Ritcher ölçeğine göre altı şiddetinde ki Jeopolitik depremin artçı sarsıntıları da gelecektir. Kafkasya'daki çatışmanın yankıları hissedilmeye başlanıyor.

"Terörle savaşa" farkında olmadan elveda diyebiliriz. Uluslar arası toplum Usame bin Ladin'e olan ilgisini her hâlükarda kaybetti.

Birleşik Devletler, vaad edici yeni bir düşman gördü ufukta ve sürükleyici bir savaş, sonsuz ihtimallerle birlikte kendini sunuyor olabilir.

Lazım! Yeni bir savaş doktrini lazım! İngiltere işin bu kısmını halleder çoğu kez olduğu gibi. İngiltere Dış İşleri Bakanı David Miliband, Çörçilvâri bir tonda "Güney Osetya sınırının ötesindeki saldırgan Rus gücü hakikaten pek çok insanı sarstı… Gori'deki, Senaki'deki Rus tanklarının yönü, Gürcistan limanı Poti'de Rus engeli, geçip gitmiş olmasını umduğumuz zamanların ürpertici derecede soğuk bir hatırlatıcısıdır."  Condoleezza Rice, Gürcistan başkenti Tiflis'e yaptığı ziyarette Miliband'ın peşinden giderek hiç gecikmeden Sovyetlerin Çekoslavakya'yı 1968'deki işgalini anımsattı.

Fakat ileriyi gözleyerek. Polonya, başlangıç olarak, Dinyester'den Dinyeper'e kadar savunmasız Kresy (doğu sınırları) sınırları için bir garantör yerleştirmeyi başardı. ABD ve Polonya, geçen Cuma günü, "karşılıklı taahhütte" bulundular. Buna göre, her iki ülke, "bir sıkıntı" durumunda birbirlerine yardım edecek. Venezüella'nın Hugo Chavez'i Washington'ın başına bir bela çattığında Varşova'nın yardıma koşabileceği ilk bakışta şüpheli duruyor. Ancak bu önemsiz bir tafsilat. Önemli olan ABD'nin stratejik bir mekana, Almanya ve Rusya arasına yalnız bir muhafız gibi yerleşmiş olmasıdır. Ve Kafkasya'daki çatışmanın bir uzantısı olarak gerçekleşti bu.

Polonya'daki Füzeler

Antlaşma, Polonya savunmasını Patriot füzeleriyle tahkim etme karşılığında Polonya topraklarına 10 adet Amerikan avcı füzesi yerleştirilmesini öngörüyor. Bir başka ifadeyle Polonya, Washington'dan güvenlik garantisi alma karşılığında Orta Avrupa'daki ülkesine Amerikan füze savunma sisteminin kurulmasına razı oldu.

Polonya Başbakanı Donald Tusk  "Rubicon'u geçtik" diyecek denli bahtiyardı. ABD'nin, NATO'nun muktedir olamadığı tarihi bir role soyunduğunun altını çizdi. "Polonya ve Polonyalılar, desteğin geç bir vakitte geldiği ittifaklar istemiyorlar – Yardımın ölülere gelmesi hiç hoş değil. Polonya, çatışmanın ardından hemen ilk saatlerde yardım alacağı ittifaklarda bulunmak istiyor" diye açıkladı durumu.

"Karşılıklı taahhüt" maddesi doğrudan Rusya'yı hedef alıyor her ne kadar Washington ve Varşova böylesi bir bağ kurulmasını önemser görünmeseler de. Rusya Devlet Başkanı Dmitri Medvedev, ABD-Polonya antlaşmasının Rusya'ya karşı bir tehdit olduğunu ilan etti ve yakıcı bir şeyler söyledi: "Diğer devletleri caydırmak gibi her hangi bir peri masalı, bu sistemin yardımıyla bir tür haydut devletleri caydıracağımız masalı, artık işe yaramaz." Rus Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Konstantin Kosachev, antlaşmanın "Rusya-Amerika ilişkilerinde tansiyonun hızla yükselmesine" neden olacağı ikazını yaptı. Rusya Genel Kurmay Başkanı General Anaotoli Nogovitsyn, "Amerikan sistemini konuşlandırmakla Polonya, kendisini nükleer saldırıya açtı. Yüzde 10'luk bir ihtimal" dedi. ABD-Polonya antlaşması "cezasız kalmaz" diye ilave etti.

