Lübnan, Irak ve Afganistan olmak üzere bölgenin pek çok yerinde denenen ve henüz tatmin edici bir sonuç vermeyen yapılandırma çalışmaları şimdilik Pakistan'a kaymış görünüyor. Pakistan'ın istikrara kavuşması, Amerikan seçimleri bağlamında yeni bir yönetimin işbaşına gelmesi ve farklı bir süreç başlatmasıyla yakından ilgili
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Saud el Faysal'ın "ABD'nin dünyanın herhangi bir yerinde yaşamış olduğu sorunu çözmeye çalışırken iki sorun birden yaratıyor" sözü Amerikan yönetiminin başta Pakistan olmak üzere tüm kriz bölgelerinde içinde bulunduğu çıkmazı açık bir şekilde özetlemektedir. Bu durum 11 Eylül saldırılarının yedinci yıldönümünü dünya gözyaşları ile anarken, İslamabad'ın, terörle mücadele başlığı altında Washington ile imzaladığı güvenlik anlaşmalarının bedelini yeni bir şiddet dalgası ile ödemek zorunda kalacağı anlaşılması sonrasında çok daha net bir biçimde görülmüştür.
Pakistan'da son dönemde yaşanan ve halihazırda devam eden siyasal ve askeri gelişmeler gerek bu ülkeyi gerekse bölgeyi tedirgin etmektedir.
Bu tedirginlik özellikle Marriott oteline yönelik intihar saldırısı ve Pakistan güvenlik güçlerinin Amerikan uçaklarına ateş açması sonrasında iki ülke arasındaki ilişkilere de yansımaya başlamıştır.
'Muz cumhuriyeti'
Pakistan medyasında son dönemde ülkenin bir muz cumhuriyeti olmadığı, geçmişi ve siyasal ve askeri anlamda sahip olduğu güç çerçevesinde gerek bölgesel gerek uluslararası alanda prestij sahibi bir devlet dahası önemli bir nükleer güç olduğu sesleri giderek yükselmesi ise iki ülke arasındaki uçurumun ne denli ciddi olduğunu göstermektedir.
ABD'nin Pakistan kartını özellikle son dönemde ne şekilde kullandığının anlaşılabilmesi için ülkede yönetimin nasıl ve niçin el değiştirdiğinin bilinmesi şarttır: Nitekim, 1999'da ABD'nin göz yumduğu bir askeri darbe sonucu Navaz Şerif'i iktidardan uzaklaştıran Pervez Müşerref her ne kadar üniformasını birçok kez çıkarmışsa da askeri kimliğini hiçbir zaman bir kenara bırakmayarak, ülkeyi bu zihniyetle yönetmekten çekinmemiştir. Fakat, ne var ki Müşerref hem ülke içinde hem de uluslararası platformda demokratikleşme ve insan hakları konusunda maruz kaldığı yoğun baskılar sonucu güç kaybetmeye başlaması sonrasında Washington tarafından yalnız bırakılmıştır. Halbuki eski cumhurbaşkanı 11 Eylül olayları sonrasında ülkesinden gelen tüm eleştirilere rağmen güvenlik anlaşmaları imzalayarak sepetteki tüm yumurtaları ABD'ye teslim etmiş ve gerek ülkesindeki gerekse Afganistan'daki Amerikan operasyonlarına destek vermekten çekinmemiştir.
Müşerref ve Bush Müşerref'in halk desteğini kaybetmesine ve akabinde yakın dostu Bush'un ülkesinin çıkarlarının tehlikeye girdiğini görmesi sonrasında ona sırt çevirmesine neden olan olaylar demokratikleşme konusunda verdiği sözleri durmamasıyla sınırlı değildir.
Şöyle ki:
- Demokrasi vaadiyle sürgünden dönen Benazir Butto'nun bir suikaste kurban gitmesi,
- Veziristan bölgesindeki sivil yerleşim birimlerine yönelik askeri operasyonlar sonucu onlarca masum insanın ölmesi,
- Ülkede çok sevilen başta özelleştirme olmak üzere yönetime sert eleştiriler getirmekten çekinmeyen Anayasa Mahkemesi Başkanı'nı görevden alması,
- Geçtiğimiz Aralık ayında kendi taraftarlarından oluşan meclisin iki kanadında yaptırdığı seçim sonrası kendisini cumhurbaşkanı ilan etmesi
- Pakistan ile ABD arasında son yedi yıl boyunca teröre karşı ortak mücadele adı altında sürdürülen girişimlerin sonuç vermekten uzak kalması bir yana özellikle Peşaver bölgesinde el Kaide terör örgütünün gücünü kırmayı başaramaması Washington'un memnuyetsizliğini artırmış ve Müşerref'in görevi bırakmasına neden olan gelişmelerin başlangıcını oluşturmuştur.
Butto'lar
Pakistan Devleti'nin kurucusu Zülfikar Ali Butto'nun kızı olan Benazir Butto'nun eşi olarak ün yapan fakat ağır yolsuzluk ve rüşvet iddiaları nedeniyle "bay yüzde on" adıyla bilinen Asıf Ali Zardari'nin, ABD tarafından Müşerref'e alternatif olarak görülmesi, muhafaletin önde gelen lideri Navaz Şerif'in, Zardari'den desteğini çekmesi yeni cumhurbaşkanına karşı ülke içinde oluşan siyasi bloğun daha da sertleşeceğini ve ülkeyi yeni bir siyasi krizin beklediğini göstermektedir. Bu durum kuruluşundan beri geçen 61 yılın yarısını askeri darbelerle geçiren Pakistan'daki siyasal bunalımın derinleşmesinin yeni bir askeri darbe ihtimalini güçlendireceği sonucuna götürmektedir.
Uluslararası terörizmle postmodern mücadelenin başlangıç tarihi olan 2001'de aralarında İspanya Başbakanı Jose Maria Aznar, Avustralya Başbakanı John Howard, İngiltere Başbakanı Tony Blair, Polonya Jaroslaw Kaczynski ve Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerref'in katılımıyla kurulan ve ABD'ye destek olma kararı alan bütün liderlerin iktidarlarını kaybetmesi ve bu projenin çökmesi; dahası karşı kampta yer alan İtalya, Almanya ve Fransa gibi ülkelerin söylemlerinin haklı olduğunun Irak ve son olarak Pakistan örneğiyle anlaşılması Bush yönetimini daha da öfkelendirmiştir. Bu bakımdan terörle mücadele anlamında yeni bir açılımın ortaya konmasının zamanının geldiği gören Beyaz Saray dünya kamuoyunun desteğini sağlayacak yeni bir strateji ortaya koymaktan çok özellikle Pakistan'da yaşadığı çıkmazdan kurtulmak için Irak'ta elini rahatlatan ancak şiddet eylemleri düzenlemekten çekinmemesiyle tanınan "Black Water" tarzı özel güvenlik şirketlerinden yararlanmayı ve etnik anlamda güçlü aşiretlere silah ve para desteği sağlayarak "Es Sahva" benzeri milis güçleri oluşturmayı ciddi biçimde gündemine almıştır.
Irak ve Afganistan Lübnan, Irak ve Afganistan olmak üzere bölgenin pek çok yerinde denenmekte olan fakat henüz tatmin edici bir sonuç vermeyen yapılandırma çalışmaları şimdilik Pakistan'a doğru kaydırıldığı görülmektedir. Bu yeni süreçte şimdiye kadar göz yumulan Afganistan'ın siyasi, askeri ve parasal kaynağı konumunda olan ve bu bakımdan "ideolojik-lojistik" deposu konumundaki Pakistan'daki radikal gruplardan duyulan rahatsızlığın rolü inkâr edilemez. Ancak ABD'nin bugün asıl yoğunlaştığı mesele nükleer silah sahibi tek Müslüman ülke olan İslamabad yönetiminin elinde bulundurduğu bu gücün Washington'un ileride çıkarlarını tehdit edebilecek bir yönetimin eline geçmesini engellemektir.
Anlaşılan odur ki Pakistan'ın istikrara kavuşması, Amerikan seçimleri bağlamında yeni bir yönetimin işbaşına gelmesi ve farklı bir süreç başlatmasıyla yakından ilgilidir. Bununla birlikte ABD içinde terör korkusundan beslenen güç odaklarının Pakistan'a biçtiği gömlek ülkenin kuzeybatısında bulunan kamplarda bulunduğundan şüphe edilen Usame Bin Ladin'in yakalanmasına yardım ederek gerek bu seçimlerin akibetinin değişmesini gerekse Washington'un bölgedeki elini rahatlatmasını sağlamasından ibarettir.
Kaynak: Radikal