30 Mart Çarşamba günü Başkan Beşşar Esad, Suriye parlamentosu ve halkına uzun süredir beklenen konuşmasını yaptı. Bu, dünyanın beklediği konuşma değildi. Konuşma radikal reformlara dair hiçbir çarpıcı duyuru, son günlerde bazı şehirleri savaş alanına çeviren protestocuları teskin edecek hiçbir teşebbüs ihtiva etmedi.
Bunun yerine, dışardan bir gözlemci olarak, konuşmadaki en vurucu husus, Başkan Beşşar’ın karakterine tuttuğu ışıktı. Besbelli ki o, ister içerden ister dışardan olsun baskılara boyun eğmek ya da bir kenara atılmaktan kalben hiç hazzetmeyecek biri. Bu inatçı karakter kuşku yok ki Suriye’yi 30 sene demir yumrukla yöneten babası, son başkan Hafız Esad’dan aldığı mirastı.
Dağınık bir performans sergilenen bu konuşmada iki husus göze çarptı. Birincisi, Suriye’de mezhep çatışmasını amaçlayan ve milli birliği tehdit eden tehlikeli bir komployla karşı karşıya olunduğu. Esad, bunu Suriye’nin 2005’te karşı karşıya kaldığı ve yenmeyi başardığı komployla kıyasladı. Bu, başta ABD ve Fransa olmak üzere bazı dış güçlerin, eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri suikastini kullanarak Suriye kuvvetlerinin Lübnan’dan çekilmesi ve rejimin yıkılmasını hedefleyen girişime açık bir göndermeydi.
Uzun olarak ele aldığı ikinci husus da, reform yapmayı 2000’de başkanlık yemini ettiği andan itibaren tasarladığıydı. Lakin, Suriye’yi tehdit eden harici olaylar onu meşgul etmiş ve reform sürecini geciktirmiş. Sıraladığı bu olaylar arasında, New York’a 11 Eylül saldırıları, Irak’a saldırı ve işgal ki bu sırada Amerikan yönetiminin devrilme sırasının Suriye’de olduğunu düşündüğünü söyledi, listenin en başına koyduğu 2005 Lübnan krizi, İsrail’in 2006’da Lübnan’a, 2008’de Gazze’ye saldırıları ve keza Suriye’nin 4 senedir maruz kaldığı kuraklık vardı.
Artık gecikme olmayacağını söylüyor görünüyordu fakat birinci önceliği Suriye’de istikrarı muhafaza etmekti, ikincisi de vatandaşların sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarını görmekti. Reformlar zaruriydi, uzun zamandır planlanmış ve yakında uygulanacaktı fakat bu, kriz sonucu getiriliyor olamazdı.
Reformları tartışırken kısaca, siyasi parti kurulmasına izin verilmesini ve olağanüstü halin kaldırılmasını öngören kanunlardan bahsetti. Bir dizi ekonomik tedbir planlandığını ve yakında halka açıklanacağını da ilave etti. Tedrici yaklaşımını da doğrularcasına ‘acele etmeliyiz fakat telaş da yapmamalıyız’ dedi.
Ülkenin karşı karşıya olduğu komplo büyüktü fakat Suriye, prensiplerini ve davasını savunmada tereddüt etmeyecekti.
Suriye, Orta Doğu'daki girift ilişkiler ağının merkezinde yer aldığı için, bu ülkedeki krizin bölgenin güç yapısı üzerinde bir tesirinin olmaması mümkün değil. Eskiden beri Suriye yönetimi hakkında endişe kaynağı olan dış politikadaki problemlerin yerini aniden, acil ve uzun süredir ihmal edilen iç meseleleri gösteren halk protestosundaki patlama aldı.
Eğer rejim, içerdeki huzursuzluğu gidermeyi başaramazsa Suriye'nin hariçteki tesirleri de kaçınılmaz olarak güç kaybeder, bunun da Ortadoğu boyunca yansımaları olur. Kriz derinleştikçe Suriye'nin müttefikleri sarsılır, düşmanları birleşir.
