Genelde “Milli Görüş gömleğini çıkardık” söylemi, Ak Parti"yi sistem kodları ile terbiye etmek isteyenler nezdinde “Geçmişi bütün birikimi ile silmek” tarzında algılanıyor ve bir tür sistem adına iman, ihlas, samimiyet sorgulaması yapılıyor. Yedeğinde “Takıyye” suçlamasını taşıyan bir sorgulama bu. Bu aslında, Ak Parti öncülerini de, kişilik itibariyle sıfırlama amaçlı bir yaklaşım. Bir kuşatma. Bir operasyon. Yani bazen, “Şu görüştekiler tasfiye edildi” demek, devre dışı bırakılanların kişisel eksikliklerinden bağımsız olarak, “Bu işin ruhu söküldü” anlamına gelebilir.

 

Hani DSP Genel Başkanı Zeki Sezer, CHP"nin aday listelerinde partisine ayrılan kontenjanı yeterli görmemiş ve Kayahan"ın şarkısına sığınmıştı:

“Size sevdanın yolları bize kurşunlar...”

Açıklanan aday listelerinin birçok çevrede “Payımıza kurşunlar düştü” duygusu yaşattığı bir gerçek.

Bu hemen her parti için geçerli bir olgu.

Ama Ak Parti"de sanki daha derin bir burukluk yaşanıyor.

“Şu grup tasfiye edildi!” söylemi, iletişim araçlarının ortak vurgusu halinde.

Böyle bir izlenim, Ak Parti yönetiminde nasıl karşılanır bilmem.

İki ihtimal söz konusu:

Bir, bu algılamadan dolayı mutlu olmak. Şöyle ki:

- "Milli Görüş gömleğini çıkardığımız"ı söyledik ama, belirli çevreler üzerimize gelmeye devam ettiler ve hâlâ bizi Milli Görüşten kopmamakla suçladılar. Geçen 4.5 yılda bile bu izlenimi değiştiremedik. Üstelik kuşatma daha da derinleşti. Şimdi öyle bir vitrin yaptık ki, nihayet herkes bizim gerçekten değiştiğimiz kanaatine varacak ve üzerimize gelmekten vazgeçecek.

Bunun yanında üzerimize vurulan “Milli Görüşçü” damgası sebebiyle Ak Parti"ye uzak duran çevrelerden de oy alınmış olacak.

İkinci ihtimal ise bu algılamanın kaygıya yol açması. O da şöyle dile gelebilir:

- “Milli görüş gömleğini çıkardık” söylemi, bir kesime karşı savunma seddi oluştursa bile, Ak Parti"nin tabanında bir ölçüde rahatsızlık doğurdu. Bu, kendi değerlerinden utanma biçiminde algılandı ve burada başlayan çözülme nerede durabilir endişesine yol açtı. Şimdi yeni bir tasfiye algılaması, tabanı daha da tedirgin edecek. “Nereye gidiyoruz?” sorusu daha yüksek sesle sorulacak.

Bu denklemde öznelere daha yakından baktığımızda şu görünüyor:

Güven verilen çevrenin bir kısmı hiç Ak Parti seçmeni değil. Onların da bir bölümü hiçbir şekilde Ak Parti"ye oy vermeyecek ve her zaman AKP üzerindeki kuşatmayı sürdürecek olanlardan oluşuyor. Hatta güçleri yetse, Ak Parti"ye hiç hayat hakkı vermeyecekler. Gelenek öyle geliyor.

Bu grubun diğer bir bölümü ise daldaki kuş misali, bu söylemle elde edilmesi ümit edilenlerden oluşuyor. “Merkez partisi imajı verelim ki bize ilgi yönelsin!” mantığıyla izah edilenler...

Öteki tarafta, kaygıları yoğunlaşan çevre ise Ak Parti"nin kadim, çekirdek, ne derseniz deyin, sağlam oy tabanı.

Bu durumda, Kayahan"ın şarkısı ile ifade etmek gerekirse medyaya “şunlar tasfiye edildi” şeklinde yansıyan bir aday listesi şöyle bir kanaate yol açıyor:

Ak Parti kendisini kuşatanlara ve daldaki kuşlara sevdanın yollarını gösteriyor, kadim oy tabanına da “Benim payıma kurşunlar düştü” izlenimini veriyor.

Ondan da ötede, kendi kadim tabanında “Parti nereye gidiyor?” kaygıları dolaşıma giriyor.

Bu ikincisi, şu son on yılda yaşananlar dikkate alındığında daha da derin bir yara potansiyeli taşıyor.

“Bir müesseseyi kuruyoruz, sonra elden çıkıyor” kaygısı...

Bir süredir toplumun bazı kesimlerinde böyle bir derin yara izi var. “Televizyon kanalı kuruyoruz elden çıkıyor, gazete kuruyoruz elden çıkıyor, parti kuruyoruz elden çıkıyor.”

Mesela siyasetle ilgili en taze soru olarak, “Özal"ın partisi nasıl elden çıktı?” sorusu soruluyor.

Ak Parti yönetiminin kendi kadim, çekirdek tabanına bilinçli olarak böyle bir izlenim vermek istemesi düşünülemez.

Çünkü hiçbir parti kendi asli tabanında yara açmaya yönelmez.

Ama süreç sizi alır götürür, bir de bakmışsınız gözünüz gibi koruduğunuz şeyler elden çıkıvermiş.

“Biz burdayız ya” der öncüler... Kendilerinin varlığı yeterli güvencedir. Yanlarından yörelerinden uzun ve zor yolları birlikte yürüdükleri birilerini kesip atsalar bile, kendilerinin varlığı her şeyin rotasında olması için yeterlidir.

***

Bazen Demirelvari bir mantık işler.

Süleyman Demirel Adalet Partisi hükümetlerinden birini kuracaktır. Hemen her seçimde bu partiyi sadakatle desteklemiş olan "cemaat"lerden birisinin ileri gelenleri ziyaretine gelir. Ortalıkta bakan adaylarının ismi dolaşmaktadır. Ziyaretçiler adına bir kişi konuşur?

-Sayın başbakan, bizim çevremizden bir arkadaş da bakan yapılsa...

Sayın Demirel gayet kendinden emin cevabı yapıştırır:

-Ben varım ya!

Ziyaretçiler birbirinin gözlerine bakarlar, yutkunurlar.

Evet o vardır ya...

Başbakan varsa daha ne istenecektir?

***

Ak Parti üst yönetimindeki anlayışın bu demagojik noktaya geldiğini sanmam.

Ama açılımlarda hem davet edenlerin, hem gelenlerin psikolojisi önemlidir.

Bünyenize kattığınız insanların, partiniz açısından neye tekabül ettiği önemlidir.

Ve Türkiye"nin hiçbir zaman eksik olmayacak olan "zor zamanları"nda nasıl tavır takınacakları beklentisi önemlidir.

Mesela şöyle düşünülebilir:

-Ak Parti"nin üstlendiği bir misyon var. Çok partili hayata geçildikten bugüne kadar tamamlanamayan, Türkiye"nin gerçek anlamda demokratikleşmesi misyonu. Bu misyonu yürekten benimsiyorum ve ona destek olmak için Ak Parti"de görev üstlenmek istiyorum.

Bu bir çıkış noktasıdır.

Bir de şöyle bir çıkış noktası söz konusu.

-Ak Parti bir türlü sistemin içine oturamadı. Geçmişinden kurtulamadı. En iyisi bu parti bünyesine girip onu sistem koordinatlarına oturtmak…

Bir de şöyle bir çıkış noktasından söz etmek mümkün:

-Ben Ak Parti için bir lütuf niteliğindeyim. Bu parti benim sayemde, birtakım çevrelerin güvenini kazanacak. Benim bu partiye gelmem de, oradan gerektiğinde ayrılmam da bir milad niteliğindedir.

Bir sonuncu çıkış noktası ise şudur:

-Burada oy potansiyeli var. Benim de bir şekilde Meclis"e girmem lazım. Hiçbir misyon kaygısı taşımadan Meclis"e kapağı atmak üzere listelere girmeliyim.

Saydığım her bir halet-i ruhiyenin, partinin geleceğine ayrı bir etkisi olacağı kesin.

Belki tüm bu bakışlarda, bu kaygılarda, partinin “misyon duyarlılığı” ile ilgili pozitif veya negatif değerlendirmeler var.

“Milli Görüş gömleğini çıkarmak” ne anlama geliyor?

Bu “Milli Görüş” diye formüle edilen bir siyasi ideolojiden muhteva ve üslup olarak kopuş mudur, yoksa “Kimlik siyaseti gütmüyoruz” mantığı ile yola çıkılan ve "misyonsuzluk"la noktalanan bir şey midir?

Genelde “Milli Görüş gömleğini çıkardık” söylemi, Ak Parti"yi sistem kodları ile terbiye etmek isteyenler nezdinde “Geçmişi bütün birikimi ile silmek” tarzında algılanıyor ve bir tür sistem adına iman, ihlas, samimiyet sorgulaması yapılıyor. Yedeğinde “Takıyye” suçlamasını taşıyan bir sorgulama bu. Bu aslında, Ak Parti öncülerini de, kişilik itibariyle sıfırlama amaçlı bir yaklaşım. Bir kuşatma. Bir operasyon. Yani bazen, “Şu görüştekiler tasfiye edildi” demek, devre dışı bırakılanların kişisel eksikliklerinden bağımsız olarak, “Bu işin ruhu söküldü” anlamına gelebilir.

Ben, 22 Temmuz için Ak Parti listelerinde yer alanlara ilişkin peşinen olumsuz bir şey söylemek istemem. Kaldı ki bir kısmını çok olumlu özellikleriyle tanıyorum. Ayrıca, aday gösterilmeyen kadim yol arkadaşları yerine, yine aynı hassasiyette genç, dinamik, birikimli isimler geldiğini de görmekteyim.

Benim yadırgadığım, yanlış bulduğum, bazı odaklara yanlış izlenimler, ümitler vereceğini hissettiğim hadise, dayatmalarla "misyon kaybı"na sürüklenme, geçmişten kopma, “sarı inek sendromu” içine girme endişesidir. Bu kaygı Ak Parti tabanında mevcuttur. Benden söylemesi...

Yazarın bu makalesi Aksiyon dergisinden alıntılanmıştır.