Türk siyasi tarihindeki en büyük oy oranıyla kazanan parti olan AKP'nin kapatılması, ülkeyi lidersiz bırakıp tehlikeli bir iktidar boşluğu yaratarak siyasi bir krizin fitilini ateşler. Böyle bir durumda AB üyeliği umudu da suya düşer. Türkiye'nin eski siyasi kalıbına sığmadığı görülmeli
Bu yaz Türkiye'nin en üst mahkemesi, ülkenin kurucusu Atatürk'ün bir büstünün bulunduğu bir odada, o büstün başkanlığında bir araya gelecek. Ankara'daki Anayasa Mahkemesi'ne mensup 11 yargıç, gizli bir İslami gündem izlemek suçlamasıyla iktidardaki AKP'nin kapatılıp kapatılmayacağına ve cumhurbaşkanıyla başbakan da dahil 70 üst düzey üyesine siyaset yasağı getirilip getirilmeyeceğine karar verecek. Tenkitçileri davayı Atatürk'ün laik ilkelerinin katı müminlerince kalkışılan bir 'hukuki darbe' girişimi olarak niteliyor. Suçlamaların yetersizliğine rağmen, mahkemenin partiyi aklaması olası görünmüyor -zira bu, davayı kabul eden yargıçlar açısından küçük düşürücü bir geri adım olur.
Kapatılırsa ABD feryadı basar
Ağustos ortasında verilmesi beklenen bir kararla, Türkiye şu anda en kötü şey için hazır bekliyor. Şimdiye dek birçok devlet rahatsız edici muhalif partileri kapattı. Bizzat Türkiye bunu daha önce 24 kez yaptı ve bunlar arasında 1997'de benzer İslamcılık suçlamalarından kapatılan AKP'nin selefi Refah Partisi de var. Ancak AKP, Refah'tan çok daha fazla popüler ve ılımlı. AKP son seçimlerde yüzde 47 oy alarak Türk siyasi tarihindeki en büyük oy oranıyla kazanan parti oldu. AKP'nin kapatılması ve üst düzey üyelerinin siyasetten men edilmesi yönünde bir karar, ülkeyi lidersiz bırakarak ve Türk siyasetinde tehlikeli bir iktidar boşluğu yaratarak siyasi bir krizin fitilini ateşleyecektir. AKP'nin kurucuları Başbakan Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Batı'da çok sayıda dostları bulunan tanınmış küresel şahsiyetler.
Devrilmeleri, AB'nin ve Afganistan, İran, Irak ve Suriye gibi bölgesel sorun kaynakları konusunda AKP'nin desteğine bel bağlayan ABD'nin feryadı basmasına yol açar. Ayrıca Erdoğan ve Gül'ün reformlarla önayak olmak için epey ter döktüğü AB üyeliği hedefine de zarar veir. AB, AKP kapatılırsa müzakerelerin durabileceği yönünde öfkeli uyarılar yapmaktan geri durdu -Ankara'daki bir üst düzey AB temsilcisi şimdi "Devam eden taahhüt alternatiften daha iyidir" diyor. Ama Avrupa'nın Türkiye'ye itimadı ciddi biçimde sarsıldı.
Ankara'daki siyasi manzara gerilim yüklü. Belki mahkeme ve Kemalist destekçileri için en tehlikeli olan, AKP'yi kapatma çabasının geri tepme ihtimali. Adını açıklamak istemeyen Erdoğan'a yakın bir isme göre, AKP'nin kapatma kararına tepkisi, yeni bir isimle yeniden kurulmak ve yeni seçimler için kampanya yürütmek olacak. Daha sonra da iktidarı Atatürk'ün laik devletinin temellerini oluşturan yargı, bürokrasi ve ordudan alıp seçilmiş hükümetlere veren yeni bir anayasa için çalışmalar yapacak.
Üst düzey bir AKP yetkilisi, "Partileri kapatmak çimi biçmeye benzer. Biçilen çim daha güçlü olarak yeniden biter" diyor. Bu laik seçkinlerin muhtemelen çarpışmak istemeyecekleri bir siyasi savaş, bu yüzden daha muhtemel sonuç uzlaşmak. Bir senaryo, mahkemenin partiyi suçlu bulması, ancak devlet yardımını durdurmak gibi sembolik bir ceza kesmesi. Diğer senaryo, nispeten daha tartışmalı birkaç AKP'li vekile siyaset yasağı getirilmesi, ama Erdoğan ve Gül dahil üst düzey yetkililere dokunulmaması. Ancak böyle bir önlem, Türkiye'deki sistemin temel sorununu çözmez. Ülke eski siyasi kalıbının içine sığmıyor, bu kadar basit. Asıl sorun, 1980'deki darbenin ertesinde ordu tarafından hazırlanan mevcut Anayasa. Temel prensibi, halka egemen güç olarak güvenilmemesi ve seçilmiş yetkililerin, hükümetlerin Atatürk'ün laik ilkelerini ihlal etmemesini sağlamakla görevli atanmış kurumlara (sözgelimi Anayasa Mahkemesi ve Milli Güvenlik Konseyi) karşı sorumlu olması. Anayasa Mahkemesi'nin iddiasına göre AKP, üniversitelerde başörtüsü yasağını kaldırarak ve eşi başörtülü olan Gül'ün cumhurbaşkanlığı adaylığı için bastırarak bu ilkeleri hiçe saydı.
Bu hengamenin bir üst ifadesi varsa, bu Türkiye'nin eski Kemalist ortodoksileri sorgulamaya zorlanmış olması. Gazeteler, görülmemiş bir hararetle ordunun siyasetteki rolü gibi tabuları ve ülke anayasasını tartışıyordu. İstanbul Bilgi Üniversitesi'nden akademisyen Sevan Nişanyan son kitabında Atatürk'ün kurucu felsefesini, 1920'lerin İtalyan Faşizmine bağlıyor ve onun radikal laikliğinin demokrasinin inşası için hiçbir şey yapmazken, devletin güçlendirilmesi için dinin kullanılması anlamında her şeyi yaptığını öne sürüyor. Nişanyan, "Portekiz veya İspanya'dan farklı olarak Türkiye totaliter geçmişiyle yüzleşmedi. Bu totaliter geçmiş Atatürk kültüyle sürdürüldü ve yaşamaya devam ediyor" diye yazıyor. Bu, 'Atatürk'e hakaretin' hâlâ ciddi bir suç teşkil ettiği bir ülkede cesur bir açıklama.
Ergenekon AKP için bir sınav
Atatürk'ün mirasına başka bir meydan okumayı temsil eden ikinci bir dava, İstanbul yakınında daha alt bir mahkemede, yine Atatürk'ün zaruri büstünün altında hazırlanıyor. Ergenekon diye bilinen bir örgütün emekli generaller, gazeteciler ve eski bürokratların da dahil olduğu 100'den fazla üyesi, bir dizi siyasi cinayet ve karışıklığı tertip etmekle suçlanıyor. İddiaya göre hedefleri, orduyu AKP hükümetini devirmesi için kışkırtmaktı. Ankara'daki davadaki gibi, Ergenekon davası seçilmiş hükümetin Türkiye üzerinde kontrol sağlayıp sağlayamayacağı konusunda bir sınav niteliğinde. Ergenekon, silahlı kuvvetlerin üyeleri ve Kemalist sistemi koruma amaçlı suikastlarda kullanılan aşırı millliyetçi kiralık katiller arasındaki bir dizi komplonun sonuncusu. Bu tür komplolar nadiren yargılandı.
Bu kez durum farklı görünüyor ve Türkiye'nin laik seçkinleri birdenbire daha az dokunulmaz hale gelmişe benziyor. Ordunun yüksek rütbelileri, istihbarat servisi ve polis saldırgan bir biçimde, akademisyenlerin, solcu siyasetçilerin, önemli gazetecilerin ve hatta iki emekli generalin dahil olduğu şüphelilerin peşine düştü. Bizzat ordunun üst rütbelileri, geçen ay iki generalin askeri tesislerdeki evlerinde tutuklanmasında hemfikir oldu. Dava başarılı olursa, Erdoğan aşırı milliyetçilerin ordu ya da polis tarafından desteklenmelerinin kabul edilemez olduğu yönünde güçlü bir mesaj verecek.
Mahkemelerin kararları, Türkiye'de iktidarın gerçekte kimin elinde olduğunu belirleyecek: Kendilerini Türkiye Anayasası'nın muhafızları olarak gören yetkililer ve kendi kendilerine görev biçmiş vatanseverler mi, yoksa Türk halkı mı? Kararlar aynı zamanda Türkiye'nin işleyen bir demokrasi olarak AB yolundaki güvenilirliğine dair de net bir işaret gönderecek. Erdoğan laik mualiflerini Türkiye için en iyi yolun demokrasiyi (bu ılımlı Müslüman partilerin seçimleri kazanması anlamına bile gelse) güçlendirmek olduğuna inandırmaya çalışıyor. Erdoğan geçen hafta, "Demokrasiye yatırım yaparsanız, ekonomik istikrar ve güven kök
salabilir" dedi. Ve seçilmiş bir hükümeti çürük suçlamalarla alaşağı ederseniz, sorun daha da büyüyecektir. Tek mesele, ne kadar büyüyeceği.
Kaynak: Radikal