Türkiye'nin geniş kapsamlı bir yargı reformuna ihtiyacının olduğu herkesin kabul ettiği bir gerçek. Siyasi ya da idari etkiye sahip yargı kararlarından etkilenen binlerce insan yanında, adaletin geç tecellisinden kayba uğrayan tek bir bireye kadar hepimizin yakından müşahede ettiği bir durumla karşı karşıyayız.

Geniş kapsamlı bir yargı reformunun bugün kutuplara ayrılmış kurumlar ve toplumsal tabakalar sebebiyle neredeyse imkânsız olduğu da hazin bir vakıa. Bunun içindir ki yapılan ve yapılması planlanan reformlar hâlâ Avrupa Birliği manivelası ile sürdürülüyor ya da hazırlanıyor. Yine de bu konuda öneriler getirmeye devam etmeliyiz. Zira yargı, hukukun üstünlüğü ilkesinin yaşama geçirilmesinde çok önemli bir birim. Türkiye'deki yargı meselesinin bir zihniyet, bir yasal bir de kurumsal boyutu olduğunu daha önce belirtmiş ve zihniyet meselesini ele almıştım. Burada yasal ve kurumsal boyutlara değineceğim.

'ADALETİN TECELLİSİ' HIZLANACAKTIR!

Kanaatimce, geniş kapsamlı bir yargı reformu için yasal ve kurumsal düzeylerde yapılacak en önemli düzenleme BASİTLEŞTİRMEdir. Yasal düzeyde basitleştirme gerekir. Çünkü adaletin tecellisi ve bunun vatandaşlar tarafından öyle algılanması için yasaların ve hukuk kurallarının ortalama vatandaşın anlayacağı şekilde basit olması gerekir. Neyin neden suç olduğu basit yalın bir tanımlamayla ve herkesin anlayacağı şekilde belirlenmelidir. Yine, yargılamanın her aşamasında basit ve anlaşılır kurallar dâhilinde yapılması gerekir. Bu bir yandan adaletin tecellisine ilişkin şüpheleri azaltırken, diğer yandan da adaletin tecellisini hızlandıracaktır. Adaletin tecellisini hızlandırmanın bir yolu da Türkiye için gerekli olan mahkemeye gitme oranını mümkün olduğunca düşürmektir. Mağdur olan bireyin hakkını mahkemede araması elbette en tabii hakkıdır. Kastettiğim, doğrudan bireylerin mağduriyetine yol açmayan hususlarda, mahkemeye gitmenin ancak somut vakalarla bireyleri ya da birey gruplarını etkilediği gösterilince mümkün olmasıdır. Mesela, bu çerçevede soyut varlıklara yönelik suçlar (devlete, kurumlara, topluma vb. şeklinde tanımlanan suçlar) ya tamamen kaldırılmalı ya da çerçevesi çok somut tanımlanmalı. Türkiye'de bu tür "suç"ların mahkemelerin yükünü ne derece artırdığını hepimiz biliyoruz. Çok tartışılan 301. madde konusu buna örnektir. Benzer şekilde kamu davalarına konu olan suçların da dar şekilde tanımlanması yargı yükünü hafifletecektir. Dahası, kamu davası müessesesinin yaygın kullanımı suiistimali de beraberinde getirmekte ve belli kişi ve gruplar bu müesseseyi kendi şahsi ya da ideolojik amaçları için kullanabilmektedirler. Son olarak, yargı kararlarının da basit şekilde herkesin anlayacağı dilden ifade edilmesi elzemdir. Özetle, yargı reformu için yasal düzeyde hem içerikte, hem usulde hem de neticede bir basitleştirmeye ihtiyacımız var.

Hukukun üstünlüğüne dayalı çağdaş demokratik bir toplum düzeyine çıkmak için kurumsal planda da bir basitleştirme reformu yapmamız ve bunun yanında yargı kurumlarının hesap verebilirliğini ve toplumu temsiliyet kabiliyetini artırmamız gerekiyor. Düşününüz ki 22 yaşında hukuk fakültesini bitiren ve yargı mesleğine giren birisi yaş haddinden emekli oluncaya kadar ezici çoğunluğunu yine kendi meslek mensuplarının belirlediği kendi üst kurulları tarafından terfi ve denetime tabidir. Hiçbir meslek grubunun toplumdan böylesine kopuk bir sorumsuzluk durumu yok. Dolayısıyla kurumsal düzeyde topluma hesap verme ve toplumsal temsiliyet bağının kurulması gerekir.

