Wikileaks internet sitesinden geçilen haberler dünya medyasının gündeminde. Günlerdir diplomatlar, siyasiler, akademisyenler, raporlar ne anlama geliyor, onu konuşuyorlar.

Ancak bir anlatım aracı olarak konuşma, nasıl az yapıldığında bir sorunsa çok yapıldığında da öyle. Kim ne anlatıyor, hangi fikri önemsiyor, bütün bunlar ne anlama geliyor, sorularına cevaplar, korkunç bir uğultunun içinde eşitleniyor. Buradan ne çıkartılacağı hususu, bin bir surat parodisine dönmüş durumda. Her yüze, nabza, politikaya göre takılan maskelerin altında gerçek yüz nedir, bilinmiyor. Sözler, yorumlar bizi o gerçek yüzden uzaklaştırıyor. Gerçek bir yüz hakikaten var mı, artık o bile muamma. Kimilerine göre yeni bir oyunla karşı karşıyayız.

İşin bir iletişim boyutu var. İnternet dediğimiz teknoloji siyasal gündeme ilişkin gazete, radyo ve televizyon gibi iletişim araçlarından rol çalıyor. Daha düne kadar "yardımcı hizmetli" rolündeki internet, şimdi haberin ve gelişmelerin kaynağı. Bütün dikkatler adı yukarıda yazılı linkten akacak haberlerde. "Haber" hayatın kendisiyken, şimdi onun internetten akan sureti olmuş durumda. Televizyonlar, gazeteler biraz kafaları karışmış, biraz mahcup, bu eski yedek oyuncu bize neyi sunacak diye bekleşiyorlar. Haber programlarına katılmak isteyenlerin tıklayarak görüş ilettikleri linkin kardeşi, şimdi kendine tıklatarak haberleri sunuyor. İnternetin, artık geleneksel deme zamanının geldiği anlaşılan gazete, radyo, televizyondan çaldığı rolle edindiği bu eşsiz konum geleceğin işaret fişeği.

İşin bir de başka bir yönü var. İnternet diğer kitle iletişim araçlarına göre daha denetimsiz bir mecra. En azından şimdilik böyle. Bu mecranın akrabalarını geride bırakarak bu kadar öne çıkma potansiyeli, "manipülasyonu baş strateji" ilan etmiş çevreler için ilham verici olmalıdır. İnternet marifetiyle daha yakın zamanda bir genel başkan yerinden edilebildiğine göre, bu oyunun daha yüksek düzeyde sergilenmesi şaşırtıcı olmaz. Amansız siyaset ve iktidar mücadelesinin her türlü fırsatı değerlendirme eğilimi, internetin alacakaranlık dünyasına göz kırpıyor, fark ediyor musunuz?

Gelelim Wikileaks'ın anlattıklarına.

Buradan gelen haberlere göre Amerikan diplomasisinin, "resmî görüşünün ötesinde de" fikirleri, eğilimleri, yorumları, kaygıları biraz da argoya kaçan bir dili varmış. Varmış, diyorum, çünkü hâlâ bu belgeler, bilgiler nedir, kimindir, gerçekten takdim edildiği gibi midir, şüpheli. Clinton, "Bizim mesajlarımız öyle değildir, bilgileri sızdıran sorumlular cezalandırılacaktır." derken arafta bir konuma çekiliyor. Işığın her zaman gölgesiyle birlikte var olması, aydınlatmanın bir tür karartma da olabileceğini bize hatırlatıyor.

Günlerdir çeşitli mecralarda tartışılan konuları bir de burada tekrar edecek değilim. Bu söz bolluğunun içinde ortalama vatandaşın aklında ne kalacak, bu mühim. Bir de bunun anlamı ne olacak? Vatandaşın aklında kalacak olan, bugüne kadar bilinenleri kesinlikle doğrulayan ve tekzip eden hususlardır. İlham Aliyev'in Türkiye'ye ilişkin mesafeli tutumu. AKP'ye ilişkin, İslamcı köklerden gelen modern bir parti ifadesi. Erdoğan için kullanılan "övücü" sözler. Bunlar arasında "Anadolu tribünü" olduğu da var; yani aristokrat Roma senatörlerinin arasına pleblerce gönderilen halkın sözcüsü. CHP hakkında sarf edilen "bir avuç elitistin yaygarası" tanımı. AB konusunda ikiyüzlülüğü ortaya koyan yorumlar. İran'ın "gizli bilgiler üzerinden bir kez daha garanti altına alınan "nükleer tehdit potansiyeli". Devlet yöneticilerine takılan isimler. Yolsuzluk iddiaları...