Fakat Washington, plana göre ilerliyor. Polonya'ya nükleer füze savunma sistemini yerleştirmesiyle birlikte, Rusya'nın itirazlarını umursamayarak ve ABD ve Rusya'nın halen görüşüyor olmalarını göz ardı ederek, derhal Rus karşıtı söylemi harekete geçirdi. Soğuk Savaş tarzıyla, söylemin yarattığı sisin ardına gizlenerek, tek taraflı avantaj elde etti. Füze savunma sisteminin yerleştirileceği üçüncü bir saha böylece hayatiyete kavuşmuş oldu.

Almanya Tarafsız Duruyor

ABD-Polonya antlaşması, İngiltere'nin, Almanya "intikamcılığına" karşı Polonya'nın garantörü olduğu tarihi rolü hatırlatıyor. Washington'un bakışısına göre Almanya'nın Rusya'yı kuşatmaya katılmada gösterdiği gönülsüzlük her geçen gün artıyor. Şansölye Angela Merkel'in Cuma günü Soçi'de Medvedev ile yaptığı istişâreler, Bonn'un tarafsız bir duruş sergilemeye çalıştığına işaret ediyor - bir yandan Moskova'yı diplomasiye teşvik ederken diğer yandan Amerika'nın Rusya'yı kuşatma talebine direniyor.

Berlin'in Rusya ile ilişkilerinde önemli bir isim olan Andreas Schckenhoff, ne AB'nin ne de Almanya'nın taraf olmayı önermediğini söyledi. Dış İşleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier, Die Welt gazetesine "şayet Avrupa Birliği, barışta bir rolü olsun istiyorsa, Tiflis ve Moskova'ya diyalog kanallarını açması gerekir" dedi. Der Spiegel söyle yazmıştı: "Bazı AB devletlerinin, özellikle Doğu Avrupa'daki üye devletlerin Rusya'yla yeni bir ortaklık temelinde yapılan görüşmeleri un ufak ederek Moskova'ya aksi ve huysuz bir şekilde davranmaları Almanya'yı ustalık ve hüner isteyen hassas bir noktaya itiyor. Almanya, Rusya enerjisine ciddi bir şekilde bağımlı ve Avrupa'nın Moskova'yla daha yakın bağları olması gerektiğini savunuyor."

Avrupa Dış İşleri Bakanlarının geçen Çarşamba Brüksel'de yaptıkları acil toplantı, "Rus sorunu" hakkında Avrupa'daki bölünmeyi açığa çıkardı. İngiltere, Baltık devletleri, Polonya ve İsveç, Rusya'nın ihtar edilmesinden yana tavır aldılar ancak Avrupa Birliği, Avrupa'nın Gürcistan'daki 100 askerden oluşan askeri birliğin sayısını 300'e yükseltmeyi ve insanî yardım yapılmasını öngören Alman teklifini benimsedi.

ABD'nin çatışmacı yaklaşımından farklı bir yaklaşım benimseyen Steinmeir, Avrupa'yla görüş alışverişinde bulunarak "ileri bakmalı ve istikrarın artırılması adına rol üstlenmelidir" dedi. Fransa, İtalya ve Finlandiya Almanya'yı desteklediler. Rusya'ya karşı müeyyidelere başvurmama veya hatta Moskova'ya işaret parmağını bile sallamama yönündeki AB fikir birliği, ABD açısından bir gerilemedir. Bakalım, Rice, NATO ve AB ortaklarıyla acil toplantı yapmak üzere salı günü Brüksel'de olacak.

AB üzerindeki ABD baskısı

Şüphe yok ki Rice, Avrupa kanaatini değiştirmeye çalışacak ve Gürcistan'ın NATO üyeliği için bastıracaktır. Ancak Avrupa'nın büyük devletleri, NATO'nun eski Sovyetler Birliği topraklarına daha fazla genişlemesini, Moskova'nın büyük bir kışkırtma olarak anlayacağından endişe ediyorlar. Amerika, onların gönülsüzlüğünün üstesinden gelmeyi başarırsa, ABD diplomasisi büyük bir zaferin altına imza atmış olacak. Moskova ise Avrupa'nın nihayette ABD baskısına direnemeyeceği tahminini yapıyora benziyor. Askerlerini Gürcistan topraklarından çekmede ağır davranma kararı bu bakış açısından değerlendirilmelidir.

