Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın Lübnan’da karşılanmasında iki olgu dikkat çekti. İlki Akkar bölgesindeki Türkmen köyü Kuvaşra’ydı. Kuvaşralılar hâlâ Türkçe konuşuyor, Türk kıyafetleri giyiyor ve misafirlerine Türkçe ‘hoş geldiniz’ diyor. İkinci olguysa, sanki Lübnan devletinin dilediğini davet etme yetkisi yokmuş gibi, Ermenilerin düzenlediği protesto gösterisiydi.
10 bin kilometrekarelik bir alanda bir grubun Erdoğan’ı karşılamayı reddetmesi, bir başka grubun da onu karşılamaya gitmesi akıl kârı mı? Bu durumdan iki zıt sonuç çıkarılabilir: Ya devlette bir gedik söz konusu ya da Lübnan eşsiz bir vatan modeli. İkinci sonuç bağlamında şu söylenebilir: Beyrut’un caddeleri tarihi şahsiyetlerin isimlerini taşımaz; Ermeni, Kürt, Süryani ve Keldani mahallesi gibi coğrafi tanımlar kullanılır.
Lübnan değil, Türkiye
Parlamento Başkanı Nebih Berri, ülkede Sünnilerle Şiiler arasında 350 bin evlilik yapıldığını aktarmıştı. O zaman ülkede bazı siyasilerin tehdit olarak gösterdiği fitne nerede? Doğal olarak Kuvaşra halkının Arapça konuşmasını yeğlerdik. Fakat devlet Akkar’da kayboldu, yerine Türkiye geldi. Devlet Anjar bölgesinde de kayboldu ve kutlamalarda Ermeni marşı Lübnan milli marşının önüne geçti.
Lübnan kadar küçük bir devlet, 100 yıldır trajedilerden kaçarak kendisine sığınanlara karşı yükümlülüklerini yerine getiriyor. Bu ülkeye taşıyabileceğinden daha fazlasını yüklüyoruz. Filistinlilerin yaşadığı kederin sorumluluğunu bize yükleyen bazı Arap ülkeleri ve dünya, onların trajik şartlarını iyileştirmek için tek bir adım atmadı. Filistinliler de kamplarını köktenci kalelere çevirerek pek yardımcı olmadı. Ermeniler hâlâ Erdoğan’ı ağırladığı için bizi azarlıyor, oysa Başbakan Saad Hariri Ermenistan’a da resmi ziyarette bulundu. Mişel Aoun gibi bir generalin insanlara tek tip konuşmalarını emretmesi daha mı iyi olurdu? (Londra’da Arapça yayımlanan Şark ül Evsat gazetesi, 25 Kasım 2010)
Kaynak: Radikal