İlginç bir husus, televizyon kanallarındaki yorumcuların sık sık küsuratına kadar toplam ve Türkiye'ye düşen belge sayısını söylemeleri. Kesin rakamlar zımni bir dille "hakikat ifşasının" deliline dönüştürülüyor. Bir zamanlar bir politikacının yaptığı gibi, adı duyulmamış bir köyle şehir merkezi arasındaki elektrik direk sayısı tam olarak belirtildiğinde, artık ondan sonra söylenecek her sözün bir hakikat anlatısına dönüşmesi gibi bir durum ortada. Bir parça da Amerikalıların bizimle ziyadesiyle meşgul olmalarından kaynaklanan gizli bir gurur payı bu mukayeseye eşlik ediyor. Düşünün ki, o kadar çok problem yaşadıkları Irak'ın bile önündeyiz. Muhalefet ise "daha neler çıkacak" havasında konuşurken, belgelere dayalı bu sayısal ilgiden şikâyetçi görünmüyor. Muhalefetin dilinde çizilen "Zavallı Türkiye" profiline uymayan belge bolluğu kafalarını karıştırmıyor mu acaba?

DİPLOMASİNİN MAHREM HİKâYESİNDEKİ PARADOKS

G. Orwell, diplomasi için "Konuşup da hiçbir şey söylememe sanatı" der. Nitekim o diplomatik konuşmaların klişe ifadelerini herkes bilir. Kürsüler kurulur, karşılıklı ölçülü gülücükler teati edilir, verilecek önemli mesajlar için herkesin yerli yerinde olup olmadığı son bir defa kontrol edildikten sonra ağır ve tok bir sesle konuşulmaya başlanır. Karşılıklı dostluk ve işbirliği çerçevesinde görüşmeler yapılmış, birçok temel konuda ortak görüşlere sahip oldukları kayıt altına alınmıştır. Bundan sonra da görüşmeleri iyi niyet ve anlayış esasında sürdürerek verimli sonuçlara varacaklardır. Bu arada televizyon kameralarına güçlü tokalaşma, birbirlerinin omuzlarına dokunma, nazikâne jestlerle yol verme gibi "beden dili imkânları" üzerinden gerekli mesajlar da verilerek, merak edilecek hiçbir şey olmadığı, her şeyin bildik şekilde akıp gideceği dile getirilmiş olunur. Sonra yorumcular zengin bir muhayyile yeteneği ile "satır aralarını" okumaya, bedeni hurufilik üzerinden "içi" anlamaya çalışırlar. Onları teşvik eden en heyecan verici unsurun, benzer işi yapan rakiplerinden daha farklı ve derin yorumlara ulaşma olduğunu söylemeye gerek bile yok. Böylelikle söylemin kaynağında "diplomatlar/politikacılar" kadar "diğer yorumcular" da yerlerini alırlar.

Wikileaks belgeleri, konuşup da bir şey anlatmayan dilin, mahrem alandaki telafi edici keskinliğini ortaya koyuyor. "Rasyonel çözümlemenin" diplomatik ruhlara yeterince heyecan vermeyeceği düşüncesiyle aynı zamanda kahve ortamının husumet dilindeki "parlak benzetmelerle kardeş" bir anlatı tercih ediliyor. Bu elbette sadece bir haz aracı olarak değil, aynı zamanda olup bitenleri diplomasinin eriyiği içinden ayırıp çökeltmek için kullanılıyor.

Diplomasinin mahrem hikâyesindeki paradoks şu: Hep mahrem kalanın bir manası yok. Onu öğrensek ne olur, öğrenmesek ne olur. Bu tür bilgiler ancak bir azınlığın kendi dünyasındaki kutsallıklarını tahkim eden "ruhani metinler" olarak işlev görür. Oradan politikaya dönüşenler ise zaten kaçınılmaz olarak su yüzüne çıkarlar. Onları herkes görür, anlar, bilir, sonuçlarına dair yorumlarda bulunur. İpucu ortada olmayan, sürecin dışında, sadece "kristal kürede görülebilecek" bilgiler mahremiyette de olmaz. Her kim gizlice ne konuşuyor ve yazıyorsa, bunu zaten olup bitene ilişkin yapıyordur. O yüzden Wikileaks'ın "gizli" belgeleri, zaten kitle iletişim araçlarının bol bol yaptığı, her türlü senaryoyu, imkânı tartıştığı repertuarının, biraz farklı bir düzenleme ile piyasaya yeniden sürülmesine benziyor. Arada bilgiler olacaktır ancak kitle iletişim araçlarının her türlü olayı milat kabul etmeye teşne karakteri sebebiyle bunlar her türlü verinin yatay yoldaşlıkta eşitlendiği bu tuhaf enformatik ortamda ne kadar göze çarpacaklardır, göreceğiz. Medya, atlarının kuyruğuna çalı çırpı takıp çıkan toz bulutunda ordusunu olduğundan yüksek göstermeye çalışan eski zaman krallarının aklıyla davranıyor. Bu toz bulutu olayı büyük gösterirken olguyu ortadan kaldırıyor.

Anlaşılan bir süre de Wikileaks ile yatıp kalkacağız. Hayırlısı... [email protected]

Kaynak: Zaman