PKK eylemlerini artırdı. İlk hedef askerî birlikler. Böylelikle terör örgütü uluslararası literatürde yansız bir dille kendisinden bahsedilmesini, eylemlerinin siyasi iletişimini yapmak istiyor. 
 
Geçmiş yıllarda sivil hedeflere yönelik eylemler de gerçekleştirilmişti. Yolcu minibüsünde bomba patlatma, çarşı yakma, kalabalığın içinde canlı bombanın kendisini uçurması gibi. Terör örgütlerinin kolektif aklında tek hedef vardır: Karşı oldukları egemen otoriteyi kamusu önünde küçük düşürmeye çalışmak, korku ve panik doğurmak, nihayet badireden çıkış için görüşme masasına davet edilmeyi sağlamak. Bu tür örgütler kendilerini, can alıp can vermeye dönük yapıları sebebiyle "kutsallaştırılmış bir siyaset"in taşıyıcısı olarak hayal ederler. Her kutsal siyaset amacının yüksek değerine büyülenmiş gibi baktığı için, oraya ulaşmakta her imkânı, ahlaken en tartışmalı araçları bile kullanmakta herhangi bir mahzur görmez. Amacın kutsallığı onların gözünde yöntemi meşrulaştırır.

Bu anlayış, eylemin türü, sonuçları bakımından her tür kaygıdan, duyarlılıktan onları vareste kılar. "Kalabalıkların içinde bomba mı patlatılmış; savaş hali, bizim de sivillerimiz öldürülüyor, olacak bunlar. Eylemin trajik sonuçları mı olmuş, olsun, hiç kimse bu kaderin dışında değil, herkes sorunun bir parçası." Her zaman bu tür eylemleri aklayacak, en azından mazur gösterecek bir dil, terör örgütlerinin kamusunda canlı bir şekilde var olur. Ancak eylemlerine sınır çekmelerini sağlayan, kimi eylem biçimlerinden onları uzak tutan unsurlar da vardır. Bunlar elbette humaniter bir bakışın değerleri değildir, -Ölümle sürekli yüz yüze olmanın getirdiği bir mistik tutkuyla insaniliğe bağlı olduklarını düşünseler bile- sadece gerçekleştirilen eylemin hem iç hem dış kamuoyunda nasıl karşılanacağına dair kaygılardır. Terör örgütünün eylemlerine rağmen aradığı uluslararası meşruiyet, sivil hedeflere saldırılarla gölgelenmeye başlar. Uluslararası politik güçler ahlaktan bağımsız bir siyasi anlayışla eylemin türüyle değil satranç tahtalarındaki yeriyle ilgili olsalar da, gündelik hayatın akışı içindeki kalabalıklar olaylara böyle bakmazlar. Onlar için satranç tahtası yoktur, başkalarının acılarına ilgilidirler. Gitgide güçlenen uluslararası enformasyon akışı, ortak bir insanlık kavrayışına kuvvet kazandırmaktadır. Siyasetin matematiğine iman etmiş politik güçler bile kalabalıkların bu ilgilerine bigâne kalamazlar, onları da aynı soğukkanlılıkla satranç tahtasına dâhil ederler. İşte bu gibi gerekçeler dolayısıyla PKK da sivil kesimlere yönelik eylemler konusunda dikkatli olmaya başlamıştır. Ancak zihinlerindeki şemaya göre süreci hızlandıracağını düşündükleri sivil saldırıların "faydası" ile uluslararası kamuoyunun önlerine koyacağı bedeli düşündüklerinde arada bir yerde durmayı tercih etmektedirler. Eğer sivil hedeflere yeniden saldırılar başlarsa, bu daha da güç yitirdiği, varlık derdine düştüğü için uluslararası bedeli önemsemeyen, bütün dikkatini içe vermiş bir örgütün haline işaret edecektir.

EYLEMLER NEDEN YENİDEN BAŞLADI?

PKK'nın "dikkat çekici" eylemlere başlamasının birkaç sebebi vardır: Birincisi, örgüt demokratik açılım projesinden rahatsızdır. Projenin "bu sorunları çözebiliriz" duygusu dahi örgüt için tehdit edicidir. Sorunun çözülebileceği "hissi" siyasi ve kamusal desteğe sahip oluyorsa, bu artık çözüm sürecinde bir rolü olmayacak PKK'nın tasfiyesi demektir. Otuz yıla yaklaşan bir kariyere, uzun bir ölüler listesine, zafer vaadine dayalı bir politik dile, kendisini bir ölüm makinesi olarak örgütlemiş bir yapıya sahip PKK'nın sadece bu gerekçelerle bile kendisini tasfiye edecek her tür gelişmeye direneceği açıktır. O süreci belirlemeyi, silahını bir unsur olarak masada tutmayı, süreç sonunda da varlığını sürdürmeyi umut etmektedir. İkincisi, demokratik açılımdan Abdullah Öcalan'a bir af çıkacağı beklentisi doğmuş olmalıdır. En merkezi tema olarak bu beklentiye sahip bir siyasi zihnin, başka hiçbir gelişme ile tatmin olmayacağı, sürekli asli talebine vurgu yapacağı, oradan bir sonuç çıkmadığında ise süreci başarısız bulup sabote edeceği muhakkaktı. Öyle de oldu. Şu son günlerde gazetelere düşen, Öcalan kaynaklı, "Beni bırakın, uluslararası bir gözetim altında hatta Türk Ordusu'nun da görebileceği bir şekilde örgütü belli bir alanda toplayayım, sürecin önünü açalım," türünden değerlendirmeleri, benzeri birçok açıklama gibi bu beklentinin ifadeleridir. Üçüncüsü, dağda toplanan örgüt üyelerini eylem yapmadan tutabilmek neredeyse imkânsızdır. Çünkü tam da bu amaç için bir araya gelmiş insanların nezdinde eylemsizlik değersiz bir hayat biçimidir. Elbette eylemin ucunda ölüm vardır ve bu onları en derin şekilde etkiler, kaygılandırır, uykularını kaçırır; ancak önlerinde belirsiz bir tarihte duran eylem, somut eylemden daha korkutucudur. Sürekli o kaygıyla yaşamaları yıldırıcı, bezdirici, mahvedicidir. İnsan korktuğuyla bir an önce yüzleşmek, her ne olacaksa bunu görmek, bedelini ödemek, eylem sonrası o en huzur dolu anın soluğunu almak ister. Dağdaki adamı orada tutmak isteyen örgütün kaderinde eylem adeta kaçınılmazdır. Nihayet dördüncüsü, Gazze, İsrail gerginliği, İran'la nükleer anlaşma ve BM Güvenlik Konseyi'nden çıkan yaptırım kararına Türkiye'nin itirazıyla birlikte şekillenen durumu PKK'nın uygun bir ortam olarak görmesidir. Böylelikle bölgede bir irade olarak var olduğunu kanıtlayacak, büyük güçlerin satranç tahtasındaki yerini alacaktır. Malum, zor mücadele şartları dinamik ittifak ilişkilerini gündeme getirir. 

 

OHAL, ÖRGÜTÜN BEKLENTİSİ

PKK'ya karşı ne yapılmasından önce ne yapılmaması gerektiği daha elzem görünüyor. Kesinlikle demokratikleşme süreci askıya alınmamalı, soğukkanlı bir şekilde yeni hamlelerle sürdürülmelidir. Adlandırmaya takılmadan ya da başka adlandırmalarla ancak içerik itibariyle ülkenin yaşadığı demokratikleşme ekseninde kimlik problemlerine çözüm getirici tez ve teklifler geliştirmek bir milli mesele olarak muhalefetin de önündedir. Bu konuda polemik yapan kaybeder. Keza otuz yıldır bu ülkenin bir gerçekliği olarak yaşanan terör konusunu da iktidar/muhalefet polemiğine indirgemek, buradan siyasi bir kazanç ummak, nasıl bir dil ve takdim kılığına bürünürse bürünsün, sahibine zarar verir. Öte yandan devlet bir intikam örgütü değildir, toplumun birliğini dirliğini sağlamak için en merkezkaç unsurları bile çatının altında nasıl tutacağını akleden bir makinedir. Devletten beklentileri de bu çerçevede düşünmek, kamusal iletişimi buna uygun oluşturmak önemlidir. İkincisi, daha disipline güvenlik önlemlerine yönelmek, OHAL ilan etmek doğru olmaz. OHAL, getirdiği tedbirlerle faydadan çok zarar üretir. İşinde gücünde insanları ağır güvenlik tedbirleri altında sürekli gözetimde tutmak, bir bakıma onlara şüpheli muamelesi yapmak, bunun gerektirdiği düzenlemelerle canlarından bezdirmek, örgüte insan yetiştirmek anlamına gelir. Türkiye OHAL'e yabancı değildir. Yıllarca uygulanmış bir tedbirdir. Faydası ve zararı konusunda artık ortak bir fikrimizin olması gerekir. Üçüncüsü, sorunun uluslararası ayağına yönelik etkin girişimlerde bulunmaktır. Türkiye'nin dış politik imkânları buradan netice elde etmeye yeterlidir. Sadece PKK konusu sebebiyle değil Türkiye'nin bölgedeki genel duruşu bakımından da taraf olmak veya öyle görünmek yerine arabulucu konumunu sürdürmek daha doğrudur. Bu konuma İsrail Filistin problemi de dâhildir.

Terör örgütü eylemleriyle "karşı taraftaki" kesimleri belli adımlara mecbur etmek ister. OHAL, demokratikleşme sürecine son verilmesi, infiale dayalı bir siyasi dilin hegemonyası, ayrıştırıcı yaklaşımlar bu beklentilere dâhildir. Politikanın tuhaf evreninde, bazen tam karşıt olanlar diyalektiğin sürmesinde aynı saflara düşebilirler. Devrim şartları oluşsun diye baskının daha da artmasını bekleyen bildik stratejide olduğu gibi, bir bakarsınız "daha fazla güvenlik" talebi örgütün de talebi oluvermiş. O yüzden terörün diyalektik öngörüsünü iyi okumak ve beklenen adımların dışında bir strateji oluşturmak önemlidir. Terörle mücadele muhakkak, onun kılık değiştirmiş taleplerine hayır diyebilmeyi de kapsamalıdır.

Türkiye büyük ve güçlü bir ülkedir. Bu badireyi mutlaka atlatacaktır. Maalesef yaşadığımız coğrafyanın bir gerçekliği olarak bir süre daha terörle yaşamayı öğrenmeliyiz. Bunun kolay bir iş olmadığı ortada. Fakat terörün hamlelerini boşa çıkartmanın en önemli yollarından birisi de toplumun soğukkanlılığını koruması, öfkeye kapılmamasıdır. Siyaseten bunu temsil ve ifade etmek ise herkesin görevidir.

Kaynak: Zaman