Hilmi Güler bir müjde vermiş: "Türk tipi tohum" ürettiğimizi, önümüzdeki günlerde bununla ilgili açıklama yapılacağını kaydetmişti.

Şüphesiz son derece önemli, sevindirici bir haber. Çünkü Türk çiftçisi tohumda dışa bağımlı olup avuç dolusu para ödüyor. Üstelik adamlar bu tohumu öyle üretmiş ki; bir kere kullanıyorsun, arkası gelmiyor. Yeniden tohum almak zorundasın.

Tohup deyip geçmeyin bazı sebze tohumlarının gramı altından pahalı.

Tohum meselesi bizi ister istemez "organik tarım" meselesine götürüyor. Tarımda dünyanın dönüp dolaşıp geleceği yer burasıdır.

Teknolojik ilerlemelerin sarhoşluğuna kapılıp çevresini kendi elleri ile kirleten insanoğlu, bugün tekrar doğanın el değmemiş halini diriltmeye çabalıyor. Bu çaba basit bir nostaljiden çok giderek artan tüketici bilincinden kaynaklanmaktadır. Özellikle gıda ürünlerinde tatlandırma, renklendirme, koruma ve kıvam verme gibi amaçlarla kullanılan kimyasal maddelerin zararları ile yetiştirmede kullanılan gübre ve ilaçların etkileri insan için kabul edilemez hasarlara (hastalıklara) yol açtığı bilinmektedir.

Bu sebeple tüketici "saf" ve "katıksız" gıda istiyor.

Burada mesele dev tarım şirketlerinin çevreci görüntü altında bu meseleye nasıl yaklaştıklarında yatmaktadır.

Bunları kim, nasıl denetleyecek?

Bu tıpkı nükleer silahlarla, biyolojik silahlarla mücadeleye benziyor. Zor iş.

Organik tarım henüz emekleme devresinde. Bol verim ve bol kazanca alışan üreticiyi, şirketleri bu tatlı kârlarından vaz geçirebilecek mi? AB üyesi ülkelerin 2005 verilerine göre organik tarım oranı %4. Türkiye'de ise 2007 verilerine göre organik tarım alanlarının toplam tarımsal arazi içindeki oranı %0.60 civarında. Neredeyse yok gibi bir şey.

Ancak biz de AB uyum yasaları çerçevesinde onlarla birlikte hareket edecek ve bu oranı artıracağız. Bu işin yasal çerçevesi, denetimi, laboratuarları, sertifikaları, ihracatı iç tüketimi epeyce vakit alacak.

Organik tarım tüketiciye mümkün olduğunca katıksız ve doğal ürenler sunmayı amaçlıyor. Ancak uygun alternatifler bulunmadığı zaman bazı kimyasalların kullanımına izin veriliyor. Genetiği değiştirilmiş organizma kullanımı ise tamamen yasak.

Organik tarım sonucu hangi hedeflere ulaşıyoruz:

Bir kere en başta doğanın dengesi korunuyor. Doğal kaynakların ve enerjinin optimum kullanımı ile optimum verimliliği sağlanıyor. Gelecek nesiller sağlıklı beslenme ile korunmuş oluyor. İnsanlar kadar çevre, hayranlar, toprak, su ve mikroorganizma da korunuyor.

Son 30-40 yılda dünyada gelinen nokta kimyasal ilaç kullanılarak yapılan tarımın artık sürdürülebilir olmadığını göstermiştir. Tarımda yenilik şarttır.

Organik tarım ile besin kalitesi yüksek, lezzetli ürün elde edilmektedir. Yaşı müsait olanlardan sürekli su şikâyeti duyarsınız:

— Nerede o eski domatesler. Bir yerde bir salatalık kesilse kokusu elli metreden duyulurdu. Artık bırakın salatalığı, maydonozun bile ne kokusu kaldı, ne tadı. Bildiğin ot.

Organik tarım şu anda en çok AB ülkelerinde, Avustralya'da ve Latin Amerika'da yapılıyor. Ancak Türkiye'nin avantajı kirlenmemiş topraklara ve su kaynaklarına sahip olmasıdır. Su kaynaklarımızı maalesef kendi elimizle zehirliyoruz. Bugün için Gediz, Menderes, Sakarya, Ergene, Meriç vb. gibi büyük nehirlerimiz tarımda sulamaya uygun olmaktan çıkmıştır. Niçin?

Çünkü bu nehirlerin geçtiği bölgelerde kurulan sanayi tesisleri hiçbir arıtma yapmadan zehirli sularını nehre boşaltmaktadır. Bu vurdumduymaz uygulamanın önüne derhal geçilmelidir. (Yahu M. Kutlu böyle emir verir gibi konuşma, Bunu herkes biliyor ama önüne geçmek zor ki zor.) Oksijen yokluğu ve başka sebeplerle sık sık rastlanılan balık ölümlerinden ders almalıyız.

Evet, Türkiye "organik tarım" yapsın diyoruz, bunu hedef olarak koyuyoruz ama önümüzde çok engel var.

Eh, engelleri aşmak topyekun halkın ve özellikle hükumetlerin meselesi. Emeksiz yemek olmaz.

Önümüzdeki yıllarda dünyada aç insanların oranı bir milyara çıkacak. Buna sebep gelişmiş ülkelerin akıl almaz tüketimidir. Bu tüketim alışkanlığı bize de bulaşmıştır. Üretimle-tüketimi dengelemek, istikbali ve çocuklarımızı düşünerek "tarıma yatırım yapma" yolunda kararlı olmalıyız. Bu çerçevede kendi tohumumuzu üretebilmiş olmamız ülkede petrol bulunmuş olmasından daha önemlidir. Anlayana.

Yenişafak