Gazze'deki savaş sona ermişken İsrailli ve Amerikalı liderler dikkatlerini daha büyük bir tehdide, yani İran'a çevirmek zorunda. Haaretz'teki bir haber, Obama ekibinin İran nükleer silah sahibi olursa ABD'nin nükleer şemsiyesini İsrail'e genişletmeyi düşünebileceğini öne sürüyor. Bu fikri köşe yazarı Charles Krauthammer ortaya attı ve başkan adayı olduğu dönemde İran İsrail'e saldırırsa 'Onları tamamen yok edebileceğimizi' söyleyen Hillary Clinton tarafından sahiplenildi.

Bu tür sert konuşmalar iyi hissetmemizi sağlayabilir ama bunun krize çözüm olduğu zannedilmemeli. İsrail, 100-200 savaş başlığı içerdiği tahmin edilen nükleer cephaneliğe sahip olduğundan bir ABD nükleer tehdidinin hangi amaca hizmet edeceği belli değil. İsrail'in elinde olan İran'ı 'haritadan silmek' için yeterli. İsrail'e yönelik olası bir İran saldırısı durumunda bir ABD başkanının masum İranlıları öldüreceğini varsaymak gerçekdışı. İran'ın bir savaş başlığını nasıl atacağını düşünürseniz, ABD'nin harekete geçme ihtimali daha da azalıyor. Şahab-3 füzelerini içeren bir saldırı en az muhtemel atış yöntemi, zira daha o füzeler inmeden atıldığı yer bulunabilir. İzini sürmesi daha zor ve kullanılması daha muhtemel olan, teröristlerin ateşleyeceği taşınabilir nükleer bir cihaz olur. ABD şüpheli istihbarata dayanarak misilleme planı yapmaya zorlanacaktır. Bunun bizi Irak'ta nereye götürdüğünü biliyoruz. Başkan Barack Obama hatalı olabilecek istihbaratla nükleer savaş riskine girer mi?

ABD'nin İran'a karşı güvenilir bir nükleer caydırıcılık yaratabileceğini farz etsek bile, bu rahat bir nefes alabiliriz demek değil. Soğuk Savaş'ta iki süper güç en az iki durumda tehlikeli biçimde nükleer çatışmanın eşiğine geldi; sadece 1962'deki Küba füze krizinde değil, Kremlin'deki bazılarının gerçek bir ilk fiili saldırının hazırlığı olarak yanlış değerlendirdiği NATO'nun 1983 'Able Archer' tatbikatında da.

İran'ın tecrit edilmiş ve paranoyak liderleriyle, bu tür yanlış hesapların gerçekleşmesi daha muhtemel.Nükleer silahlar asla kullanılmasa bile, onlara sahip olunması tek başına istikrar bozucu olabilir. Nükleer cephaneliğiyle korunan Sovyetler Birliği Doğu Avrupa'ya hâkim olabildi, Afganistan'ı işgal edebildi ve Kore'yle Vietnam'daki savaşları sürdürenleri destekleyebildi. Kremlin kısmen, ABD nükleer silah sahibi bir süper güce karşı etkili askeri seçeneklere sahip olmadığı için bu kadar saldırganca hareket edebildi.

Pakistan, 1998'de ilk nükleer silahlarını denediğinden beri aynı pervasızlıkla davrandı. 1999'da Pakistan ordusu Keşmir'e sızmasını artırarak Hindistan'la kontrolden çıkabilecek düşük seviyeli bir çatışmanın kıvılcımını çaktı. Pakistan İran'ın nükleer programı için Sovyetler Birliği'nden daha uygun bir analoji. İran, Pakistan gibi, terörist gruplarla bağları olan militan bir İslami devlet. Nükleer silahların, mollaları zaten mevcut olan terör desteklerini artırma yönünde teşvik etmesi muhtemel. Mollalar, nükleer sırlarını Suriye
ya da Hizbullah'la bile paylaşmaya niyetlenebilirler. 

Türkiye de nükleer güç olmak isteyebilir
İran'ın bölgeye hâkim olmaya amaçladığı tahmin edilen planlarından dolayı komşuları çoktandır endişeli.

Tahran'ın nükleer silahlara sahip olması onların korkularını artırır ve bu da Cezayir, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan, Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin kendi nükleer cephaneliklerini edinmelerine yol açabilir. Bazıları ABD'nin nükleer şemsiyesini sadece İsrail değil, bu diğer ülkelere de genişleterek bunu önleyebileceğini öne sürüyor.

Bu strateji, Güney Kore, Batı Almanya ve Japonya'da işe yaradı, ama üçünde de ABD garantisi çok sayıda Amerikan askeriyle desteklendi. Çoğu Ortadoğu ülkesinde az sayıda ABD askeri konuşlandığından, bu ülkelerin liderleri nükleer savaş riskine girme yönündeki herhangi bir ABD vaadinin samimiyetinden şüphe eder. İran'ın nükleer silah elde etmesinden sonra ne olacağını planlamak yerine, bunu önlemek için ne yapabileceğimize odaklanmamız gerekiyor. (ABD Dış İlişkiler Konseyi Ulusal Güvenlik Çalışmaları üyesi, 27 Ocak 2009)

Kaynak: Radikal