin başarısı için dua eden ve gayret gösteren fedakâr bir eşin yemin törenine katılmasını engelleyen zihniyet kim/in… Hiç kimse demokrasiyi vesayet altına alıp mutluluğa ipotek koymasın beyler. Akıl ve vicdanı yitirmesin…