Türkiye Tayyip Erdoğan’ı yeniden seçerken, Mısır henüz seçimlerin tarihinde yapılmasının mı yoksa ertelenmesinin mi daha iyi olacağını kararlaştırabilmiş değil. Tunus, hâlâ devlet başkanını arıyor. Yemen’in ise lideri var, ancak başka bir lider arıyor. Suriye’de Rami Mahluf, üç ay gecikmeli olarak rejimin yolundan çıktığını açıklıyor.
Erdoğan Suriye’ye ne yapması gerektiğini dikte ediyor, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad da ne yapmaması gerektiğini. Biri işgal edilen toprakları müzakerelerle geri alması için Suriye’yi destekliyor, diğeri ikaz ediyor. Biri Irak’ı kuzeyden istiyor, diğeri güneyden. Her ikisi de aynı pistte ‘dostça’ çekişiyor, Araplarsa aldığı darbelerden yaralanıyor.
Yirmi yıl önce Ankara, Arapları hatırlamayı reddediyordu. Tahran da “Bugün olmazsa ne zaman?” diyordu. Şimdiyse Cisr el Şuğur’daki asıl savaş, Suriye güvenlik güçleriyle muhalefet arasında değil, Ankara’yla Tahran arasında. Biri Şam’a çözümün reformla geleceğini söylerken, diğeri her reformda bir yenilgi ve kayıp görüyor.
Suriye’deki Amerikan rolüyse, 1918’den beri benzeri olmayan Türk gayesi ve 1987’de İran-Suriye koalisyonunun kurulmasından bu yana doruğa çıkan İran gayreti arasında geriliyor. Şam’ın dostları -Türkiye, Fransa ve Katar- bir anda ayrıldı. Irak, durumdan uzak kaldı; Hamas kaçındı. Suriye’nin kırılgan Lübnan dışında kimsesi kalmadı.
İşler, Şam ve Ankara arasında kurulan stratejik dostluk öncesi döneme döndü. Şimdi Cisr el Şuğur’dan kaçanlar, hâlâ özlemle Arapça konuşan ‘gasp edilmiş bölge’ İskenderun’a değil de Hatay’a sığınıyor. Hiç kimse, İskenderun’u telaffuz etmedi. Fakat bu dostluk, açıkça uzaklaşmaya dönüştü. Türkiye, Şam’daki konumundan ve Batı’daki saygınlığından endişeli. İran da İsfahan’ı Akdeniz’e bağlamasını sağlayan müttefikinde değişim olmasından endişeli. (Londra’da Arapça yayımlanan Şark ül Evsat gazetesi, 19 Haziran 2011)
Kaynak: Radikal