Bush'un en büyük hatalarından biri, Soğuk Savaş'ın süpergüç kavramını yok edip ABD'yi de zayıflattığını anlamamaktı. Yeni başkan, ittifakların eskisi gibi işlemediğini, Amerika'nın gücünün sınırlarını ve çıkarları korumak için mavi boncuk dağıtması gerektiğini teslim etmeli

Başkan adaylarının kampanyalarında dış politikaya pek az değinmesi kimseyi şaşırtmasın. Bunun bir nedeni, iki partiden hiçbir adayın ülkenin en ciddi dış sorunuyla, yani Irak'taki savaşla ilgili bir çözümü olmaması.

Ancak daha genel bir neden, muhteris siyasetçilerden hiçbirinin Amerika'nın dünyadaki konumuyla ilgili acı gerçeği zikretmek istememesi olabilir -bugün 10-20 yıl öncesine kıyasla dah zayıfız ve bu olgu üzerine inşa edilen yeni bir dış politikaya ihtiyacımız var.

Başkan Bush'un çılgınlıkları Amerikan nüfuzunun zayıflamasını hızlandırdı, ama süreci başlatan Bush değildi. Süreç, Soğuk Savaş'ı bizim kazanıp Sovyetler Birliği'nin çökmesiyle başladı. Bazıları ABD'nin artık 'tek süpergüç' olduğunu öne sürdü. Fakat Soğuk Savaş'ın sonu, bizzat 'süpergüç' kavramını darmadağın etti.

ABD artık ceza kesemiyor

Yarım asırdır dünyanın yarısı üzerinde kurduğumuz egemenlik sadece ABD'nin gücünden değil, ortak düşmanın varlığından da kaynaklanıyordu. Müttefikler sık sık, kendi ulusal çıkarlarını geri plana atıp ABD'nin çıkarlarını kolluyordu, zira Rus ayısının gölgesi daha büyük bir tehditti. Fakat ayı ölünce müttefik saflar da gevşedi. Bu ülkelerin çoğu bazen bizi izlemeyi sürdürecekti, fakat ABD'nin tercihlerinden bağımsız bir tavır almakta da artık daha özgür hissediyorlardı.

Sonuçta, Soğuk Savaş sonrası gücü kullanmak zorlaştı. İttifaklar artık çantada keklik sayılamıyordu: Elde etmek ve üzerine titremek gerekiyordu. Amerikan liderliği hâlâ değerli ve gerekli olabilirdi, fakat artık hak edilmesi gerekiyordu.

Bush iktidara geldiğinde, danışmanlarıyla birlikte bunu anlamadı. Amerikan gücünün zayıflamadığına, hatta üstün ve karşı konulamaz olduğuna inanıp bu minvalde davrandılar. Başkanın bir hareketiyle hâlâ tiranların kaçacak delik arayacağını ve dünyanın hafif ordularla yeniden şekillendirileceğini sandılar. Velhasıl yedi yılda ABD liderleri, yaptıklarının sonuçları üzerine kafa yormadan dünyada ayak basmadık yer bırakmadı. Müttefikler küstürüldü, düşmanlar öfkelendirildi ve ortada kalanlar (bilhassa da zengin doğal kaynaklara sahip olanlar) Amerikan kontrolü dışında kendi anlaşmalarını bağlayıp kendi şebekelerini yarattılar.

Ülkeler (liderleri Amerikan karşıtlığına meyilli olmayanlar da dahil), ABD'nin ceza kesmediğini öğrendi. Almanya, BM'deki Irak tasarılarına karşı çıkmakta Fransa'nın yanında yer aldı -ve başına hiçbir şey gelmedi. Türk meclisi ABD'nin Irak'a kuzey cephesi açmasına karşı oy kullandı -ve Türkiye'ye hiçbir şey olmadı. Bush Mısır Devlet Başkanı Mübarek'i insan haklarına dokunmaması konusunda uyardı; dokunma sürüyor ve Mısır'a hiçbir şey olmamakla kalmıyor, Ortadoğu ziyaretinde Bush, Mübarek'i demokrasiye bağlılığı konusunda övdü.

Bu arada dolar tepetaklak. Amerika'nın Çinli bankacılara yığınla borcu var. Ve Amerikan ordusu, açık arayla en güçlü olsa da, Irak ve Afganistan'da sınırlarını zorluyor -Soğuk Savaş döneminde bunlara 'küçük savaşlar' denirdi.
Sonraki başkan ABD'nin nüfuzunu yeniden inşa etmeye başlayabilir, ama bunu tek başına yapamaz. İttifakları da yeniden inşa etmeyi kapsayan zor bir görev bu. Cumhuriyetçi adayların müttefiklerden söz ettiğini neredeyse hiç duymuyoruz. Çoğu dünyanın hakkımızda ne düşündüğü umrunda değilmiş gibi davranıyor. (Bu bakımdan, Bush'un geç de olsa öğrenmeye başladığı dersleri gözardı ediyorlar.) Demokrat adaylarsa müttefiklerle ilişkileri geliştirip diplomasiye ağırlık vermekten dem vuruyor. Bu memnuniyet verici. Fakat ya siyasi hesap bilmemekten ya da saflıktan dolayı, zorlukları azımsıyorlar.

Demokrat bir başkanın İran'la doğrudan görüşmeler başlatacağı kesin gibi. Birçok nedenden dolayı iyi bir fikir bu. Fakat görüşmenin tek başına sorunları çözebileceğine dair dile getirilmeyen bir yaklaşım söz konusu. Halbuki birçok bakımdan iki ülkenin katiyen uzlaştırılamaz hayati çıkarları var ve hiçbirinin diğerine diz çöktürecek gücü yok.
Yeni başkan, sözgelimi İran'ın uranyum zenginleştirmekten vazgeçmesini istiyorsa, karşılığında ne gibi ödüller önermek niyetinde? Bu daha kapsamlı çıkarı gerçekleştirmek için taviz vereceği veya feda edeceği daha önemsiz çıkar hangisi? Bir Amerikan başkanının mantıklı olarak önerebileceği en cömert paketin bile İranlılar için nükleer programlarından vazgeçmelerine yetecek kadar cömert olmadığı görülebilir pekâla.

Mesele böyle gelişirse, yeni başkan (Bush gibi) Ortadoğu'daki Sünni liderleri İran karşıtı bir koalisyonda toplamayı deneyebilir. Fakat o liderler de, gereken riskleri göze almak için ABD'den ödül bekleyecektir. Yeni başkan İran'ın komşularını böyle bir ittifaka çağırmak için ne önerebilir? Bush'un giderayak bu tür koalisyonların bedava olmadığını anlaması, İsrail-Filistin barışından (yani birçok Arap lideri için ABD'yle işbirliğine girmenin ön koşulu) söz etmesine yol açtı.

Gerçek şu ki, ABD artık itaati çantada keklik sayamaz. Beyaz Saray'da yeni bir yüzün varlığı nefes aldırır ve geleneksel müttefiklerimizce alkışlanır, fakat yetmez. 20 Ocak 2009'da, bilhassa da yeni başkan bir Demokrat olursa, birçok dünya lideri 'Oh be Bush gitti!' diyecektir. Fakat hemen ardından, 'Ya şimdi?' diye de soracaktır. Hiç kimse 2000'e dönmüş gibi yapmayacaktır ve müttefiklerimiz de 'nerede kalmıştık' diyecek değil.

Patron değil, bir müdürüz

Batı'nın Soğuk Savaş zaferinin 'tarihin sonunu' temsil ettiğine dair tezler her zaman yanlıştı. Gerçekteyse tarih, intikamcı bir sel misali geri döndü. ABD'yse bu selden daha ziyade sıradan bir ülkeye benzeyerek çıktı -bir dünya gücüydü, fakat süpergüç değildi artık. Yani Amerikalılar bilinmeyen topraklara adım attı. Yarım asır boyu gergin bir dünyanın süpergücüydük. Şimdiyse hem çok kutuplu hale gelen hem de anarşiye doğru ilerleyen büyük patronsuz bir dünyada, hali vakti yerinde bir müdürüz.
Bush Ortadoğu turunda bu garipliği biraz olsun hissetmiş olmalı. Diller döküp el pençe divan durdu fakat eli boş döndü. Başarısızlığı kısmen topal-ördek statüsünden kaynaklanıyordu (koltukta son yılını geçiren sevilmeyen bir başkanla kim niye muhabbet başlatsın ki?). Fakat yeni başkan ve sonrakiler, Bush gibi iplerin ABD'nin elinde olduğuna inanmayı sürdürürse benzer sorunlarla karşılaşır. Sonraki başkanlar bataktan çıkmak, anlaşmalar yapmak ve mavi boncuklar dağıtmak zorunda kalacak.

ABD artık günlük güneşlik değil, fakat karanlığa da batmış değil. Yeni başkanın önündeki en büyük iş, ABD'nin nüfuzunu ve konumunu diriltmek, bu arada yeni bölünmelerin yaşandığı bir dünyada gücünün sınırlarıyla yüzleşmek olacak. Bu görevin en büyük meydan okumalarından biri de, bizim gücümüzün de sınırları olduğunu açıkça kabullenmek olacak.

Kaynak: Radikal