Rusya'nın askerlerini Gürcistan'dan çekme sözü, gecikmeli de olsa hayata geçiriliyor gibi. Fransızların öncülüğünü ettiği ateşkes anlaşmasına göre Rus birlikleri Güney Osetya'da kalacak ve Güney Osetya'da genişliği belirsiz bir güvenlik şeridi oluşturacak.
Durum halen belirsiz ve çözülmüş olmanın bir hayli uzağında. Güney Osetya liderliği, ateşkesin öngördüğü uluslararası gözlemcileri topraklarında istemediğini açıkça belirtti. Gürcistan'ın egemenliğini kabul etmeyen bir başka etnik yerleşim bölgesi olan Abhazya'dan da, stratejik bir nokta olan Kodori Vadisi'ni de alarak ayrılmak niyetinde olduğuna dair sinyaller geliyor. Krizin sonucu olarak Gürcistan'ın toprak bütünlüğünün de facto olarak sarsıldığına ve Rusya'nın, Güney Osetya'nın de facto bağımsızlığını değilse bile özerkliğinin garantörü olarak davranacağına şüphe yok.
Rusya'nın Gürcistan'a karşı düzenlediği askerî eylemlerin kapsamı ve yoğunluğunun yasal, ahlakî ve siyasal açılardan kınanması gerektiğine şüphe yok. Ama Gürcistan ve Amerika Birleşik Devletleri'nin de krizde ciddi payı var ve bu nokta es geçilmemeli. Rusya, 12 Ağustos tarihinde, küçük bir komşusuna saldırmak üzere silahlı kuvvetlerini sınırlarının dışına gönderip, nüfusu bir hayli yoğun bir yerleşim bölgesi olan Tshinvali'ye misket bombaları da dahil olmak üzere çeşitli füze ve mermilerle saldırarak BM Anayasası'nın en temel normunu delmiş oldu. Medyada, saldırılar sonucu 2.000'e yakın sivilin öldüğü, çok daha fazlasının da bölgeden uzaklaşmak zorunda kaldığına dair doğrulanamayan haberler yer aldı. Rusya, Gürcü köylerini hedef almakla suçlandı; ki bu, Rusya'nın saldırganlığı suçlamalarına bir de etnik temizlik boyutu ekliyor. Gürcistan'ın egemenliğinin bu şekilde ihlal edilmesi barış karşıtı bir suça tekabül ediyor ve Moskova tarafından uygulanan askerî taktikler savaş hukukunu çiğniyor. Ayrıca, etnik temizlik suçlamaları destek bulursa, bu, Rusya'nın bir de insanlık suçu işlediği görüntüsünü verecektir.
Putin olmasa da olacaklar bunlardı
Diğer yandan, Saakaşvili'nin Gürcistan'ı da hiç masum değil. Sorumsuzca davranarak, krizi provoke etmek için elinden geleni yaptı. Beş gün evvel azınlık cumhuriyeti G.Osetya'daki Rus barış gücü askerlerine saldırdı ve halka, Rusya'nın, "Gürcistan'ın soykırıma yönelik hareket ve emelleri"nden bahsetmesine yol açacak derecede zarar verdi. Gürcistan'ın bu şekilde güç kullanmasının muhtemel sebebi, 1992'den beri yürürlükte olan ve üç taraflı barış gücünün parçası olarak, Gürcistan ve G.Osetyalı askerlerin yanı sıra sınırlı sayıda Rus askerinin de G.Osetya'da kalmasını öngören ateşkes anlaşmalarının bozulmasına yol açmak. Saakaşvili, Rusları atmak ve G.Osetya'da rejim değişikliğine gidilmesini sağlayarak, Rusya'nın korumasındaki mevcut lider Eduard Kokoity'nin yerine Tiflis hükümetine itaat edecek Gürcü liderlerin başa geçirilmesi konusundaki niyetini saklamadı. G.Osetyalılar, 2006'da düzenlenen referandum sonucunda, Rusya devletinin bünyesinde kendilerinden daha geniş bir özgürlükten faydalanan Kuzey Osetyalı kardeşleriyle birleşmeyi kabul ettiler. G.Osetya'nın egemenliği, çatışmanın mevcut safhasında, yüzeyin hemen altında duran hassas bir kendi kaderini tayin meselesi olarak ortaya çıkıyor. Ancak bu iddia da göründüğü kadar kolay olmayabilir. Yaklaşık 70.000 kişinin yaşadığı bölgenin hem boyutu hem de kara para aklamadan insan kaçakçılığına kadar birçok yasadışı faaliyette bulunan çetelerin varlığı gibi çirkin gerçeklikler, meşru bir siyasî birim olup olmadığı konusunda soru işaretlerine yol açıyor.
