İsrail-Filistin meselesi yalnızca binlerce insanın mezarı üzerinde değil, aynı zamanda ölü müzakerelerin de mezarlığı üzerinde yükseliyor artık. Üstelik, barış müzakereleri öldükçe, ölen insanların sayısı da artıyor çünkü en başa çıkılmaz ölüm, umudun ölümü...
1991’de Madrid’de başlayan süreçte, herkes ne kadar umutluydu oysa. Sonra Oslo. Arkasından Wye, Taba, Camp David, Annapolis, en iyimser diplomatların bile adını hatırlamadığı başka sonuçsuz görüşmeler.
Bugüne kadar yapılan müzakerelerde denklemler de her seferinde değişti, toprak karşılığı barış, barış karşılığı barış, güvenlik karşılığı barış, Arap ülkelerinin İsrail’i tanıması karşılığı barış. Bu hafta İsrail ve Filistin arasında başlayan doğrudan görüşmelerin adı da Obama karşılığı barış.
Amerika’da Başkan Obama’yı zorlayacağı çok belli olan ara seçimler yaklaşırken, Irak’ta ve Afganistan’da işlerin hiç de iyi gitmediği bu kadar aşikarken, İran’ın nükleer gücü meselesi bu kadar yakıcıyken, Obama yönetimine bir başarı lazım, o da acilen lazım.
Oysa, kutsal topraklar da hesaplar hiç de öyle değil. Seçimler yaklaşırken, Obama yönetiminin baskı uygulamaktan zinhar kaçındığı Netanyahu, çözümün önündeki en büyük engel olan İsrail kolonilerini, yani Yahudi yerleşim birimlerinin genişlemesini durdurma sözü vermek istemiyor. Bu konuda ilan edilen moratoryum 26 Eylül’de bitiyor. Kolonileştirme çabaları yeniden başlarsa, Abbas’ın masada kalması da zor, kendi halkı gözünde zaten çoktan bitmiş kredisi iyice yerin dibine batacak çünkü.
Bir mucize olsa ve bir anlaşmaya varılsa bile Hamas’ın kabul etmediği bir anlaşma zaten ölü doğmuş olacak. Hamas da bu görüşmelere karşı, yalnızca Filistin’in çıkarları için değil elbette, kendi iktidarını da bırakmak istemiyor ve onlara Gazze’de kurdukları istibdat altındaki ‘şey’ yetiyor. O yüzden de ‘ben varım’ demek için, İsrailli yerleşimcilere yönelik saldırılar başlattı.
Her ne kadar bu saldırıları ‘kahramanca’ olarak tanımlasa da, doğrusu yolda giden arabaların içindeki insanları öldürmenin pek kahramanca bir tarafı yok. Tıpkı İsrail’deki hahambaşının Filistinlilere lanet okumasının barışla alakasının olmaması gibi.
Netanyahu’nun planı hiç değişmiyor, daha önce başbakanlık yaparken de aynı taktiği izlemişti, içeride ve dışarıda kendisi için avantajlı bir konum varken barış masasına oturmak ve masadan ilk kalkanın Filistin tarafı olduğundan emin olmak. Bu seferki taktiği de bu. Ama bu sefer atladığı bir gerçek var: Dünya artık bu meseleden bıktı, şöyle ya da böyle bir çözüm bekliyor.
Dünyanın karnı, yeni yol haritalarına falan da tok artık. Yolun sonunu görmek istiyor ve kendisini bu seferki barış görüşmelerinin de çuvallamasından sonraki senaryolara hazırlıyor. Olası senaryolardan biri, tıpkı daha öncekilerde olduğu gibi, şiddetin yeniden tırmanışa geçmesi, son ve en kanlı intifada, İsrail’in yeniden askeri anlamda da Filistin topraklarını işgal etmesi hatta bölgesel bir çatışmaya dönüşebilecek bir şiddet sarmalı.
Başka bir senaryo ki, Avrupa Birliği çoktan bu senaryoya hazır olduğunu söyledi, Filistin’in şu anda kontrol edebildiği topraklarda kendi devletini bütün zorluklara rağmen ilan etmesi. Filistin Başbakanı Fayyed çok uzun süreden beri bütün enerjisini bu devletimsi örgütlenmenin alt yapısını her anlamıyla hazırlamaya adadı kendisini. Türkiye gibi ülkeler de bu hazırlığa yardımcı olmak için elinden geleni yapmaya çalışıyor. Bu devletimsi şey, bugüne kadar Filistin’i tanımamış ülkeler tarafından da kabul görecek gibi. Eğer bu yapı yaşayabilirse, güvenlik konusunda da ağır kazalar çıkmazsa İsrail, tekrar ama bu sefer kalıcı bir anlaşma için masaya dönmeye zorlanabilir.
Başka bir seçenek de Filistinlilerinin kurulduğu ilk günden beri Filistin Sultası olan ismi nedeniyle Filistin salatası diye alay ettiği, özerk yönetimin kendi kendini feshedip, İsrail’e, “Hadi Batı Şeria’yı ve Gazze’yi ilhak et. Bizi de eşit haklara sahip vatandaş yap” diye tutturması. Aslına bakacak olursanız, Filistin-İsrail meselesi gerçek, yaşayabilir, biricik çözümü de bu, tek demokratik çok milletli devlet. Ama elbette İsrail için bu kabul edilemez bir durum, o yüzden Netanyanu görüşmeler başlar başlamaz “Filistin bizi Yahudi Devleti olarak tanısın” diye tutturdu.
Ne olacağını hep beraber göreceğiz ama yine de çıkarılması gereken ders belli, geciken barış, barış değildir.
Kaynak: Radikal