Yargı reformu için kurumsal düzeyde özellikle yüksek yargı için bir basitleştirmeye ihtiyacımız var. Yüksek yargı ile; kararlarına karşı ulusal düzeyde itiraz mercii olmayan, yani nihai temyiz mahkemelerini kastediyoruz. Bu kapsama giren ülkemizde, vergi ve hesap denetimi yapan çok özel mahkeme Sayıştay'ı istisna tutarsak, 5 tane yüksek mahkememiz var: Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay ve Askerî Yüksek İdare Mahkemesi. Gelişmiş demokratik ülkelerin hiçbirinde 5 tane yüksek mahkeme bulamazsınız. Hatta en gelişmiş demokrasi örneğini sunan Anglo-Sakson ülkelerinde genellikle bir tane yüksek mahkeme vardır. Teamül hukuku (common law) geleneğine dayanan bu ülkelerde (ABD; Britanya, Kanada, Avustralya gibi) hukukun birliği ilkesi gereği genel mahkemeler idari ve anayasal denetim de yaparlar. Medeni hukuk (civil law) geleneğine dayanan çağdaş demokratik Kıta Avrupa'sı ülkelerinde (Fransa, İtalya ve Almanya gibi) ülkelerde idari denetim ve anayasal denetim yapan yüksek mahkemeler vardır. Lakin hiçbirinde bizdeki gibi bir mahkeme kompozisyonu ve geniş yetkiyi göremeyiz. Bundan da önemlisi, hem teamül hukuk geleneğine hem de medeni hukuk geleneğine dayanan gelişmiş demokratik ülkelerde mahkemelerin üye kompozisyonunun çoğunluğu, toplumun genelini temsil kabiliyetine sahip organlar tarafından doğrudan belirlenmektedir. Şöyle ki; Amerikan Yüksek Mahkemesi'nin bütün üyeleri, seçimle gelen ABD başkanları tarafından yine seçimle gelen Senato'nun onayıyla atanır. Kanada ve Avustralya'da yüksek mahkeme üyeleri başbakanların önerisi ile genel vali tarafından atanırlar. Fransa Anayasa Konseyi eski cumhurbaşkanlarının yanında mevcut cumhurbaşkanı, senato başkanı ve meclis başkanınca atanan üyelerden oluşur. Alman Anayasa Mahkemesi'nin tüm üyeleri Parlamento ve Federal Konsey tarafından seçilirken, İtalyan Anayasa Mahkemesi'nin üyelerinin üçte ikisi cumhurbaşkanı ve parlamento tarafından seçilmektedir. Örnekleri uzatmamızın lüzumu yok. Öyleyse yapılacak bir yargı reformu, yukarıdaki gelişmiş demokratik ülkelerde olduğu gibi, yüksek yargı organlarının üyelerinin çoğunluğunun toplumun genelini temsil kabiliyetine sahip organlar tarafından belirlenmesine olanak sağlayacak bir düzenleme içermelidir.

YÜKSEK MAHKEME SAYISI AZALTILMALI

Kurumsal basitleştirme için yüksek mahkeme sayısı azaltılmalıdır. Bir kere, gelişmiş demokratik ülkelerde olmayan Askerî Yargıtay ve Askerî Yüksek İdare Mahkemesi kaldırılmalı. Türkiye teamül hukuk geleneğine değil, medeni hukuk geleneğine dayanan bir ülkedir. Bu anlamda Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi'nin tek mahkemeye indirgenmesi önerisi zannederim pek taraftar bulacak bir teklif olmaz. Ama yine de düşünülmelidir derim. Teamül hukuk ülkelerinde olduğu gibi Danıştay ve Anayasa Mahkemesi'nin yaptığı idari ve anayasal denetimi pekâlâ genel mahkemeler yapabilirler. Kanımca yüksek mahkeme sayısının fazlalığı üç pratik sakıncaya yol açıyor. Birincisi ekonomik değil. Yani aynı işlevi genel mahkemeler yapabilecekken; ikinci ve üçüncü bir yargı bürokrasisi kurmak kaynakların verimsiz kullanımı demektir. İkinci sakınca, siyasi manipülasyon olasılığının ve alternatifinin artmasıdır. Yüksek mahkeme sayısının fazlalığı belli gruplara bu mahkemeler üzerinden manipülasyon yapma potansiyelini de bahşeder. Tek bir mahkeme durumunda bu potansiyel yok denecek kadar sınırlı olacaktır. Üçüncü olarak, yüksek mahkemelerin çokluğu kurumsal rekabeti ve bunun da devamında hukuki karışıklığı doğurabilir. Böyle bir durum da hukukun birliği ve genelliği ilkesini zedeleyecektir. Her halükarda gelişmiş demokratik ülkelerdeki örnekler incelenerek daha basitleştirilmiş ve toplumla bağı kurulmuş bir hukuk teşkilatlanması düşünülmelidir.

Kaynak: Zaman