Durum, genç protestoculara gerçek mermilerle ateş edilince de yeni ve daha tehlikeli bir boyut kazandı. Güvenlik kuvvetlerinin eliyle gerçekleşen sivil ölümler ülke çapında nefrete yol açtı, tekelci Baas yönetimin temel özgürlükleri reddi ve imtiyazlı elit kesimin suistimalleri yüzünden var olan bastırılmış öfkeyi tutuşturdu. Bu hastalıklara diğer Arap ülkelerinde de olduğu gibi gençlerde olan şiddetli işsizlikle son dört senedir ülkenin kuraklıktan kavrulması ve sadece çalışan kesimin değil düşük ücretler ve yüksek enflasyonla fakirleşen orta sınıfın yaşadığı zorluklar da ilave edilmeli.
Protestolar Suriye’deki güvenlik devletinin temellerine meydan okurken rejim, bazı siyasi tutukluları serbest bıraktı ve 1963’ten beri yürürlükte olan olağanüstü hale son vereceği taahhüdünde bulundu. Denildiğine göre bu, rejim içinde sert tartışmalara ve sertlik yanlılarıyla reformcu olacaklar arasında giderek artan şiddette cepheleşmeye yol açtı. İçteki bu mücadelenin neyle sonuçlanacağı ise henüz belli değil.
İran İslam Cumhuriyeti ve Lübnan’daki Şii direniş hareketi Hizbullah gibi iki ana müttefikiyle birlikte Suriye’ye, İsrail ve onun müttefiki ABD tarafından büyük bir düşmanlıkla bakılıyor. Suriye’nin temel taşı olduğu Tahran-Şam-Hizbullah ekseni, uzun zamandan beri Akdeniz’de İsrail ve Amerikan hakimiyeti için başlıca engel olarak görülüyor.
Washington’un da desteğiyle İsrail, bilhassa 2006’da Lübnan’a yaptığı saldırıyla Hizbullah’ı imha etmeye ve Suriye’yi, bölgede en tehlikeli rakibi olarak gördüğü İran’dan koparmaya çalıştı. İki hedefi de şu ana kadar tahakkuk etmedi. Fakat şimdi Suriye iç problemlerle zayıflarken bu eksenin de bir bütün olarak hayatiyeti tehlikededir.
Uluslararası muhalefetten dolayı Suriye rejiminin kısa bir süre için bile olsa beli bükülürse İran’ın ister Lübnan, Filistin toprakları olsun isterse Körfez olsun, Arap meselelerindeki etkisi kesin olarak azalacaktır.
Lübnan’da Hizbullah’ın zaten savunma pozisyonuna itildiği görülüyor. Hizbullah halen tek başına en güçlü hareket olarak kalmaya devam etse de ülkedeki düşmanları durumun kendi lehlerine döndüğü hissiyatı içindeler. Bu da Sünni Müslüman lider Saad El Hariri’nin geçenlerde yaptığı ve açık bir şekilde mezhep kartını kullandığı sert konuşmanın sebeb-i hikmetini açıklıyor. Coşkulu taraftarlarının tezahüratları arasında, Hizbullah’ın silahlarının İsrail’e değil yabancı bir güç (İran) adına Lübnan’ın özgürlüğü, bağımsızlığı ve egemenliğine tehdit olduğunu söyledi. Bundan dolayı, Suriye’deki krizin ilk neticesi, zaten hassas olan Lübnan’da istikrarın bozulması oldu.
Şii-Sünni gerginliği de sadece Lübnan’la sınırlı değil, bölgeyi boydan boya yakıyor, bilhassa da Sünni azınlığın Şii çoğunluğu yönettiği Bahreyn’i. Fakat huzursuz bir Şii azınlık barındırmakla birlikte Suudi Arabistan gibi büyük ölçüde Sünni ülkede de gerginlik yaşanıyor. Saddam Hüseyin Bağdat’ta hüküm sürerken Irak ve İran kanlı bıçaklıydı, bu iki ülke 1980’lerde sekiz sene şiddetli bir savaş verdiler. Saddam’ın Sünni azınlık yönetiminin devrilmesiyle Şiiler iktidara geldiler. Bölgeyi kasıp kavuran mezhepçilik rüzgarı şimdi İran ve Irak’ı şimdiye kadar hiç olmadığı kadar yakınlaştırıyor.
Türkiye, tutkulu Arap politikasında köşe taşı olması dolayısıyla Suriye’deki karışıklıklardan derin endişe duyuyor. Türk-İsrail ilişkileri zayıflar ve soğurken son senelerde Türkiye-Suriye ilişkileri gelişti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve onun hiperaktif dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu, yerel ihtilaflarda aktif bir şekilde arabuluculuk yapmaya ve yakın ekonomik bağlar tesis ederek bölgeye çok ihtiyacı olan istikrarı getirmeye çalıştılar.
Bunların en cesur projelerinden biri Türkiye-Suriye-Lübnan ve Ürdün arasında bir ekonomik bir blok kurmaktı ki bu, vizelerin kaldırılması ve Türk yatırım ve teknolojik becerilerinin akmasıyla bir şekilde tahakkuk etmişti zaten. Suriye'deki bir iktidar mücadelesi bu projeye sekte vurabilir, Türklerin bundan sonraki teşebbüslerini sınırlayabilir.
Bununla beraber, Suriye'nin kaybedilmesi Mısır'ın kazanılmasıyla telafi edilebilir. Eski Başkan Hüsnü Mübarek'in durağan idaresinden kurtulan Kahire'nin Arap meselelerinde daha aktif bir rol oynaması bekleniyor. Gazze'nin cezalandırılması ve oradaki Hamas hükümetinin tecrit edilmesinde İsrail'le suç ortaklığı yaparak Mübarek'in politikalarına devam etmek yerine Mısır'ın şimdi rakip Filistinli gruplar Hamas ve Fetih arasında uzlaşma sağlanması için harekete geçeceği bildiriliyor. Eğer başarılı olursa bu, bir yandan İsrail diğer yandan Hamas ve Gazze'de çok daha radikal olan Filistinli gruplar arasındaki şiddet olaylarında mevcut tehlikeli tırmanışın önlenmesine yardım eder.
Hiç kuşkusuz, barış sürecindeki başarısızlık Filistinli militanlar arasında derin hayal kırıklıklarına yol açtı. Bu militanlardan bazıları dikkatleri Arapların demokratik dalgasından yeniden Filistin meselesine çekmek için şiddetli bir şok gerektiğini düşünebilirler. Bunlar, barış sürecinin uzun sürecek bir komaya girmesine müsaade edilmesi tehlikesine karşı ABD ve Avrupa'yı uyarmaya çok istekliler. İsrailli sertlik yanlıları da kısa sürecek bir savaşın amaçlarına hizmet edebileceğini hesap edebilirler. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun aşırı sağ hükümetinin çoğu taraftarı, Hamas'ın bir seferde tümden bitirilmesi hayalini kuruyor olabilir.
Suriye; İran, Irak, Türkiye, Lübnan, Filistin, İsrail gibi tüm cephelerde önemli bir oyuncudur. Onun iç problemlerle meşgul olması bölgesel kartların yeniden karılmasına yol açar ve genel anlamda güvensizliğe ve şiddete katkı yapar.
Bir diğer Arap-İsrail çatışmasından da daha büyük olmak üzere bölgenin karşı karşıya kaldığı tehditlerin en büyüğü, mezhepçiliğin yayılmasıdır. Bu, ülke içi ve ülkeler arası ilişkileri zehirler; nefret, müsamahasızlık ve güvensizliğe yol açar.
Suriye de istisna olmamak üzere Ortadoğu'daki bazı modern devletler, merkezi hükümetler tarafından zorla ve bazen de rahatsız edici bir şekilde bir arada tutulan eski dinler, mezhepler ve etnik gruplar mozaiği üzerine inşa edilmişlerdir. Fakat hükümetler tarafsızlıktan çok uzak olmuşlar ve bir topluluğu diğerine tercih etmişlerdir. Devletin gücüne meydan okunurken kana susamış mezhepçi şeytanların da ortaya çıkması riski vardır.
Kaynak:Agence Global
Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas