Modern hayat teknoloji ile el ele verip dünyamızı ve insanları kılcal damarların vücuda yayılışı gibi ele geçirmiştir. Her şeyin bir şeyle ilgisi vardır. Meselâ ben öteden beri ağzımda bir söz geveleyip duruyorum. Türkiye (insanımız) bir yandan modernleşiyor öte yandan dindarlaşıyor. (Bu yıl oruç tutanların oranı % 85'e çıkmış). Bilim adamları, sosyologlar, sanatçılar bu can alıcı oluşum üzerinde durmuyor. Durmayınca da insanları anlayamıyor. Tophane'de bir bardak suda kopartılan fırtına bu yüzden sağlıklı olarak değerlendirilemedi.

Mesela üniversiteli kızımızın üzerinde kot pantolon, kalçaları örten bir uzun mont ve ayaklarında Convers var. Ama başı örtülü. Kulağında ipod veya mp3 player müzik dinliyor, muhtemelen yabancı dilde, elinde tasavvufa dair bir kitap.

Ailece Umre'den yeni gelmişler ama henüz yaz ve tatil bitmediği için deniz kıyısında kendilerine uygun bir otele gitmeyi planlıyorlar. En azından erkekler için ayrı, kadınlar için ayrı havuzlardan birinde yüzecek; gece sahilde dolaşacak, çekirdek çitleyecek yakınlardaki tarihî mekanları gezecekler. Güz gelince televizyon dizilerine dalacaklar. Bu dizilerin umum ahlâka aykırı olduğunu hissederek, kanal değiştirecekler.

Bazı saftirik adamlar "Yahu kumanda senin elinde, bir kanalı beğenmiyorsan ötekine geç" der. Aslında "öteki kanal" diye bir şey yok. Bakmayın siz bazı fanatiklerin irticai kanal-normal kanal ayrımı yapmalarına. Bunlar banka gibidir, birbirinden yoktur farkı. Birinde cinsellik satılıyorsa (ki reklamlara kadar sızmıştır) ötekinde şiddet hakimdir. Televizyon bir "eğlence aracıdır" asla bilgi ve kültür aktarmaz (Bazı iyi niyetli belgeseller hariç. Belgesellerin dahi sponsorları gizlice bir mal pazarlar. Bu bazan araba olur, bazan turistik bir yöre olur, vesaire). Verilen bilgi ve kültürün ideolojik temeli, yanlışları, kasıtları da vardır. Hadi bunu da geçtik, başka bir kanala atladık. Orada "memleket meseleleri" tartışılıyor. Ne güzel, burada kalalım dersiniz, az sonra tartışmacılar (koca koca adamlar, profesörler, siyasiler) birbirine girer, şiddetin, argonun, hatta hakaretin daniskasını sergilerler. Bu da olmadı geçelim, bir hocaefendinin vaazını dinleyelim bari dersiniz. Hocaefendi kendi fikri, meşrebi ve cemaatinin ağzı ile konuşmakta, bazı konularda başka hocaefendileri karalamaktadır.

Şurasını unutmayın. Televizyon üzerine yüzlerce kitap yayımlanmıştır. Bunlardan birinde bir iletişim uzmanı şunu söylüyor "Dinî söylem asla televizyona nüfuz edemez, aksine televizyon dinî söyleme sızar." Konuşmacı farkında olmadan şov yapmaya başlar, fıkralar anlatır, ilgi çekmeye çalışır. Olmazsa araya müzik, klip, ilâhi vb. gibi görüntüler girer. Vaaz veren hoca mutlaka bir marifet sergilemelidir. Jest ile mimik ile, ses tonuyla, kurduğu cümlelerle konuşmasını "televizyon dili"ne adapte eder, bunun farkına varmaz. Böyle yapmayan hoca reyting alamaz, işini kaybeder. Ne kadar ekmek, o kadar köfte. >>DEVAMI>>