Basra Körfezi'nde kriz havasının giderek büyüdüğü bugünlerde ABD ve İran hakkında kısa bir tarih dersi ilaç gibi gelebilir. İşte bunların son yarım asırdan fazla bir süredir ilişkilerindeki birkaç önemli nokta:

1953 yazı: CIA ve İngiliz istihbaratı, İran'da ülkenin petrol sanayiini millileştirmek isteyen, demokratik olarak seçilmiş hükümeti devirmek üzere bir darbe planlar. Bunun yerine bir diktatör olan, İran'ın genç şahını ve yakında onun korkulacak gizli polisini koyarlar. O, Basra Körfezi'nde Washington'un "kalesi" olarak, 1979'da Ayetullah Humeyni ve mollaların idaresine yol açan yurt içi kaynaklı bir devrimci hareketle devrilinceye kadar çeyrek asır ülkeyi baskıcı bir derebeylik gibi yönetir. Humeyni ve beraberindekiler, hiç de Washington'un adamları değillerdi. Yani, 1953'te popüler bir demokratik hükümetin devrilmesi için verilen ölümcül karar, İranlıların şimdi Washington tarafından nefret edilen dünyasını şekillendirmişti. Ki o zaman petrol bu kadar önemli de değildi.

1967: ABD’nin 1950’lerde Başkan Dwight D. Eisenhower tarafından başlatılan “Barış için atom” programı altında şahın Tahran için 5 megawattlık hafif su tipi araştırma reaktörü satın almasına izin verilir (bu da -ironi diyelim- halen İran’ın nükleer programı hususunda önemli rol oynuyor). Savunma Bakanlığı yetkilileri, o zaman şahın “barışçı atom bombasını” müstakbel silah programının temeli olarak kullanabileceği ya da nükleer malzemelerin yanlış kişilerin eline geçebileceğinden endişe ettiler. 1974 tarihli Pentagon bilgi notunda “Şahın saldırgan bir halefi, nükleer silahları İran’ın bölgede askeri hakimiyetinin tesisinde gereken nihai parça olarak düşünebilir” denildi. Ama bu, onları İran’ın nükleer programının oluşturulmasına yardım ve teşvikten alıkoymadı.

Şah, İslami haleflerinde olduğu gibi, böyle bir programın İran'ın milli "hakkı" olduğunu savundu ve elektriğinin önemli kısmının nükleer santrallerden sağlandığı bir ülke hayali kurdu. Bir grup Amerikan elektrik şirketi 1970'lerdeki reklamlarında meseleyi şu şekilde ele aldılar. "İran şahı dünyada en büyük petrol rezervlerinden birinin üzerinde duruyor. Buna rağmen o, ülkeye elektrik temini için iki nükleer santral inşa ediyor ve iki santralin de inşa edilmesini planlıyor. O, petrolün tükenmekte olduğunu biliyor." Diğer bir deyişle, İran'ın şimdi Washington tarafından bu kadar nefret edilen nükleer programı ABD'nin işte bu programından neşet etti.

Eylül 1980: Irak lideri Saddam Hüseyin, Ayetullah Humeyni’nin İran’ına karşı savaş başlatır. O, 1980’lerin başlarında Washington’un adamı, bizim Basra Körfezi’ndeki “kalemiz” olur. Biz ona elimizi uzatır ve ona İran’ın askeri konuşlanmalarıyla ilgili "detaylı bilgiler" ve onun İran ordusuna karşı kimyasal silahları daha etkin kullanmasına yardım edecek taktik planlamalar sağlarız. Ha, olaylar gerçekten iyi olsun diye Reagan yönetimi ayrıca “İran-Kontra Meselesi” olarak bilinen ve neredeyse başkan ve adamlarını devirecek boyuttaki olay kapsamında Ayetullah Humeyni’nin İran’ına gizlice füze ve diğer silahlar satılmasına da karar verir. Büyük başarı!

Mart 2003: Saddam Hüseyin artık Bağdat’taki adamımız değil yeni bir “Hitlerdir.” Washington’da üst düzey yetkililerin iddialarına göre onun  kesinlikle nükleer silah programı vardır, bir gün ABD şehirleri üzerinde mantar bulutları yükselmesine yol açabilir. Bu yüzden Bush yönetimi, İran’da olduğu gibi, Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz’in sözleriyle “petrol denizi üzerinde duran” Irak’a savaş başlatır. (Bush yetkilileri “çocuk oyuncağı” bu savaşın ardından ülkenin petrol sanayiini ihya etmeyi, onu özelleştirmeyi ve dünya piyasalarında petrol fiyatlarını düşürmek üzere OPEC’i yıkmak için kullanmayı ümit ederler.) Dokuz sene sonra Bağdat’ta Tahran’ın yakın müttefiki olan Şii bir hükümet var. İran da ABD işgali sayesinde bölgede güç ve nüfuz elde etti.

O halde bunu, bulunması kolay olmayan türde kusursuz bir sicil olarak adlandırabiliriz. 50 seneden fazla bir süredir Amerika'nın liderleri, İran'da (ya da yakınında) beklenmedik ve ters tepmeyen tek bir adım atmadılar. Şimdi, Washington'da bir başka yönetim, İran'a karşı yıllardır ancak gizli savaş olarak adlandırılabilecek bir süreçten sonra İran merkez bankasına karşı, ülkenin petrol sanayiini felce uğratacak, ekonomiye zarar verecek, sonrasında ne olacağını kimsenin bilmediği yaptırımlarla bir dizi zekice manevralara hazırlanıyor.  

Ve gerçekten dürüst olmak gerekirse, geçmiş tarih göz önüne alındığında muhtemelen bu kez ne yanlış gidecek? İran’da rejim değişikliği mi? Bunun olacağı kesin gibidir. İnanmıyorsanız Pepe Escobar’ın son “‘Tecrit edilmiş’ İran masalı” yazısını inceleyin.

Kaynak: Alternet
Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas