ABD’nin diplomatik tarihine dair son şamatayı büyük bir karamsarlıkla okudum. Binlerce diplomatik yazışmayı gözden geçirirken büyük umutsuzluk duydum.
Mesele ABD diplomatlarının Ortadoğu’yu anlamamaları değil, adaletsizliğe dair bütün ufuklarını kaybetmiş olmaları. Bu dev diplomatik külliyat ABD’nin Ortadoğu politikasının İsrail’le ittifaka dayandığını, ana hedefin de Arapları İran’a karşı ABD-İsrail ittifakına katılmaya teşvik etmek olduğunu gösteriyor. ABD politikasının pusulası yıllardır İran’ı evcilleştirmek, bastırmak ve nihayetinde gücünü yok etmek.
Yazışmalarda (en azından yayımlananlar arasında) Yahudi yerleşimlerine, İsrail-Filistin savaşının kalbinde yer alan toprak hırsızlığına dair tek kelime yok. Ve inanılmaz olan da her tür kıymetli ABD diplomatının, Mossad şefleri ve İsrail askeri istihbaratı ajanları velinimetlerine istek listesini okurken ezilip büzülmesi.
Yılanlar pek revaçta
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun geçen yıl Kongre’den gelen bir heyete söylediklerinin yer aldığı şahane bir bölüm var: “Bir Filistin devleti silahtan arındırılmalı, hava sahasını denetleme, anlaşma imzalama veya sınırlarını kontrol etme yetkisi olmamalı.” Öyleyse hepimizin sözüm ona istediğimiz ‘yaşayabilir’ Filistin devletine elveda. Ve anlaşılan o ki Kongre heyeti yine sus pus.
Kongre heyeti susarken, en güzel alıntıları başka yerlerde buluyoruz. Suudi Kralı Abdullah Amerika’nın ‘yılanın başını kesmesi’ gerektiğine inanıyormuş; yılan, İran veya Ahmedinecad ya da İran nükleer tesisleri.
Fakat Suudilerin başını kesmekle tehdit ettiği yılanları her daim vardır. 1982’de Arafat Lübnan işgalinden sonra İsrail’in sol kolunu keseceğini söylemişti; İsrail Başbakanı Begin de Arafat’ın sağ kolunu keseceği cevabını vermişti. Ve diplomatların ABD vizesine uygun olmayan başvuruculara ‘vize engerekleri’ dediğini öğrendiğimizde, olsa olsa şu sonuca varabiliriz: Yılanlar epey revaçta.
Sorun şu: Ortadoğu muktedirleri yıllardır yılanların, engereklerin, farelerin ve İranlı böceklerin kafasını uçurma tehditleri savururken, İsrailli liderler de Filistinlilere ‘hamamböcekleri’ ve ‘üç ayaklı hayvanlar’ diyor.
Filistinli gazeteci Mervan Bişara bu diplomatik belgelerin siyasetbilimcilerden ziyade antropologları ilgilendirdiğini söylerken haklıydı; zira bunlar Ortadoğu’ya yönelik anormal bir düşünüş şeklini kayda geçiriyor. Kral Abdullah Ahmedinecad’a gerçekten Hitler dediyse ve Sarkozy’nin danışmanı İran’ı ‘faşist bir devlet’ diye nitelediyse, bu olsa olsa ABD Dışişleri’nin 2. Dünya Savaşı takıntısının devam ettiğini gösterir.
Esad’ın sözleri ilginç
ABD’nin Ankara elçiliğine gidip diplomatlara İran’ın ruhani lideri Hameney’in lösemiden ölmek üzere olduğunu anlatan ziyaretçiyle ilgili raporu çok sevdim. Sebebi zavallı ihtiyarın kanser olması (ki yok öyle bir şey) değil, inatçı Ortadoğu liderleri hakkında yıllardır etrafa yaydığımız o aynı eski saçmalığa tanık olmak. Amerikalı veya Britanyalı ‘diplomatik kaynakların’ Kaddafi’nin kanserden ölmek üzere olduğunu, (ölmesinden çok önce) Humeyni’nin kanserden ölmek üzere olduğunu, (yine ölmeden çok önce) Humeyni’nin çoktan kanserden öldüğünü, (Saddam tarafından öldürülmeden 20 yıl önce) Filistinli kiralık katil Ebu Nidal’in kanserden ölmekte olduğunu ısrarla söylediği günleri hatırlarım. Kuzey İrlanda’da bile Britanya’nın acemi casusları bize Protestan elebaşı William Craig’in kanserden ölmekte olduğunu söyleyip dururdu. Ve elbette, Ukraynalı hemşiresi Amerikalılar tarafından ‘şehvetli’ diye nitelenen korkunç Kaddafi gibi o da yaşadı.
En ilginç yazışmalardan biri, Senato heyetiyle Suriye Devlet Başkanı Esad arasında bu yıl başında yapılan görüşmeye dairdi. Esad misafirlerine ABD’nin ‘devasa bir bilgi edinme aygıtı’ bulunduğunu, fakat bu bilgileri başarıyla analiz etme kabiliyetinden yoksun olduğunu söylüyor. “Sizin istihbarat yeteneklerinizden yoksun olsak da, aşırılıkçılarla savaşta başarı sağladık, çünkü daha iyi analizcilerimiz var... ABD’yse (teröristleri) vurmayı seviyor. Ağlarını boğmak çok daha etkili” diyor. Esad’a göre bölgedeki en önemli ülke İran’dı, onu Türkiye ve Suriye takip ediyordu. Zavallı İsrail dereceye girememişti.
Lübnan’ın hali vahim
Elbette Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai ‘paranoyanın pençesinde’ (NATO’yla ABD dahil, o ülkedeki herkes gibi) ve haliyle Yemen Devlet Başkanı halkına Kaide temsilcilerini öldürdüğü numarası çekiyor, oysa öldürenlerin General Petraeus’un savaşçıları olduğunu hepimiz biliyoruz.
Çok da karamsar olmamalıyız. Amerikalı bir diplomatın (elbette Tel Aviv’den değil Kahire’den gönderdiği) raporunu da pek sevdim: “Netanyahu hoş ve çekici biri... ama sözlerini hiç tutmuyor.” Fakat bu Arap liderlerinin yarısı için de geçerli değil mi?
Ve sonra ‘ABD Siyasi-Askeri Büro Dışişleri Bakan Yardımcısı’ Andrew Shapiro’nun tam bir yıl önce İsrailli casuslarla yaptığı görüşmeye dair korkutucu rapora geliyoruz. Mossad İsrail’in güney Lübnan üzerindeki insansız savaş uçaklarını koruyamadığını kabul ediyordu (Hizbullah bu övgüye müteşekkir olacaktır). İsrailli Albay Şimon Arad ‘Hizbullahistan’ ve ‘Hamasistan’ın ve Lübnan’daki ‘iç siyaset tıkanıklığının’ tehlikeleri konusunda atıp tutuyordu. Ona bakılırsa Lübnan ‘Suriye, İran ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin dış etkilerine açıktı’. Ve elbette (albay dile getirmese de) Amerikan etkisi, İsrail etkisi, Fransız etkisi, Britanya etkisi ve Türk etkisi de vardı. Shapiro ise ‘Hizbullah’a bir alternatif sunulması gerektiğini’ söylüyor ve Lübnan ordusunun Hizbullah’ı savunmaya koşacağından dem vuruyordu (mevcut şartlar altında pek muhtemel değil).
Al birini vur ötekine
İsrail’in 2008-2009’daki Gazze vahşetine dair Goldstone raporuna karşı da paha biçilmez bir inkâr yer alıyor belgelerde. Tümgeneral Amos Gilad’a göre rapor ‘temelsiz’, çünkü İsrail saldırıların öncesinde Gazze’deki evlere tam 300 bin telefon açmış. Görünüşe göre zavallı Shapiro bu sözlere susarak karşılık vermiş. Yani Gazze’deki bütün Filistinli nüfusunun beşte birini aramışlar. Ve bundan sonra bile çoğu sivil 1300 Filistinli öldürdüler. Elbette Filistin Yönetimi’nin mülayim lideri Abbas İsrailliler kazandıktan sonra devralmak istememiş. Sebebi basit: Çünkü İsrail kazanmadı. Gazze tünellerinde kaybolan askerlerini bile bulamadı.
Abu Dabi Şeyhi Muhammed bin Zayid-el Nahyan’ın ABD Büyükelçisi Richard Olsen’in karşısında İran’a dair endişelerini dile getirdiği sembolik bir bölüm de var. Olsen bunun ardından “Nahyan’ın bölgeye dair, ilginç bir biçimde İsrail’inkine yakın bir bakış açısına sahip olduğundan” dem vuruyor. Al birini vur ötekine. Altın kaplama camilerinde namaz kılar bu emirler, krallar ve generaller, kendilerini Tahran ‘Hitleri’nden korumak için daha fazla Amerikan silahı satın alırlar ve Amerika’yla İsrail’in gücünün kendilerini koruması için Tanrı’ya yakarırlar. Bu fantezinin sonraki bölümünü sabırsızlıkla bekliyorum yahu. (30 Kasım 2010)
Kaynak: Radikal