Bu karmaşık jeopolitik güçleri göz önünde bulundurmadan, yerel gibi gözüken bu çatışmayı anlamamız pek mümkün değil. Petrol jeopolitiğiyle başlayacak olursak, Batı, Hazar Denizi'nden başlayıp dost bir ülkeden geçecek olan ve Ortadoğu petrolüne bağımlılığı bir ölçüde azaltacak olan boru hatları konusunda çok istekli. Bu sebeple, Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattının stratejik önemi büyük. Türkiye'nin Gürcistan'daki krizle ilişkili karmaşık çıkarlarından biri burada yatıyor. Bu, aynı zamanda, hem Rusya'nın hem de ABD'nin Gürcistan hükümetini kontrol etmekle neden bu kadar ilgili olduğunu anlamamızı da sağlıyor. Saakaşvili'nin, Başkan Bush'un da aralarında bulunduğu Washington'daki destekçileriyle birlikte Gürcistan'ın güvenliğine yönelik olarak benimsediği askerî yaklaşım, sınır güvenliği ve uluslararası konumu meseleleriyle bir hayli meşgul olan Rusya yönetimini kışkırtmaya mahkûmdu. Saakaşvili iktidara geldiğinden bu yana ABD, Gürcistan'a askerî yardım ve eğitim birlikleri akıtıyor. Birkaç ay evvel, Rusya'nın, bu hareketin kabul edilemez olduğu ve problemlere yol açacağı yolundaki uyarılarını hiçe sayarak, Gürcistan'ın NATO'ya kabul edilmesi için ciddi baskı uyguladı. Avrupa'nın uzağındaki istikrarsız bir bölgede taahhüt altına girmek istemeyen -örneğin şu anda oluşmakta olan durumda Gürcistan'ı savunmak zorunda olmak gibi- başat Avrupalı güçler, Gürcistan'ın üyeliğine sıcak bakmadılar. NATO'nun Gürcistan ve Ukrayna'ya belirsiz bir zaman için üyelik perspektifi sunmuş olmasına rağmen, ağustosta olanlar, eski Sovyet cumhuriyetlerinin üyeliğinin bir süre için askıya alınmasına sebep olacak gibi. Rus tarafından baktığımızda, özellikle Polonya'da kurulması planlanan füzesavar sistemi ve Çek Cumhuriyeti'ne kurulmak istenen askerî radar sistemi planları bağlamında düşünüldüğünde, Amerika'nın son yaptıkları ve söylemleri, bir hayli can sıkıcı.
Amerika'nın bu son yaptıkları, Rusya ile sınırı olan ve Moskova'nın, komşularının egemenlik haklarını ihlal etme pahasına gücünü göstermeye çalışmasından rahatsız olan ülkelerin hükümetlerine destek olarak yorumlanabilecek olsa da, daha çok, Rusya'yı saldırgan bir şekilde çevreleme politikası izlenimini veriyor. Rusya'nın, Küba veya Meksika'da ABD'nin Gürcistan'da son yıllarda yaptığı türden aktivitelere girişmesi durumunda Amerika'nın tepkisinin ne olacağını hayal edemiyorum. Başkan Bush, on bir civarında Amerikan donanma gemisinin, Gürcistan'a gidecek olan insanî yardıma Karadeniz'de eşlik edeceğini açıkladı. Eğer Rusya, büyük Amerikan göllerine savaş gemileriyle girmeye kalksa savaşın eşiğinde olurduk. Davranışlarının akıl dışılığını anlamak için, aktörlerinin kimliklerini değiştirmek, genelde çok faydalı olur.
Türkiye'nin Gürcistan krizine tepkisi, her şeyden önce, Erdoğan diplomasisinin diplomatik aktifliğini ortaya koydu. Bölgedeki başka hiçbir aktör, arabulucu rolüne soyunmaya kalkışmadı ama bu kez, Türkiye'nin bu konudaki gönüllülüğü geri püskürtüleceğe benziyor. Sarkozy'nin himayesinde başlayan Fransız girişimi bile Rusya ve ABD arasındaki güç oyunlarının arasında güme gidecek gibi. Ankara'nın, Golan Tepeleri konusundaki İsrail-Suriye müzakerelerini teşvik etme başarısından cesaretlenerek Kafkaslar'daki durumu da aynı bağlamda görmesi anlaşılabilir. Ancak, küresel güçlerin müdahale edemediği ya da etmek istemediği konularda bölgesel fırsatları yakalamakla, süper güçlerin birbirleriyle doğrudan çatışma halinde oldukları durumlara müdahale etmeye çalışmak arasında önemli bir fark var. Öte yandan, Türkiye'nin boru hatlarına dair ciddi ekonomik ve siyasî kaygıları var. Öncelikle, Türkiye, bir azınlığın sıkıntılarını dindirmek için yakındaki herhangi bir devletin dağılmasını teşvik etmeye pek gönüllü olmayacak, dolayısıyla, hem Güney Osetya hem de Abhazya hususlarında, ağırlığını, Gürcistan'ın toprak bütünlüğü yönünde koyacaktır. Ancak Türkiye, Güney Osetyalıların, Tiflis'in şiddetli istismarlarına yönelik iddialarının 1974'te Kıbrıs'taki Türk azınlığın durumuna benziyor olması üzerinde de hassasiyetle duracaktır. Otuz yıl öncesinin Kıbrıs meselesiyle bu benzerlik, zayıf bir azınlık söz konusu olduğunda "donmuş çatışma"ların nasıl devam ettiğini gösteriyor.
Erdoğan'ın ittifak girişimi engellenebilir
Gürcistan'ın provokasyonları göz önünde bulundurulsa bile, Rusya'nın askerî cevabının tek taraflılığı ve aşırılığı, Türkiye tarafında ciddi endişelere sebep oluyor. Rusya'nın yeniden dirilişi nüfuz alanı olarak kabul ettiği bölgede tehditlere ve güç kullanımına sebebiyet veriyorsa, yeni istikrarsızlıklar ortaya çıkacak demektir. Ve eğer ABD ikinci soğuk savaşı davet edecek şekilde sorumsuzca davranırsa, bu, Türkiye'nin, galibi olmayan bir jeopolitik çapraz ateşin arasında kalacağı bir yerde olduğu anlamına gelir. Türkiye'nin Boğazlardaki deniz trafiğini izleme rolü, özellikle, Montrö Sözleşmesi'ne taraf olmamasına rağmen, ABD'nin sözleşme hükümlerine göre davranmasına izin vermesinden dolayı, kaygı verici bir başka unsur haline geliyor. Erdoğan'ın Kafkas birliği yaratılmasına yönelik girişiminin ortalığı yatıştırıcı mı yoksa iyice kızıştırıcı etkisinin mi olacağını şimdiden öngörmek çok zor. Ama genel durum bir sürü diplomatik tuzak barındırıyor ve çok büyük özen ve dikkat gerektiriyor.
Kaynak: Zaman