Türkiye'nin gündemi hızla ısınıyor.PKK saldırılarının artmasıyla birlikte şehit cenazeleri yürekleri yakmaya başladı. Genelkurmay Başkanlığı'nın yaptığı 'eylemler artacak' açıklamasının üzerinden 24 saat geçmeden Hakkâri Şemdinli'de 11 askerimiz şehit düştü.
Acı haberlerin duyulmasıyla birlikte televizyon ekranlarında boy gösteren emekli generaller, terör 'uzman'ları, siyasî irade eksikliğinden, teröristlere cesaret verildiğinden bahsettiler, terörle mücadele yöntemlerinin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini ifade ettiler.Konuşanlarda Türkiye ilk kez böyle bir saldırıya muhatap oluyor havası vardı. Böyle zamanlardaaklın yerini hızla duygular alıyor. Peki PKK neden eylemlerini artırdı, kiminle işbirliği yapıyor, neyi hedefliyor?
İlk yıllarında 'bağımsız, birleşik, sosyalist Kürdistan' hedefi ile yola çıkanPKK, bugün bu hedeflerin hiçbirisini savunmuyor. Ayrılmayı veya federasyonu istemiyor. Öcalan, Türkiyeliliği ve Kemalizm'i öne çıkarıyor. PKK, kendisi için layüsel bir diktatörlük kuran Öcalan'ın cezaevi şartlarını merkeze koyuyor. Öcalan, 'yerim dar, gözüm akıyor' sözleri üzerine yüzlerce genci sokaklara dökmekten imtina etmiyor. Anadilde eğitim ve genel af talebi ikinci sırada kalıyor.
Kürtlerin demokratik hakları açısından hiçbir anlam ifade etmeyen PKK'nın şiddeti tırmandırma mantığı, analitik bakış açısıyla hadiseleri değerlendirebilen pek çok Kürt tarafından da şüpheli bulunuyor. Örgütün, 'demokratik mücadeleyi rayından saptırmanın etkili bir aracı' olduğunu düşünenlerin sayısı hiç de az değil.
PKK'nın eylemleri, Türkiye'deki demokratik dönüşümü içine sindiremeyen güçlere katkı sunuyor. Türkiye'nin 1993-94'lü yıllara geri dönmesini, ülkenin kaosa sürüklenmesini isteyen güçler, PKK'nın eylemleriyle can buluyor. Hükümet değişikliği arzulayanlar ellerini ovuşturuyor. Yıllarca partilerinin kapatılmasından şikâyet eden BDP'lilerin, parti kapatmayı zorlaştıran düzenlemeye destek vermediğini, anayasa değişikliğiyle ilgili referandumda MHP ve CHP ile aynı cephede yer aldığını da unutmamak gerekir.
Ayrıca yeni bir değerlendirme yapmayı gerektiren çok önemli bir nokta daha var. Türkiye, son dönemlerde komşularıyla ilişkilerini olumlu yönde geliştirdi. Kuzey Irak'taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile de diyaloğu artırdı. Daha önce, 'peşmerge, aşiret reisi' denilen liderlerle temasa geçildi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, bölgeyi ziyaret etti, Erbil'de konsolosluk açılması için düğmeye basıldı. Bugün siyasi olarak başkaları öne çıksa da, Kuzey Irak'ta ekonomik açıdan Türkiye hızla söz sahibi oluyor. Yüzlerce proje peş peşe hayata geçiyor, milyar dolarlık anlaşmalar yapılıyor.
Bu durum hem PKK'nın hoşuna gitmiyor, hem Kuzey Irak'taki bölgesel yönetimin kat ettiği mesafelerden rahatsız olanları kızdırıyor,hem de bu coğrafyada vizyona giren filmlerde sürekli başrolü oynayan ülkelerin planını bozuyor. Türkiye'nin inisiyatif alması, rol çalması, bazılarının planını bozuyor. Ve tabii bu gidişatı bozmak isteyenler elbirliğiyle harekete geçiyor. PKK, Türkiye'yi tahrik ederek Kuzey Irak'a çekmeye çalışıyor. Türkiye'de şehit cenazeleri arttıkça, teröristlerin Kuzey Irak'ta üstlendiği, oradan lojistik destek aldığı şeklindeki söylemler öne çıkacak ve Kuzey Irak'a yönelik tepkiler yükselecek. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin sınır ötesi operasyonları ise Kuzey Irak'ta rahatsızlık oluşturacak. PKK, bölgede kara bir propaganda yaparak Türkiye'nin operasyonlarını kullanacak. Köylerin hedef alındığını, sivil insanların zarar gördüğünü, bölge yönetiminin egemenlik haklarına saygı gösterilmediğini savunacak.
TÜRKİYE'Yİ K.IRAK'A ÇEKMEK İSTİYORLAR
Yani PKK hem Türkiye'de siyasî tansiyonu yükselterek demokratikleşmenin önünü tıkayacak hem de Kuzey Irak'taki sürece müdahale edebilmesinin gerekçelerini oluşturacak. PKK'nın Türkiye'deki saldırıları, Kuzey Irak'taki yönetim açısından da tehlike sinyalleri içeriyor. 11 yıldır tutuklu olmasına rağmen İmralı'dan örgütü yönetmeye devam eden Öcalan, sondan bir önceki avukat görüşmesinde açıkça Barzani'yi tehdit etti. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani'nin Türkiye'ye yaptığı ziyarete değinen Öcalan, Türklerin Barzani'nin şahsında Kürtleri aşağıladığını savundu. Öcalan, "Geçmişte bunlar benim yanıma geliyorlardı, bana başı kesilmiş fotoğraflar gösteriyorlardı, işte böyle böyle yaptılar diye. Onları çok uyardım, şimdi de uyarıyorum; akıllarını başlarına almazlarsa daha kötüsü olur, elli tane Halepçe olur." ifadelerini kullandı.
PKK'nın bugün savunduğu tezlerin hiçbiri silahlı mücadeleyi gerektirmiyor. Legal siyasi mücadele sahasında, BDP çatısı altında, bireysel hak ve özgürlükleri talep etmeleri mümkün. Ancak ne büyük bir talihsizliktir ki, etnik temelde siyaset yapanların büyük bölümünde iradesizlik söz konusudur.Genel başkanlar, halkın oyları ile göreve gelmiş belediye başkanları, milletvekilleri, 'Bizi muhatap almayın, Öcalan'ı muhatap alın.' diyerek kendilerini yok hükmüne sokuyorlar. Öcalan ve PKK da onlara hiçbir şekilde saygı duymadığını, sürekli gözler önüne seriyor. Öcalan'ın, Ahmet Türk'e, Aysel Tuğluk'a ve daha birçok isme yönelik aşağılayıcı tabirleri hafızalardaki tazeliğini koruyor.
KCK yapılanmasında yer alanlar da halkın seçilmiş temsilcilerine hakaret etmekten çekinmiyor. Belediye başkanlarına, 'Ciguli, Dunkof' gibi isimler takıyorlar, telefonda azarlıyorlar. Park ve bahçeler müdürlüğünde çalışan bir işçiye belediye başkanını sorgulatıyorlar. Başkanların kiminle görüşeceğini, hangi toplantıya katılacağını onlar belirliyor. Hani demokrasi, hani halka, halkın seçilmiş temsilcilerine saygı? Büyükşehir belediye başkanını, intihar etmeyi düşünür hale getirenler nasıl demokrasi havarisi olarak kabul edilir? KCK'ya haraç vermeyen belediye çalışanlarını işten atan, ihalelerden komisyon alan, seçilme ihtimali olan başka partilere mensup adayları 'kafasına sıkmak'la tehdit eden bir yapı meşru kabul edilebilir mi?
Dünya ve Türkiye hızla değişirken hâlâ zora dayalı çözümlerde ısrarcı olmanın uluslararası camiada meşru bir gerekçesi yok. PKK'nın eylemleri, Kürt sorunuyla ilgili barışçıl demokratik çözümü savunanların işini zorlaştırırken, militarist yöntemlere zemin hazırlıyor. Aslında bölge halkı bunu görmüyor değil. Örgüt destekli toplantı ve gösterilere katılım geçmiş yılların çok gerisinde. Evladı, yakını dağda olanlar, ciğerparesi cezaevinde yatanlar, belediyelerde işe alınanlar gibi 'mecburi katılımcılar' dışında gösterilere iştirak edenler son derece sınırlı. Burada sorumluluk yine Meclis'e, hükümete düşüyor. Türkiye demokratikleştikçe, bataklık kurudukça PKK zemin kaybediyor. Eylemlerin artırılmasının bir sebebi de, safları sıklaştırmak, korku iklimini hâkim kılarak çıkacak çatlak sesleri bastırmak, 'ben ölmedim, dimdik ayaktayım' demektir. Belki Kürt sorunu ile PKK problemini artık birbirinden ayırmanın zamanı geldi.
Bütün provokasyonlara rağmen demokratik açılımdan geriye dönüş olmamalı. Olağanüstü hale geri dönmek istemiyorsak başka yolu yok. Saldırıları açılıma bağlamak da hedef şaşırtmaktan başka bir şey değil. Terörle mücadele kapsamında 40 bin can toprağa düşerken demokratik açılım mı vardı? Türkiye'nin önünü açacak bazı demokratik düzenlemelerin oylanacağı referandum sürecine girmeye hazırlanılan bir dönemde bu saldırıların artması bir tesadüf değil.
Kaynak: Zaman