Sonbaharın yarı puslu günlerinin yaşandığı Ankara'da bilgisayarın başına otururken 'yazılmazsa olmaz' diye düşündüğüm iki konu arasında gidip geliyorum.
Her ikisi de Türkiye için dönüm noktası... İlkinden başlıyorum; iç karartan 'bölücü terör ve küresel kriz' gibi ağır sorunlarla boğuşurken iyi haberleri ne kadar da özlemişiz meğer. Medyada hak ettiği yeri tam bulamasa da bu çok önemli gelişme; Türkiye iki yıllığına BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine seçildi.

Nereden bakılırsa bakılsın bu bir zafer. Türk diplomasisinin altın zaferi... Güvenlik Konseyi dünya çapında bir icra organı. Cumhurbaşkanı Gül 'Dünya bakanlar kurulu gibi' dedi. Karar ve müeyyideleri tüm ülkeler için bağlayıcı. Irak, Kıbrıs ve Ortadoğu gibi uluslararası sorunların çözümünde inisiyatif Güvenlik Konseyi'nde. Devler liginde Türkiye de artık söz sahibi. Şüphesiz zafer kendiliğinden gelmedi, altın tepsi içinde sunulmadı Türkiye'ye. Arkasında 5 yıllık bir çaba ve emek var.

Hükümet 2003'ten beri kararlı siyaset ve strateji yürüttü. Adım adım ilerledi hedefe. Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Babacan destek arayışını aralıksız sürdürdü. Üyelik seçimi ikili görüşmelerde hep gündemin bir maddesi oldu. Özellikle New York'ta kamp kuran Babacan son düzlüğe girildiğinde insanüstü tempoyla çalıştı, geceli gündüzlü yoğun mesai yaptı, bir hafta içinde 50'nin üzerinde meslektaşına ulaşarak destek istedi. Emekler de boşa gitmedi.

Türkiye 192 ülkeden 151'inin oyunu alarak ilk turda seçilmeyi başardı. Üyelik sembolik değil işlevsel. Yararını göreceğiz. Bundan böyle Güvenlik Konseyi üyeliğiyle Türkiye'nin bölge ve dünya siyasetinde daha etkili rol oynayacağını söylemek mümkün. Milliyetçilik zaman zaman tartışma konusu olur. Ayrıca ulusalcılık da bir süredir moda. Türkiye'yi devler ligine taşımak... Milliyetçilik veya ulusalcılığa bundan daha fazla katkı olamaz herhalde. Kaderin cilvesi, bunun altında söz konusu kavramlarla sert muhalefet yapılan AK Parti'nin imzası var.

Uluslararası arenada Türkiye'yi söz sahibi yapmak, milliyetçi düşüncenin temel hedeflerinden... Aynı şekilde ulusalcıların da. AK Parti iktidarı bu kavramları sloganın ötesinde eyleme dönüştürmeyi başardı. Türkiye'nin gücünü 'Türk'ün Türk'e Türklük propagandası' anlayışı ve dar kalıbının dışına çıkardı. Emeği geçen herkese teşekkür etmek boynumuzun borcu.

Mutlaka yazılması gereken diğer konu ise Ergenekon... Dava yarın Silivri'de başlayacak. İlk duruşma için hazırlıklar tamam. Sadece Türkiye'nin değil dünyanın gözü bu davada. 'Asrın davası' dense yeri. Yarın 46'sı tutuklu 86 sanık hakim karşısına çıkacak. Tutukluların arasında emekli bir orgeneral ve siyasi parti lideri de var. Türkiye ilk kez 'gizli tanık' müessesesiyle tanışacak. Duruşma salonunun bitişiğinde oluşturulan özel bölümde sesi değiştirilerek aktarılacak tanığa avukatlar da soru sorabilecek.

Ergenekon, anayasal düzeni tehdit eden bir örgüt. Bir dizi eylem ve darbe ortamı hazırlamakla suçlanıyor. Soruşturma sırasında gündeme gelen iddialar dehşet vericiydi. Kanlı Danıştay baskını Ergenekon kapsamında değerlendirildi. Demokratik sistemin selameti açısından bu davanın akıbeti hayati önemde. Türkiye'nin geleceği bu davanın sonucuna bağlı. Bir ucundan yakalanan suç örgütünün üzerine sonuna kadar gidilecek mi yoksa Susurluk'ta olduğu gibi derine inmeden yüzeyde mi kalınacak? Ağır yük hakimlerin omuzlarında.

Davanın keskin tarafları var. Karşı çıkanı ve destekleyeni var. CHP lideri Baykal 'Ergenekon'un avukatıyım' dedi. En son CHP'li Kemal Kılıçdaroğlu aynı role soyundu. Adaletin tecellisi için tarafların mahkemeyi etkileyecek davranışlardan özenle kaçınması gerekir.

BM'de Türkiye'nin zaferi ve Ergenekon'un ilk duruşması... Her ikisi de ülkenin geleceği açısından dönüm noktası.

Kaynak: Zaman