Ortadoğu’nun satranç tahtasında nerdeyse çok az şey çok şaşırtıcı olabiliyor. Bu hafta; Mısır ve Ürdün dışişleri bakanlarının Arap Birliği’nin elçileri olarak Kudüs’ü ilk kez ziyaret ettikleri bir haftaydı ve bu ziyaretçiler İsrail yönetiminden “çok olumlu cevaplar” işittiklerini duyurdular. 

Aynı zamanda ABD ve İran’dan diplomatlar—Suudi Arabistan’ın Vahhabi müftülüğü tarafından Irak’taki takipçilerinin gidip İmam Hüseyin ve Hz. Abbas’ın kutsal türbelerini yıkmalarını salık verildiği hiddetli bir fetvanın yayınlanmasını tetikleyen—Irak’taki Sünni isyancılarla savaşmak için olası olmayan bir ittifak üzerinde tartıştılar. Kum’un Nasır Makarem Shirazi ve Hüseyin Nuri Hamedani gibi saygıdeğer ayetullahları hemen BM nezdinde uluslar arası terörizmin alevlerini arttıran “böyle bir fetvanın lanetlenmesi” için çağrıda bulundular.

Haftanın ortasında İran dışişleri bakanı Manuçehr Muttaki’nin ABD-İran işbirliğinin seviyesinin arttırılmasıyla ilgili Washington’dan gelecek resmi bir ricayı “dikkatle gözden geçirme”yi isteyeceği, sükunetle sunuldu. Ortadoğu politikaları gerçekten şelale gibi akıyor—hatta eğer İsrail’in “Suudilerle aynı fotoğrafta görünmekten çok uzak olmadığı” şeklindeki Ha'aretz’in Perşembe günü yaptığı habere inanmayan biri için bile. 
 
Fakat hala da İran, Suudi Arabistan, İsrail, Hamas, ABD ve AB’nin aynı noktada buluşacaklarını iddia etmek çok cüretkar olacaktır. Pazartesi Türk parlamento seçimlerinin sonuçları netleşirken Ortadoğu’nun başrol oyuncuları ve batılı hegemon güçler “İslamcı” AKP’nin lideri ve başbakan Recep Tayip Erdoğan’ı büyük zaferiyle ilgili kutlamak için ortak bir zemin buldu. 
 
‘Oryantalizm’e Dönüş  

Türk seçimleri Ortadoğu’nun jeopolitikaları üzerine gölge düşürdü. Bölgenin tecrübeli gözlemcilerinden Rami Khouri Lübnan’ın günlük Star gazetesinde “dersler birbiriyle bağlantılı üç meselenin üzerine kuruludur: Ortadoğu’da İslamcı partilerin demokratik dönüşüme katılımları; silahlı güçler tarafından güçlendirilen laik ulusalcılık ile vatandaşların çoğunluğu tarafından desteklenen seçim reformculuğu arasındaki ilişki ve batılı demokrasilerin Ortadoğu’da demokrasi ve İslamcı partilerin bir arada olduğu durumlarla nasıl etkili bir şekilde uğraşacakları” şeklinde yazdı. 
 
Khouri bir Levantenli akıcılığıyla "seçim” diye devam ediyor “Ortadoğu yönetimi ve politik değerleri ile ilgili bütün oryantalist yüzyılların tahriflerini çağdaş Türkiye’nin hepimiz için çok önemli olan tek ve açık tasdikine indirgersek: aslında demokrasiyi, ulusalcılığı, laikliği, cumhuriyetçiliği, anayasalcılığı, istikrarı, zenginlik ve İslam’ı bir tek süreçte uzlaştırmak mümkündür. Bu süreç içinde bütün meşru oyuncuların rol aldığı ve kazananların hükmetmelerine izin verilen kapsamlı ve samimi demokrasidir.” 
 
Fakat Khouri içinde bulunduğu dünyada anlaşılması kolay denklemlerin asla tam olmadıklarını bilecektir. Gerçek şu ki son yirmi yıldır İslamcılar; Fas, Lübnan, Ürdün, Filistin, ve Mısır’da demokratik yaşamın bir parçası olma istekliliklerini gösteriyorlar. Fakat Arap rejimleri İslamcılarla çalışma ihtiyacı hissetmediler. Dahası bu batı yanlısı rejimler kendilerini, güvenilir demokrasilere geçiş için herhangi bir dönüşümü gerçekleştirme mecburiyetinde hissetmediler. 
 
Ümit edilebilecek tek şey bir gün onların Türkiye’nin yörüngelerinin seçebilecekleri ihtimalidir. Bu Arap rejimlerini destekleyen batılı güçler için bile Türkiye tek istisna olarak kalıyor. Ortadoğu’da onlar ciddi bir şekilde İslamcılarla bir bağa sahip değillerdir. Onlar için Arap İslamcı unsurların, İsrail’in saldırganlığına ve işgaline gösterilen direnişin parçası olmaları gerçeği temel meseleye dönüşüyor. Doğrusu Türkiye’nin kendi içinde eğer İslamcılar 2002’de gücü elde etmişlerse ve sonra da popüler cazibelerini sağlamlaştırmışlarsa bu Batı’nın sık sık köstek olan tavırlarına karşın olmuştur. 
 
Hamas’ın, Erdoğan’ın başarısıyla ilgili açıklamasının dokunaklı bir dua olması şaşırtıcı değildir—bölgenin pragmatik tepkilerinin arasında kaybolmuş ideolojik bir çığlık. Hamas “Müslüman ulusun, İslami yolun dışında yürünecek bir gelecek olmadığında karar kıldığı” konusunda ısrarlı. Gazze’deki Hamas sözcüsü Ebu Zühri “AKP’nin zaferi insanların İslami öğretilere yöneldiğinin işaretidir. Bölgede gerçekleşen derinden dönüşümü ve İslami ideallere dönüş için varolan güçlü arzuyu yansıtıyor” dedi. 
 
Erdoğan mahcup olmuştur. Suudi Arabistan birikmiş bütün bilgeliğiyle Erdoğan’ın zaferini dini bir vurgu ile tanımlamaya cesaret bile edemeyecektir. AKP’yi dikkatli bir şekilde laik kavramlara yakın bir üslupla ifade etti. Suudi kralı ve veliahtı, Erdoğan’ı sadece “Adalet ve Kalkınma Partisi’nin başarısı”ndan dolayı kutladılar. El-Hayat gazetesinden alıntılarsak Suudi yorumcular, erdoğan’ı pragmatik ve çok iyi bilinen çatışmacı olmayan politikalarından dolayı övdüler “aşılmaması gereken sınırlar vardı ve o sistemin sınırları içinde kazanabildi.” 
 
Suudi müessesesi makul olarak Arap İslamcılarının, Erdoğan’a öykünmelerini ve “oyunu bilgece ve olabilecek sınırlar içinde oynamalarını” isteyecektir. Erdoğan batı yanlısı Arap rejimleri için “aydınlanmış islami lider”in modelidir—radikalizme veya şiddete yönelik bir eğilim yok ve kurulu düzenle çatışmaları ateşleyecek hususi bir eğilim yok. 
 
Erdoğan, ilk döneminde Türkiye’yi İslam Konferansı Örgütü’nün merkezi konumuna getirmiş olmasına rağmen Ortadoğu’da Osmanlı Türkiyesi’nin dini liderliği için istek duymuyor. El-Hayat gazetesi bu nedenle Erdoğan’ın pek çok açıdan “Arapların doğru bir dostu ve doğru bir müttefiki olabileceğini” yazdı. Suudi gazetesinin Londra’da yaşayan köşe yazarı şöyle bir eklemede bulundu; “Arap hükümetler, AKP ile işbirliği yapmalılardır…Mısır ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin bu yöne doğru gittiklerini biliyorum.” 
 
Yeni şişerlerde eski şarap
 

Diğer taraftan Türkiye’nin Arap olmayan komşusu İran kendine has kaygılara sahiptir. İran başkanı ve dışişleri bakanı meslektaşlarını arayıp onları kutladılar fakat dikkatli bir şekilde sözlerini İran-Türkiye ilişkileri bağlamıyla sınırlı tuttular. İran Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Türkiye’nin seçimlerinin Türkiye’nin iç meselesi olduğunu vurguladı ve “İran, Türk milleti her ne karar vermişse ona saygı duyacaktır” dedi. Son seçimin öncesindeki akşamda bir “gök kuşağı koalisyonu” olarak dönüşümünden sonra İran’ın AKP’yi İslamcı bir parti olarak görüp görmediğinden emin olmak çok zor. Kuşkusuz İran, Türk seçimini laikliğe karşı İslam”ın çok ciddi bir iddiası olarak görüyor gibi görünmüyor. 
 
Tahran’ı rahatsız eden şey Erdoğan hükümetinin, İran’ın çıkarlarını derinden ilgilendiren bölgesel politikasıdır. Bu yüzden Tahran’ın kaygısı “kültürel” açılardan çok yeni hükümetin dış politika yönleri ile ilgilidir. Bununla birlikte Tahran önemli herhangi bir sürpriz beklemiyor. Erdoğan’ın batı yanlısı dış görünüşüne karşın Türk dış politikasının böyle eğilimler gösteremeyeceği unutulmamalıdır. Aşırı muhafazakar Milliyetçi Hareket Partisi’nin seçimlerdeki görece etkileyici performansı aynı zamanda Türkiye’nin ABD ve AB ile ilişkilerindeki gerilimlerin yansıması olarak anlaşılmalıdır. 
 
2002’de Erdoğan iktidarı ele aldığında kabaca Türk halkının yarısı ABD hakkında olumlu düşünüyordu. Fakat Pew Araştırma Merkezi’nin bu yılki anketi; Birleşik Devletler’in olumlu görülmesinin oranının %9’a düştüğünü gösterdi. Türkler şimdi ABD’yi ulusal güvenlikleri için en büyük tehdit olarak görüyorlar. Harvard'ın Kennedy Siyasal Bilimler Bölümü’nden Graham Allison son günlerde “Bush yönetimi, Irak’taki savaşı Türkiye’nin çıkarlarını düşünmeden yürüttü. ABD destekli, otonom ve gittikçe cesaretlenen Kürt Bölgesel Hükümeti, Türkiye’deki milliyetçiler için hayati bir tehdit oluşturuyor. PKK üyelerinin Kuzey Irak’a sığındıkları gerçeğini vurgulamadaki başarısızlık ılımlı Türkleri bile çileden çıkarıyor” şeklinde yazdı.

ABD-Türkiye yaralarını iyileştirme kolay olmayacaktır. Bu ABD’nin Irak’taki savaşla ilgili olduğu kadar İran’a yönelik politikalarından dolayı desteklediği Kürt militan gruplarına desteği kesmeye hazır oluşuna bağlıdır. Bu destek ABD’nin İran’a yönelik düşmanca tavrının devam etmesi ve onları İran içinde ABD-İsrail gizli operasyonlarında Kürt teröristlerini kullanmak için ihtiyaç duyduğundan devam etmektedir.  
 
eğer Irak Kürdistan’ında ABD için “kalıcı üsler” edinme ihtiyacı hasıl olursa, ABD-Kürt kan ittifakı daha da güçlenecektir. Washington, Kuzey Irak’ta bütün seçenekleri açık tutuyor. 22 Temmuz seçimlerinden bir hafta önce Ankara, Türkiye’ye Kuzey Irak sınırından giriş yapan Kürt unsurlara silahların ABD askeri araçlarıyla teslim edildiği şeklinde özel bir iddiada bulundu. Dışişleri bakanı Abdullah Gül, ABD dışişleri bakanı Condoleezza Rice’tan bir açıklama beklediğini söyledi. 
 
Bu arada durumu daha da karmaşıklaştıran şey Pazar seçimlerinden çıkan AKP hâkimiyeti önemli oranda Güneydoğu’daki Kürt çoğunluklu illerden topladığı oylar sayesindedir. Güvenilir bir tahminle en azından AKP’nin 100 parlamento üyesi (partinin 340 sandalyelik çetelesi üzerinden) Kürt kökenli olabilir. Buna “bağımsızlar” olarak seçilen ve parlamentoda Erdoğan herhangi bir reform paketi getirdiğinde önemli bir müttefik olacak olan Kürt milliyetçi parlamenterleri de ekleyin. 
 
Kısacası şartların zorlamasıyla Erdoğan hükümeti şimdi politik deyimlerle Kürt probleminden bahsedebilecek bir güce sahiptir. Fakat bu sadece yenilikçi düşünceler ile birlikte gerekli hale gelmiyor aynı zamanda aşırı muhafazakâr MHP ve “Kemalist” CHP’nin rakip görüş ve ideolojilerini yenmek için de gerekli hale geliyor.  
 
Ve bu yaklaşım Washington'un gerçek niyetleri üzerinde bir gözünü sürekli açık tutmaya ihtiyaç duymaktadır. Bu gözetim çok hileli olacaktır. MHP lideri ve eski başbakan yardımcısı Devlet Bahçeli yeni parlamentoda partisinin “yapıcı bir rol” oynayacağını ve parlamentonun “uzlaşmanın, hoşgörü ve diyalogun evi” olmasını umut ettiğini fakat eğer AKP tek taraflı politikalara başvurursa  direneceğini söylüyor. 
 
Bahçeli, Pazar seçimlerinin Türkiye’nin ulusal politikalarının nasıl olması ve nasıl icra edilmesi gerektiğiyle ilgili verilmiş son hüküm olarak görmüyor. AKP’nin başarısını geride kalmış farklı faktörlere bağlıyor. Her halükarda MHP’nin geleceği, parti politik merkeze doğru yönelirken bile incinebilir hale gelecek olan AKP’nin sağ cenahını zayıflatmada yatmaktadır. 
 
Bütün bu duruşların arkasında AKP’nin zaferini nasıl ele alacağının işaretlerini henüz vermeye başlayan Türk ordusu var. Türkler, ordunun AKP hâkimiyetine duyduğu nefreti göz ardı göz ardı etmelerine rağmen orduyu bir kuruluş olarak (ve ulusal güvenliği mutlak muhafızı olarak) itibara layık buluyor. Açıkça, ordu sadece kendini yenileyip, hükümete Kürt problemi üzerinde serbest hareket izni vermeyecektir. Sıkıştırma, eğer hükümet Mesut Barzani ve Celal Talabani’nin Kuzey Irak Kürt yönetimiyle açık diyalog kapılarını açtığında gelecektir böylelikle ordunun bu hareketi daha makul görülecektir. 
 
Uzlaşma tek çare  

Bu yüzden bir bakıma Türklerin Irak’a askeri bir müdahalede bulunmalarının ihtimali seçimden sonra gerçekten artmıştır. Genel olarak dış politika meseleleri üzerinde çatışma için potansiyel çok yüksektir. CHP’nin “Kemalist” platformu ve MHP’nin aşırı ırkçı platformunun çakıştığı çok geniş bir sorunlar yumağı var ve onlar ordunun zımni desteğine sahipler. ABD ve AB tarafından, AKP’nin büyük seçim başarısı üzerine tutulan tutkulu projeksiyon kısa ömürlü olabilir. 
 
Meselenin merkezi; Türkiye’deki demokratik reformun ülkenin AB üyeliğine bağlı olmasıdır. Toplumun artan “avru-şüpheciliği”ni izleyerek Türkiye yönetimi de politik istekte azalma gösterirse reform istemeyerekte olsa durur. Bu gün Türk halkının sadece üçte biri AB üyeliği arayışındadır. Der Spiegel son günlerde “Türkiye, Avrupa’nın kendisine de bağlı olan Avrupa Birliği’ne doğru yürüyüşünü nasıl zorla devam ettirecektir? Sürecin sonunda Avrupa’nın kendisinin katılımını istemeyeceğinin gittikçe artan bir şekilde belirginleştiği bir zamanda Türkiye daha ne kadar kararsız kalabilir? Unutulmamalıdır ki Türkiye’nin gerçek ikilemi; başörtüsü ve mini etek üzerinde yaptığı tartışmadan daha fazla AB ile ilgili tartışmayı zorunlu kılmaktadır” yorumunda bulundu. 
 
Yanı sıra Erdoğan eğer Türkiye’nin AB ye giriş görüşmelerini canlandıracaksa yutması için daha sert bir hap olacaktır. Şimdiki açmaz bir AB üyesi olan Kıbrıs’a Türkiye’nin limanlarını açma ile ilgili Ankara’nın reddi üzerinden gelişmektedir. Bu Türkiye’de milliyetçi unsurları kolaylıkla ayaklandıracak bir meseledir. Türk ordusu, Ankara’nın Kıbrıs politikasını oluşturmada en önemli rolü oynamayı arzu ediyor. 
 
Bir bütün olarak ele alındığında oyların kabaca %46’sını ve yeni parlamentodaki koltukların %60’ını alan AKP konsensüs üzerinden hakim olma olasılığı ile yüzleşecektir. Bu politik alanı bir canlılığa mecbur bırakacaktır. Kazara veya programlı bir şekilde her an bir patlama olabilecektir. Ez cümle AKP ve Türk ordusu birbirlerini zar zor hoş görebileceklerini biliyorlar. Ordu AKP’nin İslamcı köklerini büyük bir şüphe ile izlemeye devam edecektir. Ordunun ilerleyen dönemde çok daha etkili rol oynayabileceği beklenmelidir. Türkiye’nin liberal gazetesi Milliyet in belirttiği gibi biraz kış uykusundan sonra ordu; “tankları ortaya çıkarmaktan” çok kendini ulusal politikalarda “hissedilir” bir konuma getirecektir. 
 
Erdoğan politik atmosferin dopdolu kalmış olmasını takdirle karşılamış görünüyor. Bu yüzden Ankara’daki zafer konuşmasında iki mesaj verdi: ilki AKP’nin merkez partisi olduğuydu; ve ikincisi “biz bize oy vermeyen %54’lük Türk seçmeninin mesajını anlıyoruz” şeklindeydi. Konsensüs için duyulan ihtiyacın farkında olduğunu ima etti. 
 
Gelecek ayın sonuyla birlikte parlamento Türkiye’nin yeni devlet başkanını seçmeye koyulduğunda Erdoğan’ın pragmatizmi teste tabi tutulacaktır. Belki uzlaşmacı bir adayı vardır. Eğer böyle biri yoksa birilerinin planlarını bozup tedirgin edebilir. Sokaklardan gelen sesi duymadığı numarasını iyi yapmalıdır. 
 

 

Bu makale Ali Karakuş tarafından Dünya Bülteni için tercüme edilmiştir.