Türkiye tarihsel açıdan önemli bir dönemeçte. Girilen süreç her ne kadar 'Açılım' başlığı altında ve 'Kürt' sözcüğüyle tamlama yapılarak ifade ediliyor olsa da demokrasi tarihimiz açısından fevkalade önemli.
Tarih böylesi değişimlerin hayli sancılı gerçekleştiğinin ancak eninde sonunda aşıldığının örnekleriyle dolu. Osmanlı tarihinde idari anlamda çözülmenin mazisi hayli eski. Islahat ihtiyacının imparatorluğun haşmet dönemi sayılan Kanuni devrinde ortaya çıktığı; eğitimden mali idareye, askeriyeden ulemaya her kesimi içine alan yeni düzenleme ihtiyacının risalelere yansıyıp padişaha arzedildiği biliniyor. Kanuni dönemi başka özellikleri bir yana batının eğitim sistemindeki değişikliğin incelenmesi amacıyla Avrupa'ya görevlilerin gönderildiği, yanı sıra değişime direncin ortaya çıktığı dönemdir.
3. Selim'in katli
Ancak devletin düzenin yenileneceği yola girmesi için bıçağın kemiğe dayandığının herkes tarafından görülmesi gerekti. 3. Selim'in katliyle noktalanan olaylar dizisinin kilit taşı mesele ordunun yeniden düzenlenmesiydi. Alemdar Mustafa Paşa'nın otoritesi altında 2. Mahmud'un saltanat devrinde Anadolu ve Rumeli ayanlarının tasdikiyle 1808 Eylül'ünde ortaya çıkan Senedi İttifak belgesi bu anlam da atılan ilk adım oldu. Ancak, Sina Akşin gibi kimi tarihçilerin ilk anayasa metni seviyesinde önem atfettiği ve 1215'te İngiltere'de Kral John'un ilan ettiği Manga Carta'yla (Büyük Özgürlükler Sözleşmesi) kıyasladığı belge sorunu çözmedi; hatta daha da derinleştirdi.
Yeri gelmişken söyleyeyim altı asır arayla da olsa iki belgeye hanedanların verdiği tepki aynıdır. Kral John da 2. Mahmud da altında mühürleri imza/tuğraları bulunan belgelerin orjinallerini saltanat anlayışlarına yakıştıramadıkları için yok ettiler. 2. Mahmud'un belgeyi bir öfke anında şömineye atıp yaktığı söylenir. Düğüm 1826'da Osmanlı tarihinin belki de en radikal hadisesi diyebileceğimiz Vaka-i Hayriye'den yani yeniçeriliğin tasfiyesinden sonra çözülmeye başlandı.
Fikri hazırlığı 2. Mahmud devrinde yapılmış olsa da Tanzimat'ı ilan Abdülmecid'e nasib oldu. 17 yaşındaydı Abdülmecid Gülhane Hattı Hümayunu'nu tasdik ettiğinde. Üç sayfalık belgede devletin bir gerileme içinde olduğu ifade ediliyor, bu durumdan kurtulmak için bazı kanuni düzenlemelere gidileceği açıklanıyor ve din farkı gözetilmeksizin her Osmanlı vatandaşının can, mal ve namus açısından kendisini güvencede hissedeceği kanunlar başta olmak üzere vergilerde makuliyet ölçüsüne kadar neler yapılacağı açıklanıyordu. Fransız Devrimi'yle ortaya çıkan yurttaşlık bildirisinden ilham alınarak hazırlanmış fermanla kesintilerle de olsa devlet bugüne kadar devam eden yeni bir yola girmiş oldu. Sultan Abdülaziz döneminde dört sene arayla yayımlanan ve Islahat Fermanı adıyla anılan iki belge ise temelde Avrupa'daki milliyetçilik akımları ışığında çok uluslu imparatorluğu ortak bir çatı altında bir arada tutmayı sağlamayı hedefleyen, gayrı Müslim ahalinin Müslüman halkla hukuk ve devlet katında farklı muamele görmemesi taahhüdü ekseninde Osmanlı Milleti inşası projesinin ürünüydü.
Ve iki asır devam eden mücadele Meşrutiyet'in ilanıyla hukuki bakımdan tamamlanmış sayıldı. Saltanat makamının yetkiler bakımından üstünlüğe sahip olmakla birlikte geriye çekildiği meclis idaresi ve kuvvetler ayrılığı anlayışına dayanan bir yapılanmaydı meşrutiyet. 1909'da bu yapı Sultan Reşat'ın saltanatı döneminde İttihat Terakki iktidarınca yapılan düzenlemeyle hükümdar yetkilerinin İngiliz kraliyeti seviyesine çekildiği hale getirildi.
Çerçeve
'Bir gün sizin de maziniz olacak'
Ferruh Bozbeyli genç kuşağın aşina olduğu bir isim değil. Siyasi tarihimizin alayişe mesafeli pek çok siması gibi Bozbeyli de perdenin gerisinde kaldı. Ancak 1960 sonrası Türkiye'de yaşananlarla ilgilenen herkesin tanıması gereken, gidişatın yönünü etkilemiş az sayıda siyasetçiden biri Bozbeyli. Yakın zamanda yayımlanan hatıralarını okuduğumda mahiyetini bildiğimi düşündüğüm olaylarla ilgili pek çok ayrıntıyla karşılaştım. Ve açık söylemem gerekirse Bozbeyli'nin anılarını kaleme alırken kendi kendini sansürlediği, bazen nezaket, bazen mahremiyete riayet hissiyle hareket ettiği intibaını edindim.
Rahmetli Falih Rıfkı Bey bir vesileyle şöyle der: "Bizde hatırat yazılamaz.
Hatırat dediklerimiz söylemek istediklerim demektir. İtiraflarım söyleyebildiklerim; ifşaat, söylemek zorunda kaldıklarım demektir. Gerçek hatırat yazılsa bunları matbaaya değil savcılığa vermek icab eder."
Fozbeyli yakın zamanda anılarıyla ilgili söyleşilerle kamuoyunun karşısına çıktı... Oralarda da söyledikleri ilginç. Biri şöyle: " Meclis Başkanı olunca tebrik için makamıma gelen eski milletvekillerinden Ahmet Tahtakılıç bana ilk siyasi nasihatı veren kişidir. Demokrat Parti heyeti Bursa'da bir mitinge gider. Celal Bayar ve Adnan Menderes konuşmacıdır. Yani DP'nin lider kadrosu. Ama kürsüye ilk kez çıktığı halde en çok alkışı Tahtakılıç alır. Bu durumu gören Celal Bayar onu yanına çağırıp şöyle der: Görüyorum ki en çok ilgi sana. Şunu bilmelisin, burada herkesin bir mazisi var. Ve bir gün senin de olacak."
Günümüzde AKP'nin Türkiye'yi idaresini içine sindiremeyen ve bu partinin yedi senedir iktidar olmasını halkın teveccühü dışında sebeplerle izaha çalışanların pay çıkarabileceği bir başka tesbiti hatırlatıyor Bozbeyli:
"Faik Ahmet Barutçu diye sevimli bir Halk Partili vardı. Karadenizli gibi konuşur ama aklı başında, dengeli bir milletvekiliydi. 1950'de Halk Partisi 60 küsur milletvekiline düştü. Hatıralarını yazmıştı. Diyor ki: Biz o günlerde Halk Partisinin merkezinde toplantılar yapardık. Herkes birbirine derdi ki, bakınız göreceksiniz, bunlar ya bir ay ya iki ay dayanırlar, gelirler bize ve efendim kusura bakmayın biz bu işi yapamıyoruz, alın siz memleketi idare edin, derler. Hatıralarında böyle anlatıyor. Kendilerinden başka devleti yönetmeye ehil başka birisinin olmadığını düşünüyorlar. Millet başkalarını seçince de kaygılandılar, telaşlandılar, bunlar nasıl idare edecek diye. Barutçu bunları anlattıktan sonra, biz böyle kaygılandık ama
on sene idare ettiler, diyor."
Kaynak: Radikal