Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan Moskova'ya gitti, Pakistan parlamentosunda konuştu ve ABD başkanı Barack Obama'nın çağrısı üzerine Washington'a gitmeden önce iki günlük yoğun görüşmeler için İran'a yöneldi. Acaba bunlar Türkiye'nin İran krizinin çözüm hattına güçlü bir giriş yaptığı anlamına mı geliyor? Özellikle de Erdoğan'ın 'dostumuz' diye nitelediği İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad'ı desteklemesi ve Batı'nın İran'a yönelik nükleer suçlamalarını yalanlamasının ardından...

Yukarıdaki gelişmeler yaşanırken, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun müfettişleri de İran'ın Kum kentindeki nükleer tesisi incelemeyi sürdürmek için ikinci bir ziyarette bulunma niyetlerini açıklıyordu. İlk ziyaretleri kapsamında İran'a vardıklarında, İran Meclis Başkanı Ali Laricani "Batı İran'ı aldatmaya ve zenginleştirilmiş uranyum deposunu elinden almaya çalışıyor" diye konuşmuştu. Zira İran hem zenginleştirilmiş uranyumunu korumak, hem de nükleer yakıtı dışarıdan satın almak istiyor. Yani bütün istediklerini elde ederse, Batı'nın zenginleştirilmiş uranyumu İran'dan çıkarma hedefi suya düşecek. Bu arada İran uranyumun yurtdışında zenginleştirilmesine hazır olduğu mesajını vererek, müzakere sürecini uzatma hedefiyle için Batı'yla 'pazarlığa' da başlamış durumda.

'Erdoğan yeni Chavez olmaz'
Acaba Türkiye İran'ın beklediği yeni müttefik olabilir mi? Veya Erdoğan Ortadoğu bölgesinin Hugo Chavez'i mi olacak? Batılı bir kaynak bu konuda şu açıklamayı yapıyor: "Hayır, Türkiye epey karmaşık denge oyunu oynamaya çalışıyor. Türkiye kendi arka bahçesinde büyüyen her gerginliği takip ediyor ve Körfez'de kesinlikle yeni bir askeri çekişme istemiyor. Aksine İran'ın güvenini olabildiğince kazanmak istiyor."

Erdoğan İran konusunda gidişatın cesaret verici olmadığını da biliyor. Zira diploma-sinin çözümsüz kaldığının açıklanması durumunda alternatif pek cesaret verici değil: Ya İran üzerindeki abluka sıkılaştırı-lacak ya da askeri operasyon düzenlenecek.

İran'ın taviz vermesi zor
İran Türkiye'yi müzakerelerde izlediği ağırdan alma siyasetine ilave destek olarak kullanabilir. Zira son dönemde Türkiye'nin emelleri katlandı. Bu nedenle Batı'yla İran arasındaki müzakerelerin çökmesini ve İran'la İsrail arasında askeri çekişme kefesinin ağır basmasını istemiyor. Ankara ABD'nin Irak'ta bırakacağı boşluğu doldurmaya hazır. Arap ve İslam dünyasının güvenini kazanmış olmasıysa enerji anlaşmaları imzalamasına ve siyasi koalisyonlar kurmasına yol açacak. Dolayısıyla, Ortadoğu'daki yayılmacı planlarını sekteye uğratacak bir yangının çıkması en son istediği şey. Bu nedenle kendisini İran'la ABD arasında arabulucu olarak sunmaya çalışıyor.

Fakat İran, Türkiye'nin hatta girmesinin sonucunda değişecek mi? Tahran nihayetinde nükleer programında pazarlık etmek istemiyor, süreci manevralarla uzatmak istiyor. Ayrıca ABD'yle sağlam ilişkileri bulunan Türkiye'ye güvenmiyor. Ayrıca Türkiye ve İran bölgede nüfuz için yarışan iki ülke.

Erdoğan İran'a hareket etmeden önce Pakistan'dayken, Cündullah örgütünün İran Belucistanı'nda gerçekleştirdiği ve Devrim Muhafızları'nın üst düzey komutanlarının öldüğü terör saldırısının etkisiyle patlak veren Pakistan-İran gerginliğini yatıştırmak için siyasi ve askeri görüşmeler yaptı. Türkiye bundan önce de Gazze'de Filistinlilere yönelik askeri operasyonları sebebiyle İsrail'i eleştirmekte ve Hamas'ı savunmakta tereddüt etmemişti. Bu eleştirinin amacı sadece Arap ve İslam halkları nezdinde nüfuz ve saygınlık sahibi olmak değildi. Ankara aynı zamanda Tahran'a, İsrail'in düzenleyeceği bir askeri operasyonda Türkiye'ye güvenebileceğini göstermek de istiyordu.

ABD dikkatle izliyor
İran Türkiye'ye karşı dikkatli davransa da, bu ülkenin arabuluculuğa katkıda bulunabileceğini görecek. ABD de, Türkiye'nin İsrail'e yönelik tutumlarını veya Rusya'ya yaklaşmaya yönelik adımlarını artık dikkatle izliyor.

Diğer yandan, bazı ülkelerin güvenini kaybetmesi durumunda Türkiye bütün bu bağlantılar, manevralar ve arabuluculuklar dolayısıyla tehlikeye maruz kalabilir. Fakat İran meselesinde arabuluculukta başarılı olursa, Suriye'yle İsrail arasındaki arabuluculuğu da yeniden başlayabilir. (Londra'da Arapça yayımlanan Şark ül Evsat gazetesi, 29 Ekim 2009)

Kaynak: Radikal