Geçen ay Suriye’de rejim değişikliğinin vuku halinde  - ki Amerikan sağında gitgide tahrik nesnesi bir amaçtır - neler olup olmayacağını yazmıştım. Suriye’nin sakıncalı buldukları davranış ve politikalarının Şam’da her kim olursa olsun Suriye’nin bakış açısını şekillendirmeyi sürdürecek olan Suriye’nin ulusal çıkarları haricinde Beşşar Esad’la, Baasçılarla veya Alevilerle pek bir ilgisi olmadığından dolayı tahrikçilerin hayal kırıklığına uğramasının muhtemel olduğuna işaret etmiştim. Rejim değişikliğinin faydaları büyütülürken “ne kadar tatsız olursa olsun, mevcut yönetimle yapılan işlerin ne kadar değerli olduğunun azımsandığını” da kaydetmiştim. Wall Street Journal’dan rejim değişikliği çağrısı yapan Bret Stephens bu son ifadeyi ve yanısıra dışişleri bakanının ve Amerikan  dış politika camiasının diğer üyelerinin Suriye hakkında sarf ettikleri sözleri “yoldaşlık” ve Esad rejimi için mazeret üretmek” diye anıyor ve bunları “nahoş” ve “saçma” buluyor.

Stephens benim ele aldığım konunun ne büyütülen ne azımsanan tarafını dikkate alıyor ve Suriye’nin onun hoşuna gitmeyen davranışlarının bir listesini çıkarmayı tercih ediyor. Yazısında bir iddia var ki dikkatimi çekti. Şöyle diyor: “Hafız Esad, İsrail başbakanlarının Golan Tepelerini geri verme teklifini geri çevirdi.” Jon Kyl’nin Aile Planlaması hakkındaki sözlerinde olduğu gibi, Stephens de olgulara/gerçeklere dayalı bir ifade kurmuş değil. Golan üzerindeki kördüğümün nedenleri hakkında çok sayıda yanlış izlenim oluşmadan önce, ilgili tarihi gerçekleri gözden geçirmek faydalı olacaktır. Bu konu hakkında özenli bir araştırmayı birkaç yıl evvel Jerome Slater yapmış ve araştırması International Security dergisinde yayınlanmıştı.

Slater işe 1948 Arap-İsrail Savaşının birinci turundan başlamış, Suriye’nin hareketlerini İsrail karşıtı reddiyecilikten ziyâde üç etkenin belirlediğini kaydetmişti. Birincisi, Araplar arası rekabet ve hassaten de Suriye’nin Ürdün’deki Hâşimi hanedanının artan nüfuzunu sınırlandırma niyetiydi. İkincisi, İsrail’in yüzbinlerce Filistinli Arapı BM taksim planına göre Filistin devletinin parçası olduğu farzedilen topraklardan (bilhassa da Celile’den) çıkarmasına bir tepkiydi. Üçüncüsü, Filistin ve Golan arasındaki sınırın tam olarak nerede olacağı hakkında duyduğu endişeydi.

1949 yılında imzalanan ateşkes antlaşmasından sonra Şam’daki hükümetler yeni İsrail devletine defalarca barış teklifinde bulundular. 1949’da Suriye’deki Hüsnü Zaim rejimi, İsrail başbakanı David Ben-Gurion’a Ürdün Nehrine ve Tiberias Gölüne hakkaniyete uygun bir şekilde erişme karşılığında  İsrail’le barış antlaşması ve 300,000 Filistinli mülteciyi kendi topraklarında kalıcı olarak yerleştirmeyi teklif etti. ABD’nin ve BM aracısı Ralph Bunche’un (ve Abba Eban gibi İsraillilerin) zorlamalarına rağmen Ben Gurion bu teklifi görüşmeyi reddetti. Zaim’in yerini Edip Çiçekli aldı ve Zaim’in ılımlı politikalarını takip etmeyi sürdürdü (ABD ve İsrail’le ilişkileri iyileştirmeye yüksek öncelik vermek de buna dâhildir.) Çiçekli, Suriye’nin 500,000 Filistinli mülteciyi özümseyeceğini ifade ederek Zaim’in barış teklifini yineledi. Ben Gurion yine reddetti.

Ben Gurion, Batı Şeria’yı elde tutma inatçılığının da sebebi olan aynı ideolojik mülahazalarla hareket ediyordu. Ben Gurion, Golan Tepeleri ve Suriye’nin güneybatı kesimlerinin Kitab-ı Mukaddes’teki Filistin’e –Erez İsrail’e – dâhil olduğuna inanıyordu. İdeolojiye ilave olarak, Ben Gurion ve daha sonra savunma bakanlığı da yapan Moşe Dayan, Golan Tepelerine 1950’lere değin güvenlik ve stratejik nedenlerden dolayı da göz dikmişlerdi. Moşe Dayan, yayınlanmamak şartıyla 1976’da kendisiyle yapılan bir röportajda (ölümünden sonra yayınlandı) İsrail’in kasıtlı olarak Suriyelileri kışkırtmaya baktığını ve Suriye’yle yaşanan çatışmaların yüzde 80’ni İsrail’in tahrik ettiğini kabul edecektir. Dayan şöyle demiştir: “Şu şekilde oluyordu: Askerden arındırılmış bölgede tarla sürmesi için bir traktör gönderiyorduk; biliyorduk ki Suriyeliler ateş edecekler. Eğer ateş açmazlarsa traktöre daha ileri gitmesini söylüyorduk ta ki Suriyeliler en nihayet rahatsız olup ateş açsınlar. Ardından topçu birliklerini ve sonra da hava kuvvetlerini kullanıyorduk. Bu şekildeydi.”

İsrailliler, İsrail kuvvetleri 1967 savaşında Golan Tepelerini işgal ettiğinde Dayan’ın neyi planladığını ve kışkırtmalarla neye hız verdiğini anlıyorlardı. 1970’de askeri darbeyle Şam’da iktidarı eline alan Hafız Esad’a gelince, onunki  İsrail’in askeri zaptıyla kaybedileni geri almak için askeri güç kullanma teşebbüsüydü. 1973 Savaşındaki bu teşebbüs başarılı olmadı (Suriye’nin savaş planı Golan Tepelerini geri almakla sınırlıydı.) Bundan sonra Hafız Esad’ın elinde sadece diplomasi kalmıştı (Mikail Gorbaçov Sovyetler Birliğinin başına geçtiğinde İsrail’e karşı radikal Arap politikalarına Sovyet desteği verilmeyeceğini söyleyerek bu durumu pekiştirmişti.) İsrail’in tavrına gelince, Knesset, başbakan Menahem Begin’in zorlamasıyla Golan Tepelerini 1981’de ilhak etti.

Esad rejimi İsrail’in 1967’de işgal ettiği Arap topraklarından tam olarak çekilmesi karşılığında   1992’de İsrail’le  “topyekûn barış” teklif etti (sadece savaş taraftarı olmamak anlamında değil, tam diplomatik ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi anlamında da.) Bir süre tereddüt eden İzak Rabin müzakerelere başlamayı kabul etti. Daha sonra şekillendirilecek bazı detaylar hâriç, 1993’e kadar bir barış antlaşması tamamlanmak üzereydi. İsrail’in 1967 Haziran’ındaki sınırlarına geri çekilmeyi kabul etmesi de bunun içindeydi. Fakat İzak Rabin, hem Suriye’yle hem de Filistinlilerle (FKÖ ile imzalanan Oslo anlaşmaları) yapılacak bir anlaşmayı İsrail kamuoyunun yutkunamayacağı gerekçesiyle görüşmeleri askıya aldı.

Bugünkü savunma bakanı Ehud Barak 1999’daki seçimleri kazandıktan ve başbakan olduktan sonra İsrail-Suriye müzakereleri yeniden başladı. Barak, Rabin hükümetinin 1967 sınırlarına rıza gösterdiğini kabul etmekle birlikte, sınır meselesinde sadece kısmi çekilmeyi imâ eden belirsiz bir dil kullanmakta ısrar ederek geriye doğru iz sürdü. Perde arkasında yine İsrail kamuoyu ve onun  hem Filistinlilerle (o devrin konusu Bill Clinton liderliğindeki Camp David müzakereleriydi) hem de Suriyelilerle anlaşma yapma hususundaki tereddütleri vardı. Barak 2000 baharında aniden ve tek-taraflı olarak müzakereleri sona erdirdi. Hafız Esad’ın Golan Tepelerini geri alacağı son şans da ortadan kayboldu; Hafız Esad Haziran ayında öldü.

Ben Gurion ve Barak’ın Suriye’yle barış yapamadığı yerde Benjamin Netanyahu’nun şu anki sağcı hükümeti barış üzerinde düşünme eğilimi bile göstermiyor. Golan Tepeleri üzerindeki kördüğüm ve Suriye-İsrail ilişkileri, Şam’da bir rejim değişikliğinin onaracağı türden bir şey değildir.

Kaynak: National Interest

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı