Küreselleşme/veya daha doğru bir ifadeyle küreselleştirme adıyla yürütülen ve merkezinde bugün İslam dünyası, özellikle de Orta Doğu bulunan ki bunun için Büyük Orta Doğu Projesi olarak da meşhurdur-sermayenin emperyalizmidir. Geçmişin, yani 18. ve 19. yüzyılların emperyalizminin hedefi sermaye içindi, Batı"da gelişen yeni sanayi ve teknoloji ürünlerine pazarlar bulma, Afrika ve Asya ülkelerin yer üstü ve yeraltı kaynaklarına el koymaktı. Nitekim Churchille daha yakın bir zamanda bunu şöyle belirtiyordu: Bir damla petrol, bir varil kandan daha kıymetlidir. Lafa bakın! Kendileri insancıl, sözüm ona hümanist oluyorlar da, bizler barbar!Geçmişin emperyalizmi, askeri güce ve silah sanayine dayanıyordu büyük ölçüde. Bugünkü yürütülen emperyalizmde bunlar ortadan kalkmış değildir; sadece gerektiğinde kullanılmak üzere geri plana alınmıştır. Nitekim Irak işgalinde gerekli olduğu anlaşılınca uygulamaya konulmuştur.
Başta Türkiye, Kürdüyle, Türküyle, Lazıyla, Çerkeziyle, olmak üzere İslam ülkeleri kurtuluş savaşlarıyla emperyalistleri kovdular. Hasta Adam dedikleri Osmanlının tam işini bitirdik dedikleri anda, Osmanlının torunlarının sert iman tokadıyla neye uğradıklarına şaşırdılar. Müslümanlar için vatan jeolojik anlamıyla toprak değildi; vatan imandır, ibadettir; hürriyet imandır, İslam"dır. Çünkü hür olmayan bir Müslüman, cuma namazı kılamaz, zekât veremez, hacca gidemez. Çünkü emperyalistler İslam açısından pis ve kirlidirler. Kurtuluş savaşımı verenler-ALLAH hepsinden razı olsun!-o günlere hâkimiyet milletindir demişlerdir; millet kelimesinin İslami bir kavram olduğunu düşündüğümüzde, bunun hâkimiyet ve zafer İslam"ındır anlayışıyla asla çelişmez ve zıd değildir. Tersi olsaydı, kurtuluş savaşının eri ve önderi Atatürk, 1921, 1924 ve 1928 anayasalarına bir madde olarak Türkiye Cumhuriyetinin dini, Din-i Mübin İslam yazdırtır mıydı! Bu maddenin daha sonra anayasadan kaldırılması hikayesi, burada anlatılmayacak kadar uzun bir mesele olduğundan konuya girmek istemiyoruz. Bazılarının Atatürk"ün o günün şartlarında Müslüman kesimi yanına çekebilmek için öyle maddeler yazdırttı şeklindeki, hem Atatürk"e hakaret sayılabilecek çünkü o iki yüzlü bir kimse değildir, hem de tarihi olaylara ters yorumlarına katılmadığımızı belirtmekle yetinelim.
Tarihen de, bugün de hala savaşsız bir yaşamın olamayacağını anlayamayan batıllılar -bunu onlar adına filozofları Hobbes İnsan insanın kurdudur meşhur söylemiyle dile getirir-başkalarıyla savaşmazlarsa, kendi kendileriyle savaşırlar. Kurtuluş Savaşı şamarıyla ülkelerine döndükten sonra meşhur iki dünya savaşı yaptılar. Yaptıkları savaşın ayıbını dünyayla paylaşmak için de Dünya Savaşı dediler. Oysaki AVRUPA savaşıydı. Uzatmayalım, aradaki ve çoğu da İslam dünyasıyla yakından ilgili çıkarttıkları savaşları dikkate almazsak, yine emperyalistlerin kendi ifadeleriyle Soğuk Savaş dönemine girildi-Görüyorsunuz sulh demeye bir türlü dilleri varamıyor. Soğuk savaşın ne anlama geldiğini hepimiz biliyoruz.
Soğuk savaşı da bittiğini ilan ettikleri o günlerde Helsinki"de AB toplantısında, Margaret Thatcher, bizim siyasilerin ve bazı ünlü köşe yazarlarının her zaman yaptıkları gibi Gaf olarak duyurdukları, yeni bir savaşı ilan etti: Yeni düşman, İslam. Evet, bundan hiç şüpheniz olmasın, yeni düşman İslam"dır. Yeni silah paradır, sermayedir. Batılılar kendi kendileri için verdikleri sözleri tutmayabilirler. Ancak, başkaları aleyhine ve kendiler için sözlerini hiç unutmazlar ve mutlaka tutarlar. Gerilere gitmeye gerek yok, Tanzimat"tan bu tarafa İslam dünyası ve Osmanlı aleyhine verdikleri sözlerini er-geç tutmuşlardır ve tutmaya da devam ediyorlar.
Osmanlı devleti büyük devlet veya özel teşebbüs sermaye birikimi oluşturamadığı için, 19. yüzyıldan itibaren karşılaştığı zorlukları aşamadı-burada yanlış anlaşılmamam için, kapitalizmi övmediğimi belirtmek isterim-Batı"dan borç almaya zorlandı. Sonunu biliyoruz.
Bu gerçeği anlamış olarak Atatürk ve diğer yetkililer, yeni devletin hem devlet sermayesi, hem de özel teşebbüsün özel sermaye oluşması için büyük çabalar harcadılar. Sonra gelenler, onlar kadar yoğun çaba harcamadılarsa da, Türkiye"de yine de belirli bir sermaye oluşmuştu, dünyadakilere kıyasla devede kulak miktarınca da olsa. Gelin görün ki, bunu bile tehlike gören emperyalistler, siyaset tarihi bilmeyen siyasilerimizin işbirliğiyle,1980"li yıllardan itibaren o devede kulak sermayeyi onlara devretmektedirler. Hele şu son senelerde gün geçmiyor ki, bir kamu kuruluşu onlara satılmasın, özel teşebbüse ait sermayeye ya ortak edilmesin ya da en son örneğini Oyak Bank"ın teşkil ettiği gibi tamamı satılmasın. Diğerlerine
ne diyeyim; Oyak Bank için çok değilse de biraz şaşırdım ve üzüldüm. Her vesileyle Vatan sever, Cumhuriyetin bekçisi ve Atatürkçü olduklarını söyleyen askerlerimizin buna rıza göstermeyeceklerini umuyordum. Onları bilemem ama, bu satış kapitalizme uygun olabilir, bana göre Atatürkçülüğe uygun değildir.
Bizim gibi paranın dini ve milletinin olduğunu düşünenlere, birçok ekonomist ve siyasi, ezberletildikleri şu lafları yuvarlıyorlar: Bunlar ortaçağ düşünceleridir; büyün bunlar kalkınmamız ve büyümemiz için yapılıyor; dünyanın her yerinde bu işler böyle.
Ama asıl sorun, kendilerinin Ortaçağ zihniyetli emperyalistlerin eline teslim olan İlkçağ oratörleri olduklarının farkında olmayışlarıdır. Batı sermayelerinin siyasi temsilcilerinin söylemlerini hiç kulağınız duymuyor mu! Bush 11 Eylül günü ben tanrının görevlisiyim, haçlı savaşını başlatılmalı demedi mi? Vatikan devletinin başkanı bugünkü papa İslam"ı ve Müslümanları tanımlarken bir Ortaçağ Bizansı"nın sözlerine müracaat etmedi mi? Fransız eski cumhurbaşkanı J. Chirac bizleri de kastederek hepimiz Bizansın çocuklarıyız demedi mi? Kimin zihniyeti Ortaçağ zihniyeti? Paranın milliyeti yok da İngiltere bir AB ülkesi olduğu halde niçin hala kendi kraliçe resimli sterlinini kullanıyor? Yani dünya ahmaksa biz de mi öyle olalım diyorsunuz. Örneğin İsrail"de bir bankanın bir Arap veya başka bir millete ait bir zengine satıldığını hiç duydunuz mu?
Unutmayınız ki bu ülkenin sermayesini sattığınız o büyük şirketlerin birçoğunun, Osmanlılar zamanında, bir taraftan topraklarımızın madenlerini işletirken veya benzer başka işler yaparken, diğer taraftan da kurtuluş savaşı günleri bedevilere altın dağıtarak her bir altın karşılığı bir askerimizi vurdurtanlar, Yunana işgali sırasında Yunan askerlerini koruyanlar olduğunu, araştırın göreceksiniz. Onlar tarihti, tarihte kaldı diyemezsiniz. Çünkü yine araştırınız göreceksiniz ki, sizin yaptığınız şekliyle toprak satımı, bir yolunu bulup borçlandırma, kamu müesseselerini satma geleneğiniz yeni değil, Tanzimatla ve 1856 Islahatıyla başlar. Sadece II. Abdülhamid Han ve Atatürk kendi zamanlarında bunlara dur diyebildiler.
Bugünkü emperyalizm şekli, sermayenin emperyalizmidir. Bu da iki şekilde yürütülmektedir: Bizim gibi ülkeler cep harçlığı türünden paralar dağıtarak NGO benzeri sivil toplum örgütleri kurdurmak, sonra da müesseselerimizin mülkiyetine el koymaktır
Ne diyelim? Allah bize de paranın değerini millet için bilen devlet adamları nasip etsin.