Geçen asrın tarihine Nemrut Mustafa Divanı diye bilinen ünlü mahkemeyi kazandırmış bir yargı geleneğinden geliyoruz... Yassıada onun kopyasıydı... İstiklal mahkemelerini saymadım, zira Atatürk dürüst davranıp 'Bu iş hukuk işi değil' diyerek yargıçları karıştırmamış, yakın arkadaşlarından oluşturmuştu mahkeme heyetlerini..
Yassıada duruşmaları sırasında Başsavcı Altay Ömer Egesel'in 'Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor' diye ifade ettiği söz sadece o mahkemenin değil, bu zihniyete kalıcılık ve süreklilik kazandırmak isteyen devlet çekirdeğinin siyasete bakışını veciz bir şekilde yansıtması bakımından önemlidir... 1924 Anayasası'nın Meclis ve egemenlik konusunda millet iradesine dayalı yönetim mantığı karşısında 27 Mayıs darbesinin yargıya yüklediği ve halen de geçerli olan işlev Anayasa Mahkemesi'nin resmi internet sitesinde yansıyor aslında, özetleyeyim:
"1961 ve 1982 anayasalarının egemenliğin nasıl kurulacağını gösteren tümceleri, 1924 Anayasası'ndan oldukça değişik bir içeriktedir.. Anayasa tarihi yönünden ele alındığında temel amacın, parlamentonun üstünlüğüne son vermek olduğu söylenebilir. Parlamentonun üstünlüğü 1924 Anayasası'nın en temel özelliği idi. 1961 ve 1982 Anayasası'nda benimsenen yeni ilkeyle TBMM, ulus adına egemenliği kullanan tek organ olmaktan çıkmış, egemenliğin kullanılmasında yargıya önemli yetkiler tanımışlardır. Özellikle, Anayasa Mahkemesi yasaların anayasaya uygunluğunu denetlemesi nedeniyle egemenliğin kullanılmasında önemli bir paya sahiptir."
Yukarıda 'devlet çekirdeği' diye ifade ettiğim çarkın gözünde, ister kendi hazırlamış olsun ister hukuk heyetleri toplayıp yazdırmış olsun, ne anayasaların ne sair kanunların fazla bir kıymetinin olmadığını, her dönemde 'emirin demiri kestiğini' biliyoruz... 1961 Anayasası'nı keyfine göre hazırlayıp halkın oyuna sunan ve 'Bundan sonra böyle' diyen askeri idarenin daha ilk adımda silaha davrandığı herhalde unutulmadı...
Hatırlayın, anayasada cumhurbaşkanının nasıl seçileceğine dair sözde demokratik bir usul öngörmüştü darbeciler. Ancak seçimle gelmiş yeni Meclis üyelerinin büyük çoğunluğunun 'Bizim adayımız Ord. Prof. Ali Fuad Başgil' demesi üzerine ayaklandılar... 'Ya Cemal Gürsel'i seçersiniz ya açmayız meclisi, evinize dönersiniz' laflarının alenen dillendirildiği, Başgil'in başbakanlık binasına çağırılıp başına silah dayanmak suretiyle adaylıktan çekilmeye zorlandığı, onun aday olmaktan vazgeçmekle kalmayıp senatörlükten istifa etmeye kalkması üzerine 'Hayır, genel kurula katıl ve Gürsel'e oy ver' tehdidine muhatap olduğu, parti başkanlarını Çankaya'da toplayıp ellerinden Gürsel'in karşına aday çıkartmayacaklarına dair yazılı taahhüt alındığı, nihayet çevresi tanklarla kuşatılan M eclis binasında, general rütbesindeki subaylarla dolu dinleyici localarının öfkeli tarassutu altında genel başkanların oylarını kullanırken söz verdikleri şekilde hareket ettiklerini kanıtlamak üzere pusulalarını genel kurula göstermek zorunda bırakıldığı yüz karası bir tablodur bu...
Olur ki, aradan altmış seneye yakın zaman geçti, anlayış değişti, diye düşünenler çıkabilir... Böyle düşünenlere 1971'de yani 12 Mart sürecinde idare hukuku ve uluslararası siyaset hocası olan Başbakan Nihat Erim'in 'Anayasanın üzerine bir süre için şal örteceğiz, zira bu anayasa Türkiye için lüks' sözünü hatırlatmak gerek... 1982'de 12 Eylül'ün ürünü olarak ortaya çıkan metnin dünyada bir eşine daha rastlanmayacak şekilde darbecilere 'anayasal dokunulmazlık' getirdiğini de...
Sonuç: Türkiye bugün içinde bulunduğu garabet hale ne layık ne de müstahak... Meselenin AKP ya da Tayyip Erdoğan meselesi olmaktan çıktığını yazmıştım, Anayasa Mahkemesi'nin kararı bu düşüncemi sadece pekiştirdi.. AKP şimdi, yedi seneye yaklaşan iktidarı süresince sistemi demokratikleştirme yönünde hiçbir ciddi adım atmayıp perakendeci mantıkla yürüttüğü siyasetin sonuçlarıyla karşı karşıya... Günlerdir içine çekildiği cendereden çıkmak için ne yapacağı merak edilen Başbaka'nın dün parti gurubunda yaptığı konuşma da çözüm için seçtiği yolu işaretini vermekten ziyade 'dertleşme' arzusunu yansıtıyordu..
Testi kırıldıktan sonra akıl veren çok olur deyişini unutmaksızın bu iç karartıcı ortamdan çıkış için aklıma yatan tek çözümün millete gitmek olduğunu söylemek istiyorum...

Kaynak: Radikal