Sanmayın ki bu yazıda kelâm/teolojiden bahsedeceğiz. Dün (12. Haziran.07) Fakültedeki odama bir genç geldi. Selam ve tanışmadan sonra “Bir sorum var, sorabilir miyim?” dedi ve şu soruyu sordu: “Tanrı bir başka Tanrı yaratabilir mi?” Bu soruyla bugüne kadar üçüncü kez muhatap oluyordum.

 

Gence sohbet içerisinde verdiğim cevabın, onu ne kadar tatmin ettiğini bilemem. Ancak, genç gittikten sonra kendi kendime bir hayli düşündükten sonra, bu sorunun insanın hayatta sorabileceği en önemli soru olduğu kanaatine vardım. Hatta biraz kıskançlık ve biraz da gıptayla karışık bir halet-i ruhiye içinde ben niye kendi kendime böyle bir soru soramadım diye de hayıflandım.

 

Kelâm ve akait açısından söz konusu soru size belki çok saçma gelebilir. Ama sorulması çok az insana nasip olan böyle bir sorunun, yukarıda işaret ettiğim gibi, sorulmasının insan zihnindeki alt zemini düşünüldüğünde ne kadar önemli olduğu sanırım anlaşılabilir.

 

Tarihe baktığımızda bu ve benzer soruların sorulduğunu ancak cevaplarının yanlış verildiğini görüyoruz. Hatta bu yanlışlar üzerine koskoca dinlerin ve medeniyetlerin inşa edildiğini biliyoruz. Örneğin Hıristiyanlıktaki Baba tanrının, Oğul tanrıyı doğurtarak bir başka tanrı var etmesi, hatta üçüncü tanrı olan Kutsal Ruhu, Oğul tanrı vasıtasıyla kendinden sudur ettirmesi; “Tanrı bir başka Tanrı yaratabilir mi?” sorusunun tarihte verilmiş bir cevabı değil midir?

 

Yine bütün putperestliklerdeki evrensel üçlü (Baba, Anne ve Oğul) tanrı tasavvurunun aynı soruya verilmiş yanlış cevaplarıdır. Hint dinlerinde Brahmâ, Vişnu ve Şiva; cahiliye Arap dinlerinde Lat, Menat ve Uzza; Grek putperestliğindeki Zeus, Reha ve Apollon bu evrensel üçlü tanrı tasavvurlarının başka örnekleridir.

 

Gelelim insanların Tanrı"nın başka bir Tanrı yaratıp yaratamayacağı sorusunu kendi kendilerine sormasının nedenine; bunu, ünlü bilgin Şehristani"nin, “Yahudiler Tanrı"yı insanlaştırdılar; Hıristiyanlar insanı tanrılaştırdılar”  meşhur sözüyle zahiri olarak açıklayabiliriz. Hatta buna Budistik inanışı da ekleyebiliriz; hayat ilkesi olan Budizmi takip edenler Buda olmaya adaydırlar.

 

O halde bütün bunlardan ortaya çıkan sonucun, “Tanrı başka bir tanrı yaratabilir mi?”sorusuyla insanın Allah"a bir rakip veya alternatif bir Tanrı aramasının batini nedeninin Tanrı"yla olan şuur altındaki gizli savaşımı olduğudur. Rakip tanrı tasavvuru ve inanışıyla insan, Tanrı"yla mücadelesinde Tanrı"yı alt etmiş olmanın zaferinin sarhoşluğunu yaşamakla, her şeyin ölçüsünü insan kabul eder. Öyle ki Tanrı olacaksa bile onu insanın yaratması gerekir diye düşünür. Çünkü kendinden başka bir tanrı yaratmayan Tanrı, insandan teslimiyet ister.İnsan için sorun,veya insanın kendisi için oluşturduğu sorun,bu teslimiyetin  makul olup olamadığıdır.Müslüman demek teslimiyeti kabul eden inanır demektir.

 

Bu açıdan bakıldığında, yaşam ilkeleri ve tarzı bakımından Müslüman ile Müslüman olmayanın arasında bir farkın olması gerekir. Bu fark, Muhyiddin İbn el-Arabi"nin “Hâlik Allah” ile “Mahlûk Allah” arasında yaptığı ayırımda yatar. “Hâlik Allah”a kul olmayanlar “Mahlûk Allah”a kul olurlar. Zihinsel olarak tasavvur edilen Allah, zihinsel kalır; böyle olunca da ona inanmanın insan hayatında bağlayıcılığı kendiliğinden yok olur. Bugünkü Müslümanların özellikle İslam"dan dem vuran siyasetçilerin hali biraz böyledir diye düşünüyorum.

   

Burada size Hegel"in meşhur bir sözünü hatırlatma ihtiyacını duyuyorum. Hegel diyor ki: Tanrı tasavvuru düzgün olanın ahlaki, siyasi, hukuki hayatı da güçlü olur. Dini hayatın, hayatın diğer kesitleriyle ilişkisi kurulmadığında gerçekte dine veya Allah"a inanmanın bir anlamı olmaz.   Nice Başbakanlar gördük ki “Paranın dinî imanı yoktur” dediler. Hiç paranın dini-imanı olmaz mı?! Dolara bir baksalar ya! Bir piramit ve üstünde dünyayı gözetleyen bir göz, “Güvendiğimiz Tanrı”. Osmanlı ve diğer Müslüman milletlerin paralarında bir zamanlar Allah ve Muhammed ismi vardı. Fransız devriminin etkisiyle bugün birçok ülkenin parasında sekülarizmin sekülerliği vardır.

           

O halde kim neye nasıl inanıyorsa, hayatını inandığı gibi anlamlandırmaktadır. Oysa, İhlas suresinde vasıf edilen Allah"a teslim olarak inanan müslümanın, hayatı; politik hayat da dahil, rastgele kurgulayıp yaşamamalıdır. Gel gör ki bugünkü Müslümanların sanki Allah"a teslim olmayarak, sadece O"na inanıp hayatı böyle yaşamak istediklerini görüyoruz. Şeytan"ı Allah niçin taşladı? Şeytan Allah"ın varlığını bilmiyor muydu? Şeytan"ı Şeytan yapan, Allah"a teslim olamamasıdır. İşte Allah rızasını ölçü yapmazsak bütün hayatımız, iktisadi siyasi geleceğimizi Şeytan"ın eline teslim etmiş oluruz. Gün geçmiyor ki bir firma yabancılara satılmasın, hatta sakız firmaları bile. Daha geçen gün İstanbul"da toplanan Bilderbergçiler bir sürü reçete yazdılar. Aynı şekilde Yatırım Danışma Konseyi"ne katılan yabancılar Türkiye"ye kucak dolusu yatırım vaadinde bulundular. Hükümete hayırlı olsun! 

        

Aristo, Farabi demiyorlar mı ki; Bir kavramın bilgisi o kavramı düşünenin fiil olarak o kavramı işlemedikçe insanın o kavramla vasıflanması mümkün olmaz. Adalet kavramını örnek vererek şöyle derler: Bir insanın adalet fikrine sahip olması o insanı adil yapmaz; ancak davranışlarında ve fiillerinde adaleti fiil olarak işleyen kimse adil olur. Ankara Çayyolu  platformu dergisinin son sayısındaki bir habere göre; TOKİ"nin fakir fukara, garip guraba için  Etimesgut Erler Mahallesinde yaptırdığı konutlar adil bir biçimde AKP"lilere satılmış. Güle güle otursunlar.

              

 

 

 

Yasal Uyarı: Dünya Bülteni haber portalında yayımlanan yazarlarımıza ait makaleleri, site yönetiminin izni olmadan kopyalamak veya yeniden yayınlamak yasaktır.