Rice'ın Brüksel seferi önemli bir andır. Şayet başarılı olursa, ABD'nin Rusya'yı kuşatma stratejisi büyük bir adım atmış olacaktır. Diğer yandan, şayet başarısız olursa, bu kez  ABD, ittifakın görünür gelecekte genişleyeceği umutlarından vazgeçmek durumunda kalacaktır.

Kısacası, Kafkasya'daki savaş, ABD'nin transatlantik liderliğini süzgeçten geçirmektedir. Sovyet sonrası Rusya'dan tehdit algılamıyor Avrupalılar. Düşük büyüme oranına sahip kıta ekonomileriyle, Rusya'yı güçlü bir uyaran olarak görüyorlar. (Almanya'nın Rusya'ya ihracatı 2008 yılında % 50 oranında artış kaydetti.) Konrad Adenauer Vakfı gibi sağ kanattan düşünce kuruluşlarının bile ABD'nin,  "Amerikan yandaşı ülkeleri [NATO] ittifakına çekerek" nüfuzunu Baltıklara ve Kafkasya'ya genişletmeyi amaçlayan kendi tratejisine Avrupa'yı gereksiz yere itelemesine karşı kırmızıçizgileri var.

Çin'in tarafsız kalma sıkıntısı

Bununla birlikte, Kafkasya'yla ilgili bir duruş sergilemede zor zamanlar yaşayan sadece Avrupa güçleri değil. Çin de benzer bir durumda. Çin Devlet Başkanı Hu Jintao, 9 Ağustos'ta Rusya Başbakanı Vladimir Putin'i Pekin'de ağırladı ve onuruna bir akşam yemeği verdi. Yine de Çin'in toplantıyla ilgili yaptığı açıklamalarda Kafkasya'yla ilgili tek bir cümle yoktu. (Gürcistan'ın Güney Osetya'ya saldırısı 7-8 Ağustos tarihinde başlamıştı.) Hu Jintao, Putin'e "Çin ve Rusya, tanımlanmış hedefleri doğrultusunda stratejik işbirliğine yöneliyorlar ve her iki ülkenin kalkınması hem fırsatlar hem de aynı zamanda tehditlerle yüzleşiyor" demişti.

Hu, Çin-Rus stratejik işbirliğinin üç yönü üzerinde durdu: Çok kutupluluğun teşviki ve uluslararası ilişkilerin demokratikleştirilmesi; hem iki taraflı hem de çok taraflı çerçevede güçlendirilmiş Çin-Rus siyasi iş birliği ve "karşılıklı fayda ve kazan-kazan ilkesine" dayalı bir ruhla ekonomik işbirliği. Öte yandan Putin, Hu'nun dikkatini "Rusya'nın Çin'e karşı dostane politikasına" çekti ve Moskova'nın "Çin'le işbirliğini daha üst bir düzleme taşımadaki" kararlılığına işaret etti.

Bir şeylerde terslik var. Putin, Moskova'nın Kafkaslarla ilgili endişesi hakkında Hu'yu bilgilendirmiş ve Hu dinlemiş gibi görünüyor. Her ne olursa olsun, bir sonraki gün, Çin Dış İşleri Bakanlığının bir sözcüsü ilk yorumunu yaptığında "tansiyonun ve silahlı çatışmanın yükselmesine karşı Çin'in derin endişeler taşıdığını" ifade etti ve "ilgili tarafların kendilerine hâkim olmaları ve derhal ateşkese gitmeleri" çağrısını yaptı.

Sözcü, eşit uzaklıktaydı aslında. "İlgili tarafların" "bölgesel barış ve istikrarı korumak adına" çatışmayı diyalogla, barışçıl bir şekilde çözeceklerine dair Çin'in samimi umudunu dile getirdi ve konuşmasını sona erdirdi. "ihtilafı" değerlendirme halet-i ruhiyesinde değildi. Bu esnada, 11 Ağustos'ta, bir grup Gürcü, Rusya'nın Pekin Büyükelçiliğinin önünde gösteri yaptılar; "kalabalık, dağılmaları ve alandan ayrılmaları yönünde ikna edilmiş ve aşırılıklar cereyan etmemiş " de olsa.

13 Ağustos'ta bir başka sözcü, "bölge barışı ve istikrar adına ihtilafın diyalog yoluyla barışçıl bir şekilde çözümlenmesi" sözlerini tekrarladı. Kafkas kriziyle ilgili olarak, Çin, bu açıklamayı sabah akşam terennüm eder oldu. Çin sözcüsü 14 Ağustos'ta, Moskova'nın askeri operasyonu durdurma kararını memnuniyetle karşılarken aynı tekrarı yine yaptı. Yine, Çin medyasının yaptığı izahlar genişçeydi ama denge gözetiyordu.

Fakat Moskova'yı tasvip etmiyor

Velhasıl Moskova'yı destekleyecek bir duruş sergilemekten kaçındı Pekin. Bir farkla, People's Daily'de 12 Ağustos'ta çıkan bir yorum, Olimpiyat Oyunları sırasında husumete ara verilmesi çağrısında bulundu ve "tansiyonu hızla yükseltti, uluslararası kaygıları artırdı ve kamuyu huzursuz etti" diyerek Moskova'nın askeri müdahalesini tasvip etmedi.

"Bazı analistler, askeri sürtüşmenin yeni bir Soğuk Savaş versiyonuna dönüşebileceği kaygılarını dile getirdiler" diyerek altını çizdi. Kremlin'e bazı tavsiyeler vardı: "Savaş ihtilafların çözüm yolu değildir. İhtilafların etkin bir şekilde çözüm yolu, eski husumetleri artık bir kenara bırakarak düşmanlığa son vermek ve barış adına görüşmeler yapmaktır. Kazan-kazan türü bir antlaşmaya sadece uygun bir zeminde ve yapıcı görüşme çerçevesinde ulaşılabilir."

Mânidar olan, Pekin, Rus Dış İşleri Bakanlığının temasta olduğu başkentler listesinde son 10 gündür görünmüyor.

Mütekabiliyyet esası, Rusya'nın duruşunu Çin'in tasdiklemesini gerektirirdi. Doğrusu, Tibet'te, Lhasa'da karışıklık baş gösterdiğinde ve Çin kendisini Batı'nın özellikle de ABD'nin tepkisiyle baş başa bulduğunda Moskova öyle davranmıştı. Çin'in, Rusya'nın kalbî bir desteğini hak ettiğini ve Tibet ve Kafkasya arasında bir mukayese yapmanın savunulamaz bir şey olduğunu düşündüğü besbelli. Doğru, Uluslar arası meselelerde benzerlik yoktur.  Tabii, Çin-Rus ilişkilerinin hiç olmadığı kadar üst seviyede olduğunu Pekin'in de kabul ettiği gerçeği değişmiyor. Nitekim uzun bir sınır meselesi daha şu yakın zamanlarda sonuçlandırıldı.

Pekin'in hisleri

Bush ailesinin üç nesil bir arada, geçen hafta Çin'de tatil yapıyor olması ve neşeyle Olimpiyatların tadına bakıyor olmaları Çin'in aklını meşgul etmiş midir? Söylemesi zor. Geriye bakınca, Bush ailesine minnettarlık beslemesi gerekir Çin'in. Küresel toplum'un çoğunluğunun söyleyeceğinin aksine George W. Bush dönemi, sekiz yıllık verimli bir süreçti Çin adına. Pekin'in, partinin tadını tuzunu kaçırmayı istememesi bütünüyle anlaşılır bir durum.

Bunun yanı sıra, yapılacak başka hesaplar var. Bu hesapta, Çin adına, ne var? Pekin, ulusal egemenlik, ayrılıkçılık veya self determinasyon tadındaki her hangi bir şeye karşı aşırı derecede dikkatli. Muhakkak ki. Ve tehlikeli tüm bu unsurlar Kafkasya kazanında kaynamakta. Şayet Moskova, Güney Osetya ve Abhazya'nın bağımsızlığını-eğer Rice'ın salı günü Brüksel'deki misyonu hedefine ulaşırsa asla dışlanamayacak bir ihtimaldir - kabul ederse, Çin, nahoş bir vaziyetle karşı karşıya kalacaktır.

Pekin'in gördüğü kadarıyla Moskova, Gürcistan topraklarında askeri harekât düzenlemekle,  kuvvetlerini Gürcistan topraklarından çekme şartları koymakla, Gürcistan'ın toprak bütünlüğünü korumadaki realizm yoksunluğu hakkında yüksek sesle spekülasyon yapmakla hâlihazırda tehlikeli bir çıkmaz sokağa çoktan girdi.

Çin bakış açısından, Güney Osetya ve Abhazya'nın bağımsızlığı kabul edilemezdir zira ayrılıkçılık şerli, self determinasyon ise tehlikeli bir ilkedir. Ve de Süreçtir.

Tayvan, Özerk Uygur Bölgesi ve Tibet. Başka mülâhazalar da var. Çin, ABD-Rusya ilişkilerinin çalkantılı bir döneme girdiğini görüyor. Bunun aksine, Bush döneminde hattı belirlenen ve iyi yörüngede ilerleyen Çin politikalarını, başkan seçilmesi durumunda ne senatör John McCain ne de Barack Obama'nın ciddi ölçüde değiştireceğini ümit etmek için neden yok. Tarihi olarak, ABD-Rusya-Çin eşitliğindeki ABD-Rusya ilişkilerinin yıpranması, her daim, Çin'in avantajına olmuştur. Rusya'yla ilişkilerin soğuması, Washington'un Çin'le dostluk kurmasını sağlamıştır. Bunun bazı işaretleri şimdiden mevcut.

ABD'nin fark gözeten yaklaşımı

Füze savunma sisteminin konuşlandırılmasıyla ilgili olarak Rusya ve Çin'e karşı fark gözeten bir yaklaşım çoktan Amerikan gündemindeki yerini aldı. Bir Rus gözlemcinin dediği gibi "Amerika'nın küresel füze savunma sisteminin bir analizi, Washington'un bu sistemin unsurlarını Japonya'ya veya diğer Asya ülkeleri yahut da Avustralya değil de Doğu Avrupa'ya yerleştirdiğini göstermektedir. Bunun nedeni muhtemelen Washington'un, kendi füze sistemini geliştirme ve savaşa hazır kıtalararası balistik füzelerin sayısını artırma yönünde Çin'i kaşındırmak istememesidir."

Çin, gelecek 20 yıl içerisinde ABD radarında stratejik bir güç olarak görünmemektedir. Fakat Rusya, dünün tehdidiydi; bugün ise meydan okuyucu; ve yeniden dirilişi, yarının bil kuvve tehdidi olacağını vaad ediyor.

Sovyetler Birliği uzmanı Profesör Stephen Cohen'in yakın zamanlarda kaleme aldığı makalesinde dediği gibi "1991'de Sovyetlerin çöküşüyle birlikte mevki kaybına uğramış da olsa Rusya, tek başına ABD'yi yok edebileceği silahlara, ihracatta neredeyse Amerika'nın muadili bir silah sanayisine, teröristlerin edinmek için can attıkları nükleer materyallere ve gezegenin en büyük petrol ve doğal gaz rezervlerine sahiptir. Doğu ve batı eksenine yayılmış dünya'nın en geniş topraklara sahip bir ülkesidir; Medeniyet fay hatlarının kavşağındadır ve Avrupa, İran ve Orta doğudan K.Kore, Çin, Hint, Afganistan ve hatta Latin Amerika'ya kadar stratejik yeteneklere sahiptir. Her şeyi hesaba katarak düşündüğümüzde, ulusal güvenliğimiz, Rusya'nın ulusal güvenliğinin bize bağlı olmasından çok daha fazla bağlıdır Rusya'ya." [Cohen'in yazdığı makalenin tamamı için  "Kayıp Tartışma"] 

