Beşşar Esad düştükten sonra neler olacak? Suriye’nin yeni liderleri İran ve Hizbullah’la bağları koparacak mı? (Çin ve Rusya’dan hiç bahsetmiyorum bile) Suudilerle, Türklerle hatta bizimle dost olurlar mı? Boşluğu doldurma ve sonra total hâkimiyet tesis etme konusunda mahir olan radikallere iktidarı bırakıp kargaşaya yuvarlanır mı?

Açık cevap, bunu hiç kimsenin bilmediğidir; tahminde bulunmak da akıllı adam işi değildir. Sorunun öncülü bile sorunlu çünkü Esad rejiminin çöküşün eşiğinde olup olmadığı bile henüz belli değil. Nihâi kalesini korumak için öncelikle yabancı paralı askerlere bel bağlayan Muammer Kaddafi’nin aksine, güvenlik güçlerine hâkim olan ve nüfusun beşte birini teşkil eden (4.5 milyon) Nusayri Müslümanlar Esad’ı ölümüne koruyacaklardır.

Ayaklanmacılar, Esad’ın en yakın askeri müşavirlerine suikast düzenleyerek, üst düzey subayları kendilerine çekerek ve Türkiye sınırı dâhil, sınırlardaki bazı kilit karakolları ele geçirerek (ölümcül daha fazla silah akışını kolaylaştırabilecek bir hamledir) son günlerde ivme ve güç kazandılar.

Ancak bu yönelimler, Suriye yönetiminin teslim olmak üzere olduğu anlamına gelmiyor ille de. (Umudumuz teslim olmak üzere olmasıdır) Tam aksine, bu hafta İsrail istihbarat şefi Suriye ordusunun İsrail sınırında Golan Tepeleri’ndeki tüm birlikleri çektiğini, muhtemelen iç güvenliği desteklemek için bu kuvvetleri Şam’a ve diğer vilayetlere konuşlandırdığını belirtti. Çekilen bu güçler arasında çatlak askerlerin ve pek çok tankın da olduğu söyleniyor. Başka bir ifadeyle Esad, ağır ateş gücünü daha yeni harekete geçiyor olabilir.

Esad’ın iyi bir durumda olduğunu söylemek değil bu. Aksine, Esad’ın öyle ya da böyle aylar içerisinde gideceğine bahse girilebilir. Mesele şu ki Esad’ın gidişi çatışmanın sona ermesi anlamına gelmeyecek muhtemelen.

Tutkular, her iki taraftaki savaşçıların barış yapamayacakları denli çok ateşli, riskler çok yüksek. Ana davaları bir noktadan sonra basitçe sağ kalmaya dönüşebilir ki o nokta geçilmiş de olabilir. Her iki taraftaki savaşçılar çatışmayı sürdürecekler çünkü durdukları takdirde, diğer tarafın ya önleyici saldırı ya da intikam saldırısı düzenlemesiyle hayatlarını kaybedeceklerini biliyorlar.

Esad’ın gidişinden sonra olayların yatışacağını varsaysak bile bir başka soru akla gelmektedir: Sonra ne olacak? Çoğu şey kimin lider olacağı ve çıkarlarının neler olacağına bağlı.

Haziran ayında New York Times, Türkiye’nin güneyindeki CIA yetkililerinin sınırdan geçirilecek silahların – tüfekler, mühimmat, roket güdümlü bombalar - hangi Suriyeli ayaklanmacılara verilmesi gerektiği konusunda Amerikan müttefiklerine yardım ettiğini bildirmişti. Başka bir ifadeyle, CIA ayaklanmacılardan hangilerinin cihatçı olmadıklarını teşhis ediyor.

Eğer doğruysa (buna benzer bir şeylerin olmaması şaşırtıcı olurdu) iyi bir fikir bu. Fakat iki şeyi kaydetmelidir. Birincisi, ayaklanmacıların hangilerinin arzulanabilir olduğunu (veya olmadığını) CIA bilmiyor olabilir. İkincisi, Marc Lynch, New America Foundation tarafından düzenlenen bir paneldeki tartışmaya işaret etmişti: “Ayaklanmacılara silah verirsek, onlar üzerinde nüfuzumuzun olabileceği fikri bana sorunlu görünüyor. Sırf onlara silah verdik diye satın alınmış halde kalacaklarına inanmak için hiçbir neden yok.”

Bir adım daha ileri gidilebilir. Yardımlarımız bize nüfuz kazandırsa dahi doğru kişileri etkilemekte olduğumuz anlamını taşımaz bu. Bir devrimi başlatan veya kazanan grup ille de devrim sonrasında gücü eline alan grup olmaz. 1917’de Rus Devriminin başında Lenin’in Bolşeviklerinin tepeye yerleşeceğini düşünen pek çıkmamıştı; Menşeviklere ve Sosyalist Devrimcilere kıyasla küçük, marjinal bir partiydi. Geçen yıl başlayan Arap Ayaklanmasıyla birlikte (geriye dönüp bakarak Arap Baharı demek daha uygun) Mısır’daki ilk serbest seçimlerde Müslüman Kardeşler kazandı. Hâlbuki Tahrir Meydanı’nda başlayan gösterilerin ilk günlerinde pek varlık göstermemişti.

Yani ABD ve bölgedeki müttefiklerinin bu çatışmada riskleri var. Sonucu şekillendirme üzerindeki etkimiz sınırlı olabilir; fakat bu sonucun da büyük sonuçları olacaktır ve ister müttefik olsun isterse hasım, herkes işte bu yüzden asabi.

En asabi olanlar ise İranlı liderler. Suriye, İran’ın özellikle de Lübnan’daki Hizbullah’a para ve silah akıttığı, bölgesel nüfuzunu genişlettiği bir mecra olarak hizmet etti yıllarca. Başkan Obama bu sebepten dolayı diplomatik yollarla Esad’ın aklını çelip İran’dan uzaklaştırmaya baktı; çeşitli Sünni liderler de benzer çabalar sergilediler ama hiçbiri işe yaramadı. Şimdi ise Esad devrildiğinde, artık kim olacaksa, onun halefinin İran uşağı olması muhtemel değildir. Yani Obama ve Sünnilerin beklediği etki hâsıl olacak: İran’ın zayıflaması ve tecridi. Önemli bir istisnayla: Yeni Suriye’nin şiddetle kaynaması muhtemeldir.

İsrail hükümeti bir bakıma Esad’ın gidişine sevinecektir; Esad ve babası, Suriye’nin İsrail’le savaşta olduğunu ilan etmişlerdi. Golan son yıllarda hayli istikrarlıydı yalnız; kuzeyden bir Suriye işgali pek az İsrailliyi korkutmuştur; ve Esad’ın Golan’daki askerli çekip şehirlere dağıtmasına bakınca o da güneyden gelecek bir İsrail işgalinden öyle pek endişe etmiyor demektir.

İsrailliler buna üzülmeliler ama. Suriye kargaşaya yuvarlanırsa, yeni bir hükümet kurulamazsa yahut kurulan bir hükümet, mevcut kargaşayı kullanarak ülkeye geçtiği bildirilen cihatçıları kuşatacak kadar güçlü olmazsa Golan Tepeleri irin toplamış bir istikrarsızlık yarasına ve teröristler için güvenli cennete dönebilir tıpkı 1980’lerde Lübnan’daki uzun iç savaş sırasında olduğu gibi.

ABD, yeni bir yönetim kurduklarında ayaklanmacıların davasına ve istikrarlı bir hâkimiyet tesislerine ne gibi bir katkıda bulunabilir? Bizim veya diğer dış güçlerin şu an yapmakta olduklarından başka yapabilecekleri çok bir şey yok doğrusu. Suriye’yi işgal çağrısı yapan yeni-muhafazakârlar/neoconlar 10 yıllık savaştan alınan dersleri unutmuşa benziyorlar. (Esad’ı devirmek mi? Bir elimiz arkada yaparız, hiç sorun değil. Peki, sonra düzen ve demokrasiyi tesis etmek ne olacak?) Bazılarının savunduğu gibi öyle Esad rejimine uçuşa yasak bölge kararı uygulamak klişe tekliflerdendir: Esad havadan bomba yağdırmıyor; bunu yapmaya başladığımızda da vurduğumuz uçaklar sivillerin üzerine düşecektir.

Esad’ın bir çözüme direneceğini varsaydığımızda (muhtemel bu) en iyi hareket, eylemlerini kınamak, şatafattan uzak bir şekilde ayaklanmacıları desteklemek (açıktan çok fazla şey yapmak verimsiz olabilir ve ayaklanmacıların uzun vadeli siyasi geleceklerine zarar verebilir; Esad’ın ayaklanmacıların Batılıların ajanı olduğu iddiası de çoğunun nazarında teyid edilmiş olur) ve savaşı kazanmaları durumunda, yardımımızı istedikleri nispette onlara el uzatmaktır.

Kesinlikle yapmamamız gereken bir şey de bu krizi hak ettiğinden daha fazla büyütmememizdir. Michael Ignatieff, New York Review of Books’ta yayınlanan uçuk makalesinde Suriye iç savaşının “Büyük Güçler arasında vekâlet savaşlarına döndüğünü”, çığır açıcı, dönüştürücü bir olay olduğunu “mücadele halindeki kapitalist demokrasilerden mütevellit gevşek bir ittifakın kendisini iki otoriteryan zorbayla, Rusya ve Çin’le karşı karşıya bulduğunu, bunun siyaset bilimi yıllıklarında yeni bir şey olduğunu” savunuyor.

Evvela Rusya ve Çin, Esad’a silah ve BM’de müeyyide kararlarında veto desteği sağlayarak çok çirkin bir davranışta bulundular. Fakat bunun “yeni bir şeyin işareti” olduğu fikri kafa tırmalayıcıdır. Bazı ulusal çıkarlar adına berbat zorbaları destekleme işinde (bunda başarı kaydettiği ise şüphelidir) ABD de masum değildir.

İkincisi, “vekâlet savaşı” rakip iki ulus arasındaki bir savaşın yıkımı azaltmak amacıyla üçüncü bir tarafın topraklarında yapılmasına gönderme yapar. Vietnam bir vekâlet savaşıydı; Nikaragua bir vekâlet savaşıydı. (En azından süpergüçler buna böyle bakmışlardır; Vietnamlılar ve Nikaragualılar farklı bir bakış açısına sahiptiler.) Amerika, Rusya veya Çin’le savaş halinde değil. Savaş halinde olsalardı, böylesi bir çekişmenin coğrafyası Suriye olmazdı. “Büyük Güçlerin” (çok merkezli bu dünyada tuhaf-çekici bir terimdir ) hiçbirisi de ne asker gönderiyor ne de hafif silahlardan fazlasını. Çatışma, ciddileşebilir. Diplomatların bir işi de böyle olmasını engellemektir yoksa Soğuk Savaşın gambot/güç diplomasisine doğru nostalji peşindeki fantezilere veya çocukluktan kalma masa üstü Risk Oyunlarına yüz vermek değil.

Kaynak: Slate

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı