Kırmızı çizgilerden başlayalım. İşte Washington'un son kırmızı çizgisi, doğrudan aslanın ağzındadır. Daha geçen hafta Savunma Bakanı Leon Panetta İranlılar hakkında, "Nükleer silah geliştirmeye çalışıyorlar mı? Hayır. Ama biz biliyoruz ki nükleer kapasitelerini geliştirmeye çalışıyorlar. Bizi endişelendiren de budur. Bizim İran konusunda kırmızı çizgimiz, nükleer silah geliştirmemesidir. Bu bizim için bir kırmızı çizgidir” dedi.

Ne kadar tuhaf, bu kırmızı çizgiler sürekli geri çekiliyor. Bir zamanlar Washington için kırmızı çizgi, uranyum “zenginleştirme" idi. Açıkçası şimdi bu, gerçek nükleer silah savurmaktır. 2005’ten bu yana İran Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney’in hep ülkesinin nükleer silah üretme arayışında olmadığına vurgu yaptığını aklınızda tutun.

İran hakkında ABD İstihbarat Topluluğu’ndan gelen son Milli İstihbarat Tahmini de benzer şekilde İran’ın aslında nükleer silah geliştirmekte olmadığını vurguladı.

Peki “kırmızı çizgi” yoksa tamamen farklı bir şey mi var? Buna petrodolar çizgisi diyelim.

Yaptırımlar konusunda bastırmak mı?  

Buradan başlayalım: Aralık 2011'de ABD Kongresi - İsrail lobisinin alışılmış baskıları altında - Barack Obama yönetimine mecburi bir yaptırım paketi dayattı (Senato'da 100'e karşı 0, Temsilciler Meclisi'nde de sadece 12 "hayır" oyuyla). Haziran ayından başlamak üzere ABD İran merkez bankasıyla iş yapan üçüncü ülkeden bankalar ve şirketlere yaptırım uygulayacak. Bununla ülkenin petrol satışlarının baltalanması hedefleniyor. (Kongre bazı "istisnalara" izin verdi).

Nihai hedef ne? Tahran'da rejim değişikliği, başka ne olabilir? Artık darbımesel haline gelmiş, ismi açıklanmayan bir ABD yetkilisi, Washington Post'ta bunu kabul etti. Gazete bu yorumu neşretti. ("Üst düzey bir ABD istihbarat yetkilisi ABD ve İran'a karşı diğer yaptırımların hedefinin rejimin yıkılması olduğunu söyledi. Bu da Obama yönetiminin niyetinin İran hükümetiyle iş yapmak değil onun devrilmesi olduğunun en açık göstergesidir.") Ama hoppala! Gazete sonra bu ibareyi, sıkıntılara yol açmaması için revize etmek zorunda kaldı.

Eski Genelkurmay Başkanı Oramiral Mike Mullen, sadece şok et ve dehşete düşür tarzı muazzam bir eylemin, Tahran'daki yönetimi tamamen küçük düşürerek gerçek bir rejim değişikliğine yol açacağına inanıyordu. Ve bu konuda hiç de yalnız değildi. Washington'daki yeni muhafazakarlar arasında hava saldırılarından istilaya kadar çeşitli eylemleri savunanlardan (ister ABD ister İsrail, isterse de her ikisi tarafından yapılsın) bir ordu vardı.

İran'a uzaktan bile olsa aşina olanlar, böyle bir saldırının insanları Hamaney ve İslami Devrim Muhafızları Kolordusu'nun arkasında toplayacağını bilirler. Böyle durumlarda çoğu İranlıda mollaların askeri diktatörlüğüne karşı derin nefretlerinin pek bir önemi olmaz.

Bunun yanı sıra, İran muhalefeti de barışçı nükleer programı destekliyor. Bu, ülkede milli bir gurur meselesidir.

Washington'daki ideologlara göre saptırmalara karşı çok daha aşina olan İranlı aydınlar, her türlü savaş senaryosunu çürütürler. Bunlar, Fars gölge oyunları sanatlarında usta olan Tahran'daki rejimin, kendi yıkımına yol açacak bir saldırıyı tahrik etme gibi bir niyetinin olmadığını vurgularlar.

Tahran'daki stratejistler, doğru ya da yanlış, kendi adlarına, Washington'un Büyük Orta Doğu'da bir savaş daha başlatacak kudrette olmadığını farzediyorlar. Özellikle de dünya ekonomisi için de şok edici hasar verebilecek bir savaşa.

Bu arada, Washington'un sert yaptırım rejiminin İranlılara dayanak sağlayacağına dair beklentileri, çökmese de bir kuruntudan ibaret olabilir. Washington'un çabaları, İran parası riyalin yeni yaptırımlar karşısında farazi olarak felakete yol açacak mega devalüasyonu üzerine odaklandı.

İran'ın iktisadi çöküşünün taraftarları için üzücü bir haber olarak, Profesör Cevad Salihi-İsfahani, bu sürecin uzun dönemdeki yapısını detaylı bir şekilde sergiledi. İranlı ekonomistler bunu neredeyse memnuniyetle karşılayacaklar. Neticede bu İran'ın petrol dışındaki ihracatını arttıracak, ithal edilen ucuz Çin mallarıyla rekabet halindeki yerli sanayiye yardım edecektir. Kısacası, devalüe edilmiş bir riyal İran'da işsizliğin gerçekten azaltılması için şans oluşturabilir.

Google'dan daha çok bağlı

ABD'de az sayıda kişi tarafından fark edilse de ve Washington tarafından ne kadar azrzu edilse de İran gerçekte "tecrit edilmiş" değil. Pakistan Başbakanı Yusuf Rıza Gilani uçakla sık sık Tahran'a geliyor. O, Rus milli güvenlik şefi Nikolay Patruşev'e göre çaylak sayılır. Patruşev geçenlerde ABD'yi İran'a saldırmaya teşvik etmemeleri için İsraillileri uyardı.

Buna ABD'nin iyi müttefiki Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai'yi ekleyin. 2011 sonunda Loya Jirga'da (büyük meclis) iki bin aşiret liderinin önünde Kabil'in Tahran'la daha da yakınlaşmayı planladığını ifade etti.

Avrasya satranç tahtası Pipelineistan'da önemli İran-Pakistan (IP) doğal gaz boru hattı, Washington'u oldukça rahatsız edecek şekilde ilerliyor. Pakistan'ın enerjiye çok ihtiyacı var ve yönetimi açık bir şekilde, Washington'un Talibanistan'dan geçecek ebedi projesi Türkmenistan-Afganistan-Pakistan-Hindistan (TAPI) boru hattı için sonsuza kadar beklemek istemediğine karar verdi.

Ülkesinin İran'la ilişkileri gittikçe gerilse de Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da geçenlerde Tahran'ı ziyaret etti. Neticede enerji bölgedeki tehditleri hükümsüz kılıyor. Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı (NATO) üyesi Türkiye zaten Suriye'de gizli operasyonlara karışmış durumda, Irak'ta fundamentalist Sünnilerle ittifak halinde ve Arap Bahar(lar)ı sonrasında kaydadeğer bir dönüşle yüzünü Ankara-Tahran-Şam ekseninden Ankara-Riyad-Doha eksenine çevirdi.

Hatta o, Washington'un uzun süredir planladığı ve İran'ı hedef alan füze savunma sisteminin unsurlarına da ev sahipliği yapmayı planlıyor.

Tüm bunlar, Davutoğlu yapımı "komşularla sıfır sorun" şeklinde dış politikası olan bir ülkeden geliyor. Türkiye, İran'ın enerji kaynaklarına erişim hususunda ümitsizdir. Ve eğer İran doğal gazı Batı Avrupa'ya ulaşırsa - bu, Avrupalıların ümitsiz olarak arzu duydukları bir şeydir - Türkiye imtiyazlı bir transit ülke olur. Türk liderler İran petrolüne daha fazla ABD yaptırımını reddedecekleri sinyalini verdiler zaten.

Bağlantılardan konuşursak, geçen hafta diplomatik açıdan beklenmedik, olağanüstü bir olay, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmadinejad'ın Latin Amerika turu geldi. ABD'deki sağcılar güya "terörün" Latin Amerika boyunca yayılması ve oranın kuzeydeki süper güçe karşı müstakbel saldırılar için sıçrama tahtası olarak kullanılması şeklinde Tahran-Caracas şer ekseni üzerinde durabilirler. Ama gerçek hayatta bir başka türdeki hakikat gizlidir.

Bu kadar yıl sonra Washington halen bir zamanlar tam bir emperyal hegemonya uyguladığı iki bölgesel güç üzerindeki kontrol ya da nüfuzunu kaybettiği fikrini hazmedemedi.

Buna İran'da 1979 İslam devriminden bu yana tahkim edilen güvensizlik duvarını ekleyin. Bunu yeni, çoğunlukla egemen Latin Amerika'nın sadece Venezuela, Bolivya ve Ekvador'daki solcu hükümetler yoluyla değil Brezilya ve Arjantin gibi bölgesel güçler üzerinden de entegrasyon için bastırmasıyla birleştirin. Karıştırın, Ahmedinejad ve Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez'in, Nikaragua Devlet Başkanı Daniel Ortega'yı selamladıkları fotoğrafı elde edersiniz.

Washington, İran'ın radikal bir şekilde kopuk olduğu bir dünya için bastırmaya devam ediyor. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Victoria Nuland, geçenlerde tam olarak bunu söyledi: "İran uluslararası tecrit içinde kalmaya devam edebilir." Onun kendi gerçeklerini düzeltmesi gerekiyor.

"Tecrit edilmiş" İran'ın Venezuela'yla dört milyar dolarlık ortak projeleri var. Buna bir banka da dahil (Ekvador'la da enerji santralleri inşa etmekten yine bankacılığa kadar planlanan onlarca projesi var). Bu durum, Washington'daki önce İsrail güruhunun Venezuela'ya yaptırımlar için şiddetle taleplerde bulunmasına yol açtı. Yalnız bir problem var: O zaman ABD Venezuela'dan önemli petrol ithalatının bedelini nasıl ödeyecek?

Ahmedinejad’ın Latin Amerika turu kapsamında Brezilya’yı ziyaret etmemiş olması hakkında Amerikan basınında çok şey yazıldı ama Tahran ve Brasilia diplomatik olarak uyum içinde kalmaya devam ediyor. Özellikle konu nükleer dosyaya gelince tarihi olarak Brezilyalı liderler meseleye olumlu bakarlar.

Neticede ülke daha önce nükleer silah programı geliştirdi, sonra da bıraktı. Mayıs 2010’da Brezilya ve Türkiye İran konusunda uranyum takası anlaşmasına aracılık etti. Anlaşma hemen Washington tarafından sabote edildi. Gelişmekte olan ülkelerin tepesindekilerin kulübü BRICS’in bir üyesi olarak Brezilya (BRICS ülkeleri Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika'dır) ABD’nin yaptırım/ambargo stratejisine tamamen karşıdır.

İran Amerika Birleşik Devletleri ve Batı Avrupa tarafından “tecrit edilmiş” olabilir ama BRICS‘ten NAM’a (Bağlantısızlar Hareketi’nin 120 üyesi) kadar dünyanın güneyinin büyük bölümü onun tarafındadır. Sonra, Washington’un sıkı müttefikleri Japonya ve Güney Kore de şimdi İran merkez bankasına yapılacak boykot/ambargodan muafiyetler istiyorlar.

Bunda şaşılacak bir şey yok. Zira ABD’nin tek taraflı yaptırımları Asya’yı da hedef alıyor. Neticede Çin, Hindistan, Japonya ve Güney Kore hep birlikte İran’ın petrol ithalatının en az yüzde 62’sini satın alıyorlar.

Japon Maliye Bakanı Jun Azumi, Hazine Bakanı Timothy Geithner’ın, Washinhton’un Japonya’nın başına ne kadar büyük bir problem açmakta olduğunu bilmesini sağladı. Japonya petrol ihtiyacının yüzde 10’unu İran’dan karşılıyor. O, yaptırımlar konusunda Washington’dan muafiyet elde etmek için “mümkün olan en kısa sürede” petrol ithalatını en azından “azaltacağı” sözü veriyor. Ama hemen heveslenmeyin. Güney Kore 2012’de petrol ihtiyacının yüzde 10’unu İran’dan alacağını duyurdu bile.

İpek Yolu’nun ihyası

En önemlisi, "tecrit edilmiş" İran Çin için milli güvenlik adına büyük bir mesele olur. Çin, Washington’un son yaptırımlarını tereddütsüz reddetti. Batılılar Orta Krallık’la Fars devletinin neredeyse iki bin yıldır iş yaptıklarını unutmuş görünüyorlar. ("İpek Yolu" bir şeyler hatırlatmıyor mu?).

Çin, İran’ın en büyük petrol sahası Yadavaran’ın geliştirilmesi için kârlı bir anlaşma yapmış durumda zaten. Hazar Denizi petrolünün Kazakistan’dan Batı Çin’e İran üzerinden boru hatlarıyla nakledilmesi konusu da var. Aslında İran Çin’in petrol ve doğal gazının en az yüzde 15’ini zaten sağlıyor. Çin için İran, Suud Krallığı’nın ABD için olduğundan daha önemlidir. ABD petrolünün yüzde 11’ini Suudi Arabistan’dan ithal ediyor.

Aslında Çin, Washington'un yeni yaptırımlarının gerçek kazananı olabilir. Çünkü Çin, İranlılar Çin pazarına daha da bağımlı olacakları için petrol ve doğal gazı çok daha düşük fiyattan satın alabilir. Aslında şu an iki ülke İran petrolünün fiyatı konusunda girift görüşmelerin ortasında bulunuyorlar. Çinliler, enerji alımlarında küçük bir azaltmaya da giderek bu konuda baskıyı arttırıyorlar.

Pekin'deki uzmanlara göre tüm bunlara mart ayında, son raund ABD yaptırımların yürürlüğe girmesinden en az iki ay önce karar verilecek. Sonunda Çinliler kesinlikle İran'dan petrolden daha çok doğal gaz satın alacaklar ama İran, Suudi Arabistan ve Angola'dan hemen sonra en büyük petrol tedarikçisi olarak kalmaya devam edecek.  

Yeni yaptırımların Çin'e diğer etkilerine gelince, bunları hiç hesaba katmayın. Çinli iş adamları İran'da arabalar, fiber optik ağlar inşa ediyorlar ve Tahran'ın metrolarını genişletiyorlar. İki taraflı ticaret halen 30 milyar dolardır ve 2015'te 50 milyar dolara çıkması bekleniyor. Çinli iş adamları, yeni yaptırımların getireceği bankacılık problemlerini aşmanın bir yolunu bulacaklardır.

"Tecrit edilmiş" İran'ın bir diğer önemli destekçisi de Rusya'dır. Rusya, ister Birleşmiş Milletler yoluyla olsun ister İran merkez bankasını hedef alan Washington onaylı paket üzerinden olsun yaptırımların ağırlaştırılmasına karşı çıktı. Aslında o, mevcut BM yaptırımlarının dahi kaldırılmasından yanadır ve bir süredir, herkes için -en azından teorik olarak- itibarı kurtaracak bir nükleer anlaşmaya yol açacak alternatif bir plan üzerinde çalışıyor.  

Tahran nükleer cephede, Brezilya ve Türkiye tarafından önerilen ve 2010'da Washington tarafından reddedilen plan dahilinde Washington'la uzlaşmaya gönüllü olduğunu ifade etti. Artık o kadar aşikar ki, Washington için -ve elbette Kongre için- nükleer mesele rejim değişikliğinden sonra geliyor. Bu yüzden yeni görüşmeler son derece acılı olmaya mahkumdur.

Avrupa Birliği liderlerinin, kendi ayaklarına ateş açarak kendilerini müstakbel müzakere masasının dışında bıraktıkları da özellikle doğrudur. Onlar Washington'un İran petrolüne ambargo uygulamasını kuzu kuzu takip ettiler. Üst düzey AB yetkilisinin Ulusal İran Amerikan Konseyi Başkanı Trita Parsi'ye dedikleri ve AB diplomatlarından aldığım kanaate göre bunlar bunun savaştan önce son adım olduğundan korkuyorlar.

Bu arada, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu müfettişlerinden bir ekip, İran'ı ziyaret etti. UAEK İran'da nükleer her şeyi denetliyor, buna kutsal Kum şehri yakınlarındaki Fordo'da hazirandan beri tam üretimin başladığı yeni uranyum zenginleştirme tesisi de dahil. UAEK kararı olumludur: Bomba yapma faaliyetleri yok. Yine de Washington (ve İsrailliler), bomba yapılmasının an meselesi olduğu gibi davranmaya devam ediyorlar.

Parayı takip edin

İran'ın tecridi görüşü, ülkenin Rusya'yla ticarette riyal ve ruble kullanılmak üzere doları terk etmekte olduğu öğrenildiği zaman zayıflıyor. Benzer bir adım, Çin ve Japonya ile olan ticarette de yapılmıştı. Yakınındaki ekonomik güç Hindistan'ın liderleri de İran petrolünü satın almaya son verilmesini reddediyorlar. Bu ticaret de uzun dönemde benzer şekilde muhtemelen dolarla yapılmayacak.
Hindistan zaten Çin'le ticaretinde yuan kullanıyor. Rusya ve Çin ise bir seneden fazla bir süredir ruble ve yuan kullanıyor. Keza Japonya ve Çin, doğrudan yen ve yuanla ticaret yapılmasını teşvik ediyor. İran'la Çin arasında yeni ticaret ve ortak yatırımlar riyal ve yuanla yapılacak.
Eğer gerekiyorsa bunun tercümesi şudur: Yakın bir gelecekte Avrupalılar hariç İran petrolünün hemen hemen hiçbir kısmı dolarla satılmayacak.

Ayrıca, İran'la müttefik olan üç BRICS üyesi (Rusya, Hindistan ve Çin) en büyük altın rezervi olan (ve üreten) ülkelerdir. Bunların girift ticari bağları, ABD Kongresi'nin heveslerinden etkilenmeyecektir. Aslında, gelişmekte olan dünya Atlantik Batı'daki derin krize baktığında ABD'nin muazzam borcunu, FED'in yarın hiç olmayacakmış gibi sürekli para basmasını ve hiç kuşkusuz Eurozone'un temellerinden sarsılmasını görüyor.

Parayı takip edin. Bir an için İran merkez bankasına yapılan ve aylar sonra yürürlüğe girecek yeni yaptırımları bir kenara bırakın, İran'ın Hürmüz Boğazı'nı kapatma tehditlerine kulak asmayın (özellikle bu, İran petrolünün dünya piyasalarına çıkmasının tek yoluyken hiç muhtemel değil). Belki de Basra Körfezi'nde giderek tırmanan krizin ana sebebi, çok amaçlı mübadele birimi petrodoları tahrip edecek adımlardır.

Bu konuda başı İran çekti. Washington sadece bölgesel bir güç dolayısıyla değil, büyük stratejik rakipleri Rusya ve Çin'den dolayı da endişelidir. İktisadi güce karşı askeri güç yerleştirilmesiyle en tuhaf hesaplaşma yaşanıyor olsa da uçak gemilerinin Basra Körfezi'ne yönelmesinde şaşılacak bir şey yoktur.

Bu bağlamda, eylül 2000'de Saddam Hüseyin'in Irak petrolü için ödeme aracı olarak petrodoları terk ettiği ve avroya yöneldiği hatırlanmaya değer. Mart 2003'te Irak istila edildi ve kaçınılmaz rejim değişikliği meydana geldi. Libya'da Muammar Kaddafi, hem Afrika'nın ortak parası hem de ülkesinin enerji kaynakları için ödeme aracı olarak altın dinar önerisinde bulundu. Bir diğer müdahale ve bir diğer rejim değişikliği bunu takip etti.

Bununla beraber, Washington/NATO/Tel Aviv, farklı bir hikaye anlatıyor. Mevcut krizin merkezinde, aslında ülkenin ABD/İsrail'in hiç durmayan gizli savaşı ve şimdi de iktisadi savaşına karşı bir tepkisi olsa da, İran'ın "tehditleri" vardır. Petrol fiyatlarının yükselmesi ve böylece mevcut resesyonun şiddetlenmesine yol açacak hikayenin devamını sağlayan da Wall Street'in kumarhane kapitalizmi ya da ABD ve Avrupa'nın devasa borçlarından ziyade işte bu "tehditlerdir." Yüzde 1'lik kaymak kesim yükselen petrol fiyatlarından hiç rahatsız değildir, yeter ki İran'ın etrafında öfkeli adamlardan bir şelale olsun.

Enerji uzmanı Michael Klare'in geçenlerde işaret ettiği üzere biz şimdi Basra Körfezi ve diğer yerlerde son derece karışık olacağı kesin olan yeni bir jeo-enerji dönemindeyiz. Ama 2012'nin muhtemelen dünyanın seçilmiş para birimi olarak dolardan büyük bir kaçışın başlangıç yılı olduğunu düşünün. Bu gerçekten vuku bulursa dünyanın halini, özellikle de dünyanın güneyini tasavvur edin. Gerekli hesapları yaparlar, ufaktan ufaktan kendi para birimleriyle iş yapmaya başlarlar ve arta kalan kazançlarını ABD Hazine bonolarına yatırmayı azaltırlar.

ABD daima Körfez İşbirliği Konseyi'ne (GCC) - Suudi Arabistan, Katar, Umman, Bahreyn, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri - güvenir. Ben bunu Körfez Karşı Devrim Kulübü olarak adlandırmayı tercih ediyorum (Arap Baharı sırasındaki performanslarına bakmak yeterlidir). Körfez'deki monarşiler her türlü pratik jeopolitik amaç için ABD'nin sömürge valilikleridir.

Onların sadece petrodolar kullanacaklarına dair onlarca yıllık taahhütleri, onları Orta Doğu boyunca güç tasarımları için Pentagon'un uzantısına çevirir. Bunun sonunda Merkez Kuvvetler Komutanlığı Centcom'un merkezi Katar'dadır, ABD 5. Filosu Bahreyn'de bulunur. Aslında, İran'dan Orta Asya'ya kadar uzanan ve enerji açısından son derece zengin olan ve bizim Büyük Pipelineistan olarak adlandırabileceğimiz topraklarda -Pentagon "istikrarsızlık yayı" olarak adlandırıyor- GCC, küçülmekte olan ABD hegemonyasında kilit önemde kalmaya devam ediyor.

Edgar Allen Poe'nun "Kuyu ve Sarkaç" (The Pit and the Pendulum) hikayesini iktisadi açıdan yeniden yazarsak, İran dünyanın rezerv parası olarak doları yavaş yavaş parçalayan cehennem makinesinde sadece çarkın bir dişi olur. Şimdi Washington işte çarkın bu dişi üzerine odaklanmış vaziyettedir. Onların beyinlerinde rejim değişikliği var. Tek istedikleri, yangını başlatacak bir kıvılcımdır.

1962'deki gizli Northwoods Operasyonu'nu hatırlayın. Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlanan plan, ABD'de terör saldırıları gerçekleştirmek ve bundan Fidel Castro'nun Küba'sını suçlamayı öngörüyordu (Başkan John F Kennedy planı boşa çıkardı). Ya da 1964'te, Başkan Lyndon Johnson tarafından Vietnam savaşı'nı genişletmeyi haklı göstermek için kullanılan Tonkin Körfezi olayını hatırlayın. ABD Kuzey Vietnam torpido botlarının ABD gemilerine sebepsiz yere saldırıda bulunduğu suçlamasında bulunmuştu. Daha sonra saldırılardan birinin hiç meydana gelmediği ve başkanın yalan söylediği ortaya çıkmıştı.

Bölgede tam hakimiyet sağlanması gayesiyle Pentagon içindeki uç unsurların, İran'a saldırmak için Basra Körfezi'nde yanlış bayrak olayına başvuracaklarını (ya da bunu ölümcül bir yanlış hesaba çekmek üzere Tahran'a baskı yapmak için kullanacaklarını)  tahayyül etmek hiç de uzak bir ihtimal değil. Bir de Başkan barack Obama tarafından geçenlerde açıklanan yeni askeri stratejiyi düşünün. Yeni stratejide Washington'un dikkatlerinin odağının Büyük Orta Doğu'daki iki başarısız kara savaşından Pasifik'e (dolayısıyla Çin'e) kaydırılması öngörülüyor.
Petrolü, enerjiye aç modern Orta Krallık'a ABD Donanması tarafından korunan sulardan giden İran, Güneybatı Asya'nın tam ortasındadır.

Öyleyse evet, "İran" olarak adlandıracağımız bu gerçeküstü psikodrama, Basra Körfezi siyaseti ya da İran'ın mevcut olmayan bombası hakkında olmaktan daha çok Çin ve ABD doları hakkında olabilir.

Kaynak: Asia Times

Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas