İnsanlar gibi milletlerin de karakteri olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bir milleti millet olma vasıfları itibariyle ele almanın hem o topluluğu hem de o toplulukla ilişki içerisinde olan toplulukları tanımak açısından fevkalade önemli olduğu bilinecektir.

 

Millet kavramına ilişkin değerlendirmelerin ümmet bağlamındaki değerlendirmelere engelmiş gibi algılanması, bir süre sonra milletlerin/ırkların dolayısıyla farklı bir boyutuyla gerçeklerimizin inkârını beraberinde getirmektedir.

 

Kürt/Zaza meselesi, hangi bakış açısıyla baktığımıza göre olduğu gibi hangi coğrafyadan baktığımıza göre de farklı şekil alabilmektedir. Yurtiçinden bakanlar ya kısa yoldan meseleyi “terör” ile özdeşleştirir ya da “mücadele” sloganına indirgerken, yurtdışından bakıldığında mesele “Kürtlerle Türklerin savaşı” olarak algılanabilmektedir.

 

Bu meselenin o veya bu şekilde okunması ve farklı sebeplerle izahı, hatta çoğu zaman sözde sosyolojik değerlendirmelerle konunun realitesi kabul ediliyormuşçasına yüzeysel geçilmesi, bu coğrafyadaki milletlerin doğru algılanması önünde engel olmaya devam ettiği gibi kayda değer netice de doğurmamıştır.

 

Biz ta en başa dönerek, Kürt/Zaza vb. meselelerin çözümünün İslam kardeşliğinde olduğunu söyleyeceğiz yeniden.

 

22 Temmuz seçimlerinde doğu ve güneydoğu bölgelerinde insanlarımızın tercihinin Ak Parti’den yana olmasını birçok sebeple izah etmek sözkonusuyken, kanaatimizce en önemli etkenin, bölge halkının dindarlığı ve muhalifliği (ki bu muhaliflik büyük ölçüde Şeyh Said örneğinde de olduğu gibi dini refleksten kaynaklanmaktadır) olduğunu doğru tespit etmezsek, son dönemde dinle ilişkisizliklerine rağmen dine saygısız davranmamaya dikkat eden PKK merkezli yapılanmaların bölgede neden sınırlı kalmaya mahkûm olduklarını doğru anlayamayız.

 

Kaldı ki yurt dışında da olduğu gibi en önemli yanlış algılamalardan biri, Kürt/Zaza meselesini PKK merkezli ele almaktır. Bu milletlerin en önemli özelliklerinin dindarlıkları olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Özellikle Zazaların yoğun yaşadığı Bingöl gibi bir ilde Ak Parti’nin oy oranının Türkiye sıralamasında birinci olmasını dindarlık ve “dindarlık saikiyle bugünlere gelmiş muhaliflik” şeklinde okuyamamak, Bingöl’deki oy oranının yüksekliğini sorgularken Zazaların Kürtlere isyanı şeklinde yorumlamaya götürmektedir masa başı yorumcularını.

 

Oysa Bingöl’ü iyi bilenler bu tercihin en önemli sebebinin Müslümanlıkla ilgili olduğunu ve geçmişte Refah Partisi döneminde de bu ilimizin Türkiye ortalamasında birinci olunduğunu hatırlarlar. Dolayısıyla bu ildeki oy oranını Zazaların Kürtlere tepkisi şeklinde okumak çok vahim bir hata olmak yanında belki de manipülasyondur.

 

 

Zazaları/Kürtleri doğru anlamanın bir diğer yolu da geçmişte bölgedeki potansiyelin ne şekilde heba edildiğini hatırlayıp bu durumdan ders çıkarmaktan geçer. Başta Bingöl olmak üzere bölgedeki fıtri dini potansiyel; ya siyasi hareketlerimizin bölgeye yakışmayacak derecede ılımlı (suya sabuna dokunmayan desek daha uygun olacak) olmalarından ya da bölgedeki dini oluşumların bir aşırılıktan diğer aşırılığa sürükleyen yaklaşımlarından dolayı hor kullanılmıştır. Bunun yıkımları maalesef halen devam etmektedir.

