Anayasa Mahkemesi'nin kararlarına ilişkin değerlendirmelerde, yapılan işin pür hukuki olmadığı, aynı zamanda siyasi içeriğinin bulunduğu doğrultusunda çeşitli görüşler mevcut.
Esasen "siyasi" sonuçları olan, kendisi de "siyasi bir konu" olan hususlarda verilecek kararların siyasetle ilgili olmadığını iddia etmek tuhaf kaçar. Bu iddianın arka planında, toplumda siyasi taraflar bulunduğu, hukukun bir üst bakış ve dil olarak tüm taraflara seslendiği, kısa veya uzun vadede hepsinin çıkarına davrandığı varsayımı mevcut. Hukuk adına böyle bir konum, Dostoyevski'nin o çok bilinen ve adı geçtiğinde herkesin ilk aklına gelen "Suç ve Ceza"daki gibi tartışmalarda olabilir. J. Locke'un dediği gibi devleti, davalı ve davacının sübjektif ve çatışmayı ilanihaye sürdürme niteliğindeki pozisyonlarının yerine geçerek ortak vicdan adına yargılamayı gerçekleştiren nesnel kudret olarak gördüğümüzde, hukuka böyle bir rol verebiliriz. Ancak kişilerin ötesinde politik taraflar arasındaki belli kurallarla sürdürülen iktidar mücadelesine hukuk adına bir müdahale belirdiğinde, onu da aynı şekilde "ortak vicdan" "nesnel adalet" olarak görmek kolay olmaz. Çünkü kıl kadar şaşmayan bir adalet anlayışıyla davransanız bile her zaman sevenleriniz/hoşlanmayanlarınız olacaktır. Anayasa Mahkemeleri biraz konumları ve işlevleri itibarıyla böyle sevimsiz bir yerde dururlar. Bulundukları yerin hassasiyeti dolayısıyla da her adımlarını dikkatli atarlar ve iktidar mücadelesinin bilinen kurallarına ek anlamına gelecek, onları dönüştürecek kararlar konusunda kılı kırk yarma mecburiyetini hissederler. Bu, hem toplumdaki dengenin ve istikrarın sürdürülmesi, iktidar mücadelesinin meşruiyetine halel getirilmemesi hem de konumu itibarıyla Anayasa Mahkemelerinin o çok gerek duydukları, toplumun da öyle görmek istediği itibarlarını muhafaza etmeleri bakımından gereklidir.
DEMOKRASİLERDE HİÇBİR KURUM LAYÜSEL DEĞİLDİR
Toplumumuzda Anayasa Mahkemesi'nin itibarının ne düzeyde olduğuna ilişkin, söylentilerden öte bir fikrimiz yok. Siyaset, ordu, basın, üniversiteler gibi hemen hemen çeşitli kurumlar hakkında az çok bir kanaate sahibiz. Kendimizi, sık sık siyaset kurumunu eleştirmek ve onun ne kadar itibar kaybetmiş olduğuna vurgu yapmak konusunda serbest görürüz. Hatta kimilerine göre, bu tutum neredeyse, toplumu siyaset bakımından bilinçlendirmek için kişiye düşen bir görev derecesindedir. Eleştirinin dozu ne olursa olsun, sahibi bundan dolayı kendisine herhangi bir kesimin yan gözle bakacağını düşünmez. Aynı şekilde basın da hayli geniş bir vokabüler üzerinden bu yaman eleştirilerin hedefi olur. Bazen ne satılmışlığı kalır, ne soysuzluğu ne de yandaşlığı. Yakın zamanlara kadar ordu en güvenilir kurum ilan edilirdi. Şimdi bu tür araştırmalarda nasıl çıkıyor, bilemiyoruz. Ya da artık araştırmaların soruları arasında ordu yok. Ancak bir kurum olarak Türkiye'nin siyasi hayatında önemli roller oynamış, darbeler yapmış, partiler kapatmış, muhtıralar vermiş bir kurum, araştırmanın konusu olabiliyor, deneklere "ordu hakkında ne düşünüyorsun?" diye kışkırtıcı bir soru sorulabiliyor. Fakat bugüne kadar bir Anayasa Mahkemesi sorgulaması yapılmış değil. Halk nezdinde itibarının ne düzeyde olduğuna ilişkin elimizde herhangi bir veri yok.
