Düşündüm taşındım, 'Türkiye Açılımı'ndan daha iyi bir kavram bulamadım.

Hakikaten derinliğine meseleye baktığımızda "Kürt açılımı"nın çok daha ötesinde bir açılımın dinamiklerini içerisinde barındırdığını görebiliyorsunuz.

Yani, Kürtleri de aşan bir açılım söz konusu..

Açılımın tabiatı gereği bizi götürebileceği noktaları tahmin etmeye çalışıyorum..

Kötümser değilim..

Dünya şartları Türkiye'nin önüne büyük bir imkan çıkardı..

İçine kapanık(halkına da kapanık) bir Türkiye'den dışa açık (halkına da açık) bir Türkiye'ye geçmenin sancılarını yaşıyoruz sadece.

18. yüzyılda yeşeren ve 19. yüzyılda imparatorlukları sarsan, 20. yüzyılı da büyük savaşlarla damgalayan 'kara milliyetçilikler' ortadan kalkmaya mahkum.

Dolayısıyla kendi sorunlarımıza yeni paradigmalar üzerinden bakmalıyız.

* * *

Kürt açılımına "Türkiye açılımı" demekte mazurum.

Bu sadece dışa doğru bir açılım değil, içe doğru da bir açılım çünkü.

Kürt meselesi dediğimizde en azından -Türkiye, Irak, Suriye, İran-dört ülkeyi ilgilendiren bölgesel bir mesele olduğunu bilmemiz gerekiyor.

Öte yandan Kürt açılımı'nın sadece bölgede yeni bir durumun ortaya çıkmasıyla sınırlı kalmayacağını da söylemek istiyorum.

Daha geniş birliktelikler için Türk-Kürt dinamiğinin olumlu rol oynayacağını düşünüyorum.

Mezopotamya tarihini okuyanlar bu bölgenin etnik milliyetçilikler üzerine kurulu yapıları uzun süre kaldırmayacağını ve bir gün çok kötü şekilde bu yapıları bünyesinden kusturacağını bilirler.

Sümerlerden, Asurlulara, Perslerden Makedonyalılara, Roma'dan Bizans İmparatorluğuna kadar bu böyle olmuştur.

Selçuklu-Osmanlı yönetim modeli de bölgeyi halklarıyla birlikte kapsamayı başardığı için uzun ömürlü olabildi.

Bu yüzden Kürt açılımı'nın hem dışarıdaki hem de içerdeki etkisi sandığımızdan daha büyük ve daha olumlu olabilir..

Hep birlikte kazanmak için bir fırsat bu.

Kürt açılımı'nı Türkiye açılımı'na dönüştürebilmekte bütün hüner.

* * *

Adına her ne dersek diyelim, sonuç değişmiyor, Türkiye otuz yıldır bu sorunla kitlenmiş durumda.

Dışarı açılamadığı gibi içeriye de açılamayan bir devlet yapısı egemendi.

Askeri darbeler de bu durumu devam ettirmekten başka bir işe yaramadılar.

Belki de işlevleri buydu bu darbelerin, bilemiyorum.

Kendi kendini tüketen militer devlet anlayışı onbinlerce vatan evladını kurban vermekten de kaçınmadı..

Artık durum değişti.

Türkiye bir başına karar verebilecek durumda bugün.

Şimdi bu sorunu daha rahat şekilde çözebiliriz.

"Ne açılımı ulan, böyle iyiyiz" diyenlerin çok iyi düşünmeleri gerekiyor.

Türkiye'nin büyümesinden korkanların bu sorunun olduğu şekliyle devam etmesini istemelerini çok iyi anlıyorum ama bizim milliyetçilerin ne yapmaya çalıştıklarını hiç anlamıyorum.

Acaba siyasi ihtiraslar ülke çıkarlarını gölgede mi bırakıyor?

Parti çıkarlarıyla ülke çıkarları karşı karşıya geldiğinde hangisi kazanıyor?

Parti mi, ülke mi?

Milliyetçiliğin, yurtseverliğin sınandığı nokta da burası.

Özür tatlı geldi..

Şu petrol nelere kadirmiş sevgili okurlar..

Bir süre önce Muammer El Kaddafi'nin oğlu ve gelini İsviçre'nin Cenevre kentinde kaldıkları otelde personele kötü davrandıkları gerekçesiyle kısa bir süre tutuklanmıştı.

Hannibal Kaddafi ve eşi kefaletle serbest bırakılmıştı.

Bu olay üzerine Libya Lideri Muammer El Kaddafi, İsviçre'ye diplomatik ve ekonomik boykot uygulamaya başlamıştı.

Başta "Nestle" olmak üzere İsviçreli şirketlerin Libya'daki ofisleri kapatılmıştı.

Libya'dan İsviçre'ye petrol sevkiyatı durdurulmuş, yanı sıra Libyalı işadamları da İsviçre bankalarındaki paralarını geri çekmişlerdi.

Muammer Kaddafi ailesinin yaralanmış onuru İsviçre'yi fena halde sarstı anlayacağınız.

İki ülke arasındaki krizin sona ermesi için İsviçre Cumhurbaşkanının gelip özür dilemesini şart koşmuş Kaddafi..

Krizin daha fazla devam etmesini göze alamayan İsviçre Cumhurbaşkanı Hans-Rudolf Merz, Trablus'a kadar giderek özür dilemiş..Tamamı için tıklayınız

 

Kaynak: Yeni Şafak