Birbirine bitişik uzanıp giden masalar. Üzerlerinde kar gibi beyaz-temiz örtüler. Masalara dizilmiş çorbalar, et yemekleri, börekler, sebze yemekleri, balıklar, tatlılar, meyveler, kısası "kuş sütü, kuru üzüm".
Şehrin insanları alışkın oldukları için kuzu kuzu kuyruğa girmiş, ellerinde bir geniş tabak bu yiyeceklerden gönülleri neye çekerse bir miktar alıyorlar. Tabağın da bir istiab haddi var, bu kadar yiyecekten hangi birini taşısın. Bazı insanların gözü aç, tabağı tepeleme yığıyor; sonra "Ulan parasını verdik elbette yiyeceğiz" diye tıkınıyor ve sonra haliyle mide fesadına uğruyor. Bazıları çekingen, belli ki "açık büfe"ye alışmamış, yan gözle etrafı kolaçan ederken "Aman az alayım, görmemiş demesinler" diye çimçimleniyor; sonra masaya oturunca "Keşke şundan da alsaydım, bundan da alsaydım, herkes yedi ben aç kaldım" diye hayıflanıyor. "Bu kadar yemek Müslümana yakışır mı? Utanın!" diyen oldu mu acaba?
"Açık Büfe" bu.
Gelişmişi var, az gelişmişi var, gelişmekte olanı var. Salonda muhteşem bir dekorasyon var. Odalar, perdeler, halılar, içkiler, eğlenceler, bahçeler, havuzlar, deniz, güneş, kaçamak ilişkiler, dans-dans-dans.
Dünyada bir milyar insan açmış kimin umurunda. Her altı saniyede bir çocuk açlıktan ölüyormuş, kimin umurunda. "Açık Büfe"yi yapanlar, kapanlar malı götürmüş, ötekilerin canı cehenneme.
Yoo! O kadar kolay değil.
Bu konforun altında kaç yıllık fikir, emek, mücadele, bilim, savaş vesaire var. Kalkınmak kolay mı? Bu konforun ardında enerji var, eğitim var, yıl boyu makine düzeni içinde çalışma, var, laboratuvarlar var, bilim adamları var, iletişim ağı var, reklamcılık var, siyaset var. Demokrasi, insan hakları ve özgür düşünce var. Bütün bunları koruyacak güvenlik güçleri, onların silahları var. Silahların üretildiği fabrikalar var. Deniz ticareti, bankalar, küresel veya ulusal sermaye var.
"Açık Büfe"nin yarıdan fazlası her gün çöpe gidiyormuş kimin umurunda. Açık Büfe olmasa bile hastanelerden, mekteplerden, kışlalardan, fabrikalardan, insanların topluca yemek yediği yerlerden binlerce ton ekmek ve yiyecek çöpe gidiyormuş kimin umurunda.
Enerji kazanılacak, barajlar yapılacak, kömür ocakları işletilecek, nükleer santraller çalışacak, petrole sahip olunacak bunun için savaşlar verilecek, bütün bunlar atmosfere karbondioksit püskürtüyormuş kimin umurunda. Değil.
Yüzlerce iklim bilimci artık atmosferin bu kadar zehirli gazı kaldıramadığını haykırıyor. Kimin umurunda. Değil.
Rio'da, başka yerlerde şu sera gazını azaltalım, batıyoruz diye kararlar alınıyor; dünyamızın geleceği hesap ediliyor falan ama, düzen bildiğini işliyor. Düzenin tekerine çöp sokmaya kalkan anasından doğduğuna pişman ediliyor.
Denizler, ormanlar, nehirler, sular, hava, toprak elden çıkıyor. Ağır ağır zehirleniyor. Herkes bunu görüyor, elden bir şey gelmiyor, düzen müsaade etmiyor çünkü. Çünkü "tüketim zinciri" veya "üretim ağı" bir kere parçalanırsa maazallah insanlık çığırdan çıkar, isyanlar olur, millet birbirini yer. Buna iman edilmiş. Teknolojinin ve Allahsız bilimin emirlerine iman edilmiş.
Ama tedirginlik de uç veriyor.
Yangınlar, seller birbirini takip ediyor.
İki yıl önceki kıtlık tehlikesi akılları baştan aldı. Olmayan akıl nasıl baştan gider o da ayrı mesele. Aslında "âhır zaman"dayız, belki de "kıyamet"e gidiyoruz, ama bunu kim bilebilir?
Dünyada mevcut düzene alternatif bir fikir yeşermiyor. Yeşiller gibi çoğu danışıklı-dövüş elemanı kuruluşlar var ama, bir çıkış yolu gösteremiyorlar.
Dünyamız artık bir "Açık Büfe" olmuştur. Herkes bir yanından tırtıklıyor. Bu gidişin karşısına ancak "zihniyet devrimi" ile çıkılabilir.
Bunun açık adresi "ahlak"tır. Etik değil. Aslında ikisi de aynı mânaya geliyor ama dini kökeni yüzünden kimse "ahlak" demeye yanaşmıyor. Ahlak şu: "Açık Büfe"yi derhal ortadan kaldıracaksınız. Bu büfenin kuruluşunu gerçekleştiren o kapitalist zihniyete "Hayır" diyeceksiniz. İnsanoğlunun kulağına üflenen en ünlü yalanı, yani "kalkınma ve ilerleme"yi reddedeceksiniz.
Baraj kurmayacaksınız, bırakın su bildiği gibi aksın; kurt-kuş-ağaç-çiçek-böcek rahat etsin. Yağmur sularını biriktiren cedlerimiz gibi sarnıç yapacaksınız. Elektrik, bununla çalışan aletler, petrol ve bununla çalışan âletler olmayacak.
Güldürme adamı, ütopyanın bu kadarı fazla. Ne diyorsun yani ilkel topluma mı dönelim?
Yoo! Bulgur aşı, ayran, soğan nemize yetmiyor; yeter ki biz yeniden Hakk'ın emri olan "kanaat"a dönelim ve yiyeceğimizden fazlasını aç kalan komşumuza verebilelim. Dünya rahat bırakılsa bu nüfusun on katını besler. Zaten doğum-ölüm-üretim-tüketim dengesi kendiliğinden kurulur, merak etmeyin. Eskiden "kanser" yokmuş, bunu unutmayın.
Bu dediğin şey olacak şey değil.
Zaten önce olmayacak şeyleri söylüyorum. Olacak şeyler arkadan gelecek.
Merak ettim nedir onlar?
Hadi birini diyeyim de merakın gitmiş olsun.
Söyle, söyle!
Kara saban ile öküz.
Olmayacak duaya "amin" dememizi bekliyorsun. Keşke duaya inansanız. Hesap gününe, ahırete inansanız. Dünyaya doymayan nefsinize biraz söz geçirebilseniz. O zaman artık alelade hale gelen "ölüm" mânasını kazanır ve siz "Açık Büfe"den bir dilim ekmek, biraz zeytin, biraz peynir alıp uzaklaşırsınız.
İşte ilk adım bu.