 

Ak Parti’nin bölgeyle ilgili dışa dönük söylemleri konjonktürel olarak halkı tatmin ediyor gibi görünse de halkın günübirlik derdine ve temel değerlerine hitap etmedikçe ve bunu birebir insan unsurunun dinamiklerini harekete geçirerek yapmadıkça bu potansiyele tekrar tekrar yazık edilmiş olunur ki milletlerin de dayanma sınırını zorlayan bu ihmalkârlığın (belki istismar demeli) hep böyle devam etmeyeceği pekâlâ tahmin edilebilir.

 

Yine Bingöl ölçeğinde ele aldığımızda görürüz ki Milli Görüş hareketi, İslami duyarlılığı kuşatıp örgütleyememiş, nur cemaati gurupçuklar bazında etkili olmakla beraber (özellikle Fethullan Gülen gurubu) rakamsal fazlalığına rağmen halkın dinamiklerine hitap edememiş ve bölgedeki Hizbullah gibi yapılar ise gençliğin duyarlılığını yanlış mecrada harcayarak genel anlamda dindarlık ve muhaliflik diye adlandırabileceğimiz bölge hassasiyeti sadece seçim dönemlerinde tepkiselliğe dönüşen bir yapıya bürünmek zorunda kalmıştır.

 

Bölgedeki radikal dini unsurların, şeffaflaştıkları ve hatta siyasallaştıkları takdirde hem kendilerine hem de bölge insanına daha faydalı olacaklarını şimdiden görmek mümkündür. Fakat bu süreçlerin daha korkusuzca ve dürüstçe yürütülmesi, aynı zamanda örgüt formatından, psikolojisinden ve söyleminden uzaklaşılması gerekmektedir.

 

Bölgede sağlıklı İslami yapılanmalara ihtiyaç olduğu kanaatindeyiz. Kürt kızını erkeğe, Zaza erkeğini dinsize dönüştürme gayreti PKK’yi başarısız kılacaktır. Kanaatimizce Milli Görüş çizgisi, bölge şartlarına göre yeniden yorumlanabilirse Zazalar/Kürtler için en itidalli çizgi olma potansiyelini hala taşıyor olma özelliğine yazık etmemiş olacaktır. (Milli Görüşten kastımızın salt bir parti çalışması olmadığını hatırlatalım).

 

Yıllarca Türk-İslam söylemini eleştirip de bu gün Kürt-İslam söylemine tutunmaya çalışanlar bir başka biçimde bu halkı, mecrasının dışına zorlamaktadırlar.

 

Şunu da cesaretle ortaya koymalıyız ki; Kürt/Zaza halkının etnik anlamda kendi kimliğini ifade etmesi önündeki her engel, inançların ve ırkların çatışmasını beraberinde getirmektedir. Ortaasya Türki cumhuriyetlerinde bile her milletin etnik yapısının kendi kimliğinde yazılabilmesinde sakınca görülmezken, bizim hala bunları konuşuyor olmamız büyük talihsizliktir.

 

Bölgeyi askeri-siyasi ya da psikolojik olarak oluşmuş olan kuşatmadan kurtarmanın ve her tarafa zarar veren bir yapıdan uzaklaştırmanın yolu, İslam kardeşliğini yeni baştan (elbette hakkını vererek) ele alıp, başka konjonktörel fikirlere kaymadan, bir taraftan bunu halkın fıtratında nakış nakış işlerken diğer taraftan etnik farklılığı kabul etmek erdemini göstermekten geçer.

 

Kaçmakla kurtulamayacağımız gerçeklerimiz/sorumluluklarımız ihmal edildikçe ya da yok sayıldıkça korkulara dönüşür. Korkularımız ise zamanla fikirlerimizi şekillendirir. Korkunun yoğurduğu fikrin, sahibine faydası olmadığı gibi aksine zararı olacaktır.