Sanatçı, mütefekkir Akif Ak'ın son derece sıcak ve mükellef iftarında dostlarla buluştuktan sonra, "Amasya Mektupları"nın şairi Cafer Turaç ile birlikte oradan ayrıldık.

Kadir gecesiydi ve biz yeryüzünün yaşayan en büyük şairi Sezai Karakoç'u ziyaret etmek için yola çıkmıştık.

Ne mutlu bize ki, "Bu Şehr-i'Stanbul"da bir bilge adam yaşıyordu…

Ve ne mutlu bize ki, bu bilge adamı, Yüce Diriliş Partisi Genel Başkanı Sayın Sezai Karakoç'u, Fındıkzade'deki İstanbul İl Merkezi'nde ziyaret ettik.

Bu vesileyle, Sayın Karakoç'un yaptığı konuşmaları, Yüce Diriliş Partisi'nin internet sitesinden (www.yucediriliş.org) cumartesi günleri online, diğer günler banttan izlemenin mümkün olduğunu büyük bir sevinçle öğrendik.

Sayın Sezai Karakoç'un, mezkur yerde, 6 Ekim'de yaptığı konuşmayı eve döndükten sonra internet üzerinden takip etme fırsatım oldu.

Konuşmayı büyük bir heyecanla izledim…

Sayın Karakoç, coğrafya ve tarih özelliğine vurgu yaparak devletin yeniden tarif edilmesinin gerektiğini ifade buyurduktan sonra: "Bu millet niçin yaşıyor? Bu millet kendince inandığı idealleri yaşatmak için yaşıyor…" diyordu.

Bu konuşmadan fragman niyetine birkaç 'pasaj' aktarmak isterdim ama bütünü hakkında yeterli bilgi vereceğini düşünmediğim için vazgeçtim.

Rejim bunalımlarını tarihi arkaplanlarıyla ele alarak anayasa çalışmalarına değinen ve Kürt sorununun kökenine dair çok önemli açıklamalar yapan Sayın Sezai Karakoç'un konuşmasının bütününü "www.yucediriliş.org" adresinden takip edebilirsiniz.

Ayrıca, Ramazan bayramının ikinci günü, yani cumartesi öğleden sonra saat 2 ile 5 arası, Yüce Diriliş Partisi'nin İstanbul İl Merkezi'nde 'bayramlaşma töreni' yapılacağını belirtelim.

***

NOT: Dünkü, "Duvardibi" ile alakalı yazımdan, nasıl oldu bilemiyorum ama (sehven olduğu kesin) bir cümle düştü.

O cümle aynen şöyleydi: "İHH'nın dur–durak bilmez görevlisi Osman Atalay da, artık Afrika'dan mı, Malezya'dan veya Pakistan'dan mı, döner dönmez ayağının tozuyla duvardibine kurulacak, yediği içtiği onun, gördüğü gezdiği hepimizin olacaktı…"

Bir de, bazı dost ve arkadaşlar, "duvardibi"nin müdavimleri arasında oldukları halde adlarının zikredilmemesine, anlayabildiğim kadarıyla alınmış.

Yahu erenler, "duvardibi"nin tarihini yazmadım ki ben! Nihayetinde, bir gazete yazısından ibaretti.

Oruçluyuz; kafamız dağınık, dimağımız paramparça. Biraz anlayış gösterin, n'olur!

Bakın, en yakın arkadaşlarımdan Taceddin Ekmen'in soyadını bile yanlış yazmışım. Gazetede yanlış çıktı dün. Neyse ki, internette düzeltmiştim.

Demek isterim ki; hele şu oruç bitsin; kafayı toparlayalım, dimağımız iyice bi yerine gelsin, ondan sonra ne söylerseniz başım üstüne.

Yani, şimdilik idare edin lûtfen…

 

 

Kaynak: Yeni Şafak