Demokratik toplumlarda hiçbir kurum daha baştan layüsel değildir. Böyle bir tutum demokrasinin, müzakerenin, serbestçe kanaatlerin oluşmasının, kararların tartışılmasının ruhuna aykırıdır. Elbette Anayasa Mahkemesi de bir araştırmanın konusu yapılarak toplumsal algıdaki yerine ilişkin resmi görülebilir. Birileri çıkıp diyebilir ki, hukuki kararların her zaman "sevimli" olması beklenemez, bazen verdiği kararlar çeşitli kesimlerin tepkisini çekebilir ve bu kısmi bir itibar kaybı yaratır. Buna bakarak, buradaki verilerden hareketle kurumun saygınlığına gölge düşürecek tartışmalar yapmak bütünüyle toplum ve onun hukukla olan sözleşmesi için mahzurludur. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, kurumlara ilişkin kanaatler uzun dönemde oluşurlar, tek bir karar onların konumlarını belirlemez. Dolayısıyla teşekkül etmiş toplam algı, sistemli ve istikrarlı bir şekilde o kurumun işlevini yerine getirirken ne yaptığı, neyi amaçladığı, sonuçlarının ne olduğu, çerçevesinde ortaya çıkar. Anayasa Mahkemelerinin kararlarını tartışmalı hale getirecek ve kurumu toplumun gözünde zor duruma düşürecek olan "sistematik bir şekilde güçler ilişkisinde belli bir kesime yaslanıyor" gibi görünmektir. Ayrıca farklı toplumsal kesimler, alınan hukuki kararlar kendi çıkarlarıyla çelişse bile daha genel ortak çıkarları gözetiyor ve geleceğe yönelik güçlü bir mesaj taşıyorsa, onları ikna edici rıza kazanıcı bir karar olarak görmeye hazırdırlar. Aksine kararlar sürekli yeni istikrarsızlıklar doğuruyor, var olan dengeler konumun kudreti kullanılarak değiştirilmeye kalkışılıyorsa bu tutumun ortak rızayı çağırmasını beklemek hayal olur.
Anayasa Mahkemelerinin toplum nezdindeki itibarı soyut, ya da bir üst gerçeklik olarak görülemez. Onlar muhakkak içinde yer aldıkları ve kararlarıyla kendilerine karşı sorumluluk taşıdıkları gerçek insanların nezdindeki anlamlarına bağlıdırlar. Diğer türlü yapılacak bir itibar tartışması ancak sofistler tarafından sürdürülebilir niteliktedir ve tartışmanın faili olarak "enetelektüel aklın" görevi, "başka amaçlar için araçlaştırılmış" parlak fikirleri güçlü belagat ile ortaya koymak ve "akılları çelmek"tir. Toplumsal gerçekliğe tekabül etmeyen belagat ise iddiasının ironisine dönüşür.
Türkiye'de muhakkak itibarlı araştırma kurumları var. Yıllar içinde elde ettikleri verilerle toplumun eğilimleri arasında objektif ilişki bulunan, üretilen bilginin manipülatif bir nitelik taşımadığı konusunda güçlü kanaatlerin mevcut olduğu bu araştırma kurumları mutlaka Anayasa Mahkemesi'yle ilgili de bir saha araştırması yapmalı, toplumsal kanaati ortaya koymalıdırlar. Buna hem toplumun hem de doğrudan doğruya Mahkeme'nin ihtiyacı vardır. Mahkeme'nin kullanmış olduğu otoritenin temelinde "çıkarları itibarıyla birbirinden farklı olan halk kesimlerinin" hukuk temelinde "bütünleştirilmesi işlevi" vardır. Eğer burada ciddi bir problem görülüyorsa, bunun kaynaklarına inilmeli, hem toplum hem de mahkeme bakımından gerekli değerlendirmeler yapılmalıdır. Eğer mahkemenin itibarı üst düzeyde ise hiç mesele yoktur. Bugün çeşitli düzeylerde yürütülen her türlü tartışma birden spekülasyon düzeyine iner. Hayır, itibara ilişkin bir sorun varsa, o zaman ya Mahkeme'nin aldığı kararların bir zincir olarak anlamı üzerine düşünülmeli, buradan bir sonuç çıkartılmalı, ya da yeterince kamusal iletişim kurulamadığı için ortaya çıkmış "yanlış algı"yı düzeltmek için çalışmalar yapılmalıdır. "Mahkemenin aldığı kararlar" denilirken, elbette burada söz konusu olan hem hukuki olarak kararların kendileri hem de siyasi olarak doğurdukları sonuçlar, bunların algılanma ve tartışılma biçimleridir. Çünkü o kararlar, tıpkı kurum hakkındaki kanaatlerde olduğu gibi anlamını hem teoride, kitaplarda, bildirilerde ama en çok da toplumsal bağlamda bulurlar. Plâtoncu ifadeyle "ölü kelimelere" sığınmış bir itibar hayat içindeki itibarla karşılaştırılamaz, onun yerine geçemez. Her biri kendi yerinde önemli ve değerlidir. n.bostanci@zaman.com.tr
Kaynak: Zaman