Dolayısıyla, ABD, kendisini Polonya ve Çek Cumhuriyetiyle sınırlandırmayacaktır fakat Polonya'daki füze savunma sistemi teknolojisine incelik kazandırdıktan sonra daha başka alanlara konuşlandırmanın yolların da bakacaktır ve hiç değilse gelecek birkaç yıl içinde Washington'un elinde, aynı sistemi yerleştirmek için, Rusya'nın sınırları dâhilinde bir düzine sahası olacaktır. Pahalı olan Ukrayna'dır; Ukrayna, Sovyet döneminden kalma ileri füze teknolojisine sahip bir ülkedir. Kısaca, Washington'un, Rusya'nın batı ve güneybatı sınırlarıyla görünür geleceğe kadar sürüp giden meşguliyeti, Çin adına harika bir şeydir. 

Rusya'nın enerji politikaları

Fakat Çin, Rusya'nın enerji politikalarının serpintilerini de tartmak durumundadır zira Pekin için doğrudan sonuçları olacaktır. Rusya, şimdiye kadar, Avrupa'yı enerji ihracı için tercih edilen pazar olarak gördü ve bu, Asya pazarlarına sözde bağlılığına rağmendir. 

Hakikatte ise Avrupa, Rus hattından enerji tedariki için Çin ile rekabet halinde. Ciddi bir rekabete de dönüşebilir bu. ABD Enerji Bakanlığının verilerine göre Avrupa'nın doğal gaz talebi 2025 yılına kadar % 50 düzeyinde artacak. Basitçe, Rus arzına Avrupa'nın yan çizemeyeceği kadar az miktarda gaz var. (Avrupa'nın enerji ihtiyacının yüzde 30-50'sini Rusya tedarik ediyor.)

Avrupa'nın şimdiki ümidi, ilk önce Washington'un teşvik ettiği, Rusya topraklarını atlayan ve Avrupa'nın Rusya'ya enerji bağımlılığını azaltmayı hedefleyen Nabuko boru hattını Rusya'nın da beslemesi (ironik bir durum). Rus gazı, mavi akım hattıyla Türkiye'ye - Nabuko merkezi -  çoktan ulaştı. Rus enerji şirketi Gazprom,  Avusturya'daki Baumgarten gaz merkezinin yüzde 50 hissesini elinde bulunduruyor ki bu hat Nabuko'nun varış yeri.

İlginçtir, Nabuko sözcüsü geçen hafta "Nabuko Rus karşıtı bir proje olarak tasarlanmadı, Avrupa nâmına bir proje olarak tasarlandı. Odak noktası, farklı kaynaklardan gaz naklidir" dedi. Çin, hiç şüphe yok ki Nabuko'nun başkalaşım geçirip geçirmeyeceğini, Rusya-Avrupa projesi haline gelip gelmeyeceğini tedirginlikle izliyor. Şayet bu gerçekleşirse, Rusya,  enerji ihracı için gürbüz bir şekilde kalkınan Çin'e bile daha az ilgi gösterecektir. Kuzey akımı, Güney akımı ve Nabuko – Rusya için çok fazla olacaktır.

Rusya'nın enerji politikaları, yaklaşan dönemde büyük ölçüde Moskova ve önemli Avrupa başkentleri arasındaki siyasi denklemlere bağlı olacaktır. Avrupa devletlerinin NATO genişlemesiyle ilgili olarak sergileyecekleri duruş, Rusya'nın enerji politikalarının belirleyicisi olacak. Böylelikle, Kafkasya'daki krizin bu denklemleri nasıl etkileyeceğine dair Çin'in sondaj yapmak için her nedeni var. Çin-Rus enerji müzakereleri Ekim ayında gerçekleştirilecek. Rusya-Avrupa ilişkilerinde bir başka Berlin duvarı yükseldiği takdirde bundan en çok kâr elde edecek olan, tarihin bu anında, enerji canavarı Çin'dir.  
 

M K Bhadrakumar, Hindistan Dış İşleri Bakanlığında görev yapmış bir diplomattır. Görev yaptığı ülkeler arasında Sovyetler Birliği, Güney Kore, Sri Lanka, Almanya, Pakistan, Özbekistan, Kuveyt ve Türkiye bulunmaktadır. 

Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın