ABD savaşlarının gelecekteki yüzü şu an Afrika’da sergilenenler olmalı muhtemelen. Libya, Somali sahilleri ve şimdi de Uganda’nın sınır bölgeleri gibi çatışma sahalarının, ilerideki askeri maceralarımızın nasıl şekilleneceğini Irak ve Afganistan’dan çok daha iyi haber verdiklerini söylersek sağlam bir iddiada bulunmuş oluruz. Başat tehdit olarak uluslararası komünizmin yerini uluslararası teröristlerin (yeri geldikçe de iğrenç haydutların) almasıyla birlikte Soğuk Savaş yıllarının “tavsiye ve yardım” misyonlarına geri dönüş olduğunu telkin ediyor bu.

Bu tür misyonların topyekûn savaşa evrilmesi gibi riskler de var şüphesiz hassaten de “danışmanlar” “savaş teçhizatlarıyla” donanmış ve nefsi müdaafa maksadıyla ateş etme yetkisi almışlarsa – tıpkı Başkan Obama’nın mantıksız bir şekilde Tanrı’nın Direniş Ordusu adı verilen haris asileri yenmesi için Uganda yönetimine yardım amacıyla 100 danışman gönderdiği vakada olduğu gibi. Hedeflerimiz sağlıklı bir şekilde tanımlanmışsa, mevcudiyetimiz zorunluysa (daha güzeli, mevcudiyetimiz istenmişse), harekâtların kapsamı sınırlıysa ve maliyetler çok ağır değilse bu riskler de asgari olacaktır.

Obama, söylenildiğine göre tırmanma tehlikelerine karşı çok hassas olduğundan dolayı onun yürüttüğü müdahalelerin yahut en azından onun başlattığı müdahalelerin bu nitelikleri haiz olması şaşırtıcı olmayacaktır. Bir “Obama doktrininden” bahsetmek dilbazlıktır zira Beyaz Saray’da neredeyse kim olursa olsun, görünür gelecekteki müdahalelerimize muhtemelen bu niteliklerin birçoğu damgasını vuracaktır (neredeyse sözünü Cumhuriyetçi adaylara işaret etmek için italik yaptım; bu adaylar dünya hakkında hiçbir şey bilmedikleri gibi umursamazlıklarıyla da böbürlenip dururlar). Bu kısıtlamalar herhangi bir başkanın kişiliğinden ziyâde dönemimizi tanımlayan iki şeyden dolayıdır: Kaynaklar çok sınırlı ve “güç bloklarının” sayı bakımından arttığı ve çap bakımından küçüldüğü bir küresel siyasi sistem var. Bu iki gerçek, genişlemecilikle ilgili görülecek gündüz rüyalarına engel olmaktadır.

Geçen yıl şahit olduğumuz müdahaleler “realist”, “ahlakçı” veya “yeni-muhafazakâr” müdahale kategorilerine tastamam uymuyordu. Bunların birçoğu bir müttefike yardım (veya stratejik önemdeki bir bölgede hasım olmayan bir yönetime yardım), hasım ve tehlikeli bir isyanı bertaraf amaçlıydı. Birkaçı ise (bilhassa Libya) kendi yönetimlerinin uyguladığı şiddete direnebilsinler diye halka yardım etme amaçlıydı.

Pek çok Cumhuriyetçi hassaten de Libya vakasında olayları zevkle seyrederken bazı Demokratlar da Obama’nın ipuçlarını George W.Bush’un “özgürlük gündeminden” aldığı düşüncesiyle ümitsizliğe düştüler. Aslında durum hiç de böyle değildi. Obama, Libya halkını korumak (zımni olarak da Kaddafi’nin devrilmesine yardım) için müdahale etti ve bunu ancak a) Arap Birliği oybirliğiyle koruma talep ettikten sonra - ki daha önce emsali yoktur; b) BM güvenlik Konseyi askeri harekât yetkisi verdikten sonra yaptı.

Sağ, daha fazlasını hemen yapmıyor diye Obama’yı eleştirdi. Soldaki bazıları ise hiçbir şey yapmıyor diye eleştirdiler. Fakat çatışmanın nihayete ermesiyle birlikte Obama’nın (yaptıkları ve yapmadıklarıyla) tutturduğu dengenin doğru olduğu görülüyor. Eğer hiçbir şey yapmamış olsaydı, Kaddafi halen iktidarda olacak ve onbinlerce Libyalı ölmüş olacaktı. Elinden gelen her şeyi yapmış olsaydı, ortaya çıkan tüm sorunların sorumlusu biz olacaktık ve muazzam bir yeniden inşa faturası olacaktı elimizde; faturanın bir kısmını biz ödeyeceğiz ama durun, savaşta başı çeken Avrupalılardı ve barışta da başı çekmek zorunda olanlar yine Avrupalılardır.

Buradan kalkışla varacağımız nokta – Libya’da değil de dünyadaki tehditler ve bu tehditlerin üstesinden nasıl gelineceği hakkında düşünürken – ter döken askerlerin de sorduğu bir sorudur zira cevap her ne olursa olsun, askerlerin bütçelerinden ve programlarından büyük kesintileri de ihtiva ediyor.

Ordu ve hassaten de donanma, Soğuk Savaşın bitişinden bu yana ele almadıkları varoluşsal sorularla yüzyüze: Varlık sebepleri nedir? Yakın zamanlarda büyük ölçekli bir savaş için yüzbinlerce askere ihtiyaç duyabileceklerini ifadesiz suratla nerede iddia edebilirler? Irak’tan (Irak kanunlarına göre) ayrılıyoruz, Afganistan’da yol görünüyor, İran’ı işgal etmeyeceğiz (Irak’tan üç kat daha büyük bir ülkedir ve Batı yanlısı şehirlerinde bile yabancı işgali fikrine düşmandırlar), Rusya Kızıl Orduyu yeniden kuracak durumda değil (Almanya, Polonya veya Çek Cumhuriyeti Rus askerlerine ev sahipliği yapmaya hevesli değil en azından) ve bir gün gelir de Çin’le savaşa tutuşursak hava ve deniz savaşı olacaktır bu; kara savaşı değil.

Bu, Ordu kırımdan geçirilmeli demek değildir. Hazırlıklı olmayı haklı kılan Kuzey Kore ve diğer beklenmedik durumlar her daim olacaktır. Fakat dev bir kara gücünü haklı kılmak çok zor olacaktır. Tavsiye-yardım misyonu ise düzinelerce, hadi olmadı, yüzlerce askerle yürümeye meyillidir. Bu misyonun emektarı pek çok kişi, ki çoğu özel kuvvetlerdendir, az sayıda varlık göstermenin en iyisi olduğunu söylerler: Onların savaşı bizim savaşımız olsun diye değil kendi savaşlarını yapsınlar diye müttefiklere yardım ettiğimizi hatırlamamıza yardım eder; yardım ettiğimiz yönetim savaşmakta olduğu asilerden farksız olduğunda kaldıraç gücünü elimizde tutmamıza imkân tanır (100 kişilik danışman grubunu bir C-17 uçağına sığdırabiliyoruz).

Donald Rumsfeld’in “askeri dönüşüm” vizyonunun doğru olduğunu mu gösterir bu? Yani ihtiyaç duyduğumuz tek şey Hava Kuvvetlerinin veya donanma gemilerinin yollayacağı akıllı bombalarla desteklenen birkaç özel kuvvet timi midir?

Pek çok senaryo için evet öyle. Fakat bazı senaryolar için hayır. Daha fazlasına ihtiyacımız var. Rumsfeld’in zincirini çözdüğü türden savaşlar içinse çok daha fazlasına ihtiyacımız var.

Savaşın siyasi amaçlarına – yani harbin siyasi doğasına - giden bir fark var. Rumsfeld’in savaş planlayıcısı olduğu Bush yönetimi, Saddam Hüseyin’i devirmek için nispeten küçük bir işgal kuvveti kullandı; bundan önce Afganistan’da Taliban’ı devirmek için çok daha küçük bir kuvvet (hava gücü ve yerel gerilla desteğini arkasına alan bir avuç özel kuvvet birimi) kullanıldı. Fakat bir rejimi devirmek boşluk doğruyor; bu boşluk ise başka bir şey tarafından doldurulmaya meyillidir. Yıkıcı güç bu boşluğu doldurmaya yardım etmediği takdirde – güvenlik, adâlet, idâri kurumlar, kamu hizmetlerinin yeniden sağlanması gibi- toplumun en hırslı, silahlı kesimleri bu boşluğu dolduracaktır. Demokratik pratiklerin o toplumda kökü yoksa, kaçınılmaz olarak anarşi veya sivil savaş yahut yeni bir canavar ortaya çıkacaktır.

2001’da Afganistan’da, 2003 baharında Irak’ta olan buydu: Amerikan ordusunun küçük sayılabilecek bir dilimi kötü adamları derhal fırlatıp attı; fakat sonrası için hiçbir plan yoktu ve uzun bir gecikme ve inkârdan sonra yolda olduğumuz sırada plan yapmak zorunda kaldık ki daha çok kan aktı ve karışık sonuçları oldu.

Uganda müdahalesi ise çok farklı. Uganda yönetimini reformdan geçirmek veya temel hizmetleri iyileştirmek gibi bahaneler yok. Tanrı’nın Direniş Ordusu klasik bir isyan değil; yönetimin halkı cezbetmek için rekabet etmek zorunda olduğu bir ideolojisi yok; tecavüz, adam kaçırma, gözdağı ve zapt yoluyla iktidar arayışında. Amerikan kuvvetlerinin yapması gereken tek şey, gezegendeki en itici asi gruptan birkaç yüzü kişiyi yakalaması veya öldürmesi için (bizden yardım isteyen) yönetime yardım etmektir.

Sırası gelmişken, Obama’nın terörle savaşı ciddiye almadığını düşünen Dick Cheney gibiler için söyleyelim: Başkan Bush 2008 yılında Tanrı’nın Direniş Ordusuyla kavga etmek için birkaç düzine özel kuvvet göndermişti. Obama 100 kişiyle daha iyisini yapabilir.

Beyaz Saray bu 100 kişinin kimler olduğunu söylemiyor ancak GlobalSecurity.org’dan John Pike ve Joseph Trevithick birçoğunun Afrika Komutanlığında görevli 3’ncü Hava Kuvvetleri Grubu’ndan olduğunu, bir kısmının da (böyle hallerde çoğu kez olduğu üzere) istihbarat câmiasındaki “üç harfli  kurumlardan” geldiklerini düşünüyorlar.

Özel kuvvetler geçen birkaç yılda Irak ve Afganistan’da kötü adamların izini sürüp yakalama veya öldürme işinde ehil oldular. Bu, yeni bir toplum inşa etmekten çok daha kolaydır. Bu durumda toplum inşası, misyonun bir parçası olmak zorunda değildir. Eğer öyle olsaydı, tahminim o ki Obama Uganda’ya gitmezdi.

Kaynak: Slate

Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın