Gül'ün cumhurbaşkanlığına hazırlanırken Türkiye'nin yeni bir krize girmesi beklenebilirdi. Fakat seçmenlerin AKP'yi yeniden iktidara taşıması sonrası katı laikler ve ordu 'yenilgi'yi kabul etmiş görünüyor. Bu, Türkiye'nin demokrasi yolculuğunda hakiki bir dönüm noktası

Türkiye'nin tam şu günlerde karmaşa içinde olacağı düşünülüyordu. Vaktiyle ateşli bir İslamcı olan Abdullah Gül, nisanda cumhurbaşkanlığına aday gösterilince milyonlarca endişeli vatandaş sokaklara döküldü. Anamuhalefet meclisteki cumhurbaşkanlığı oylamasını boykot etti. Ve bir zamanlar bütün ipleri elinde tutan ordu Gül'ün adaylığına dair sert bir açıklama yayımlayarak, 'cumhuriyetin temel değerlerinin' tehdit altında olduğu uyarısında bulundu.
Fakat Gül bugün her şeye rağmen cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmaya hazırlanıyor. Ve Türkiye'de karmaşa değil, sukûnet var. AKP'nin ezici seçim zaferinin de desteğini arkasına alan eski dışişleri bakanı şimdi cumhurbaşkanlığı köşküne taşınmak için bavullarını topluyor.

Ekonomik patlama yaşanıyor ve gazeteler halihazırdaki sıcak dalgasına dair haberlerin yanı sıra, Hayrünnisa Gül'ün First Lady olduğunda tartışmalı başörtüsünü nasıl bağlayacağına dair spekülasyonlarla dolu. Ulusal gerilim, hatta askeri müdahaleye yönelik bütün kasvetli kehanetler boşa çıktı.

Peki nasıl böyle oldu? Türk halkı ordunun uyarılarına itibar etmeyip AKP'nin gücünü yüzde 47 gibi hatırı sayılır bir oy oranıyla yenilemeyi tercih etti. Daha önemlisi, Gül'ün yükselişine böylesine hararetle karşı çıkan ordu, bürokrasi ve adalet kurumlarındaki katı laikler yenilgiyi kabul etmiş görünüyor. Bu Türkiye'nin siyasi kültüründe muazzam derecede önemli bir an ve hakiki demokrasi yolculuğunda bir dönüm noktası.

AKP'nin iktidara geldiği 2002'den bu yana başarısının anahtarı, dini meselelerden neredeyse tümüyle uzak durmasıydı. Hükümet olarak sözgelimi devlet binalarında, okullarda ve üniversitelerde İslami başörtüsü giyilmesi yasağını kaldırmak yönünde hiçbir adım atmadı - bununla birlikte Hayrünnisa Gül'ün AİHM'de açtığı kişisel dava da aleyhine sonuçlandı. Bunun yerine AKP ekonomiyi düzeltmek ve Türkiye'nin yasalarını AB üyeliğine hazırlık için reformdan geçirmek gibi meselelere sıkı sıkıya sarıldı.

İmtiyazlı azınlık tehdit icat ediyor

Asgari düzeyde bakılırsa, Gül'ün yükselişine dair tartışma laiklerle
İslamcılar arasındaki bir hesaplaşmadan ziyade, seçkin tabakada yaşanan büyük değişimle ilgili. Son kuşak ekonomik ve siyasi gücün ülkenin eski cumhuriyetçi muhafızlarından (bu kesimin temsilciliğini İstanbul merkezli işadamları, memurlar ve Batılılaşmış entelektüeller yapıyor), Anadolu'dan gelen küçük işadamlarından oluşan, dindarlığı tercih eden yeni zenginleşmiş bir sınıfa kaymasına tanık oldu. ODTÜ'nün uluslararası ilişkiler profesörlerinden İhsan Dağı'ya göre eski seçkinler, imtiyazlarını korumak için laikliği kullanmaya çalışıyor. "Başörtüsüne karşı mücadele, imtiyazlı bir azınlığın kalanlara egemen olma çabası" diyor Dağı ve şöyle devam ediyor: "İslamcı bir tehdidin icat edilmesi ve abartılması, bu ülkeyi gözdağıyla yönetmeye alışanların iktidar anahtarı."

Peki Gül'ün zaferi, bu imtiyazlı azınlık ve ordu açısından kesin bir yenilgi mi? AKP'nin popülerliği göz önüne alındığında, ordunun geleneksel son çaresi mahiyetindeki darbe konu dışı kaldı. Bu durum ordunun elinde, başörtülü Bayan Gül'ü resmi resepsiyonlarına davet etmemek gibi sivri tavırlar dışında pek az koz bıraktı. Kendi payına Gül mümkün olduğunca temkinli davranacaktır.

Ordu, büyük bir siyasi savaşı kaybetmiş olsa da, sıradan Türkler üzerindeki etkisini sürdürüyor; Türkler orduyu sürekli, ülkenin en güvenilir kurumu olarak niteliyor. Buna siyasi bir beraberlik de denebilir: Ordu eski hasımları karşısındaki yenilgisini muhtemelen sessizce kabul edecek, hem meclisi hem köşkü kontrol eden eski İslamcılarsa ordunun devasa ve kapalı kutu olan holdingleri ve bütçesi gibi 'kutsal inek'lere saldırmaktan büyük ihtimalle kaçınacak. İki taraf da diğerine dair kötü hatıraların yükünü taşıyor. Türkiye'deki İslamcıların rahatsız edici bir aşırılık tarihi var, orduysa demokrasiyi ezmekte çoğunlukla hiç tereddüt etmedi. Umulur ki iki taraf da geçmişlerini bırakabilsin ve eski bir İslamcı'nın pragmatik bir cumhurbaşkanı, generallerinse hakiki demokratlar olabileceği kanıtlanabilsin.

 

Kaynak: Radikal