İsrail’in İran’a muhtemel bir saldırısı hakkında Bruce Riedel’in kaleme aldığı etkili makale layıkıyla dikkat çekti. Böylesi bir saldırının Amerikan çıkarları için feci sonuçları olduğu ve neticede saldırı ihtimalini azaltmak adına girişilecek çabalar hakkında açık mesaj ilettiği için bu makaleyi takdir ediyorum. Bruce, bu doğrultuda muayyen fikirler sunuyor, güvenlikleri hakkında İsraillileri yeniden temin etmeye çalışmak ve güvenlikleri için Amerikan desteğini vermek gibi ortak temaları işliyor ki onun başarı hanesine kaydetmelidir. Ancak bir kimse alternatif çözüm sunarken ne kadar muayyen olursa, eleştirmenlerin atış yapacakları daha fazla hedefleri olur. Bruce’un bazı tavsiyeleri hedefe konmayı galiba hak ediyor ve bazıları da galiba mümkün değil (mesela, İsrail’in NATO üyeliği ki Bruce’un kendisi de bunun umutsuz vaka olduğunu kabul etmektedir). Ancak bunların çoğu, niçin orman yetiştirmemiz gerektiğini gözden kaçırırken ağaçları hedef almak demektir.
Makaleye olumsuz tepki gösteren dostlardan, bu sözde müttefikin hiç çekinmeden Amerikan çıkarlarına büyük zararlar verecek bir şeyler yapma ihtimaline karşı ona ilave güvenlik garantileri verip sonra bu yetmezmiş gibi bir de daha ileri silah sistemleri sunarak İsrail’e daha fazla ihsanda bulunma fikrinin boğazlarını düğümlediğini işittim. Bu fikri benim içim de kaldırmıyor. Kuzey Kore’deki Kim Jong-Il rejiminin ister gıda yardımı isterse nükleer santral olsun, diğer devletlerden yardım koparmak için umarsız yahut tehditkâr davranışlara başvurarak onları haraca bağladığı, bir sanat haline getirdiği taktikleri getiriyor akla. Ancak bazı tehlikeler var ki kusma refleksini tetikleyebilecek adımlara yol açacak denli büyükler. İran’la savaşa tutuşmak, bu nevi tehlikelerden biridir. Siyasi ve stratejik gerçeklere bakıldığında, bu tehlikeyi azaltacak adımların, İran’a karşı askeri kuvvet kullanımının hem Amerikan hem de İsrail çıkarlarına aykırı olduğunu tanıma ve vurgulama ihtiyacı var. Dahası, bazı şeyleri İsrail’i hırpalama olarak anlamak, amaca aykırı sonuçlar doğurur.
National Interest blogçularından Jacob Heilbrunn de Soğuk Savaş’taki caydırıcılığın hangi cihetlerden işe yaradığı veya yaramadığı hakkında savlar geliştirerek Bruce’un fikirlerini eleştirdi. Bu savlar eleştirilebilir ama bu konu dışına çıkmak olur. Meselemiz, Soğuk Savaş sırasında Sovyetleri caydıran stratejik mantık veya müstakbel nükleer bir İran’ı neyin caydıracağı değildir. Mesele, İsrail’i aptalca şeyler yapmak ve zarara yol açmaktan neyin uzak tutacağıdır. Eğer mesele, caydırıcılığın stratejik mantığı olsaydı, bu can sıkıcı sorun esasında ortaya bile çıkmazdı. İsrail, nükleer silahlı bir İran karşısında bile konvansiyonel askeri üstünlüğünün yanı sıra ezici bir nükleer üstünlüğe sahip olacak, Soğuk Savaş stratejistlerinin tırmanma hâkimiyeti (escalation dominance) dedikleri şeyi elinde bulunduracaktır.
İsrail’in savaşa girme tehlikesinin kökeni, strateji ve mantıktan ziyade İsraillilerin duygularına ve tarihi bagajlarına gider. Mesele, işin içine mantık girdiği nispette, İran’ın apansız bir çıkışının üstesinden gelme meselesi değil de İsrail’in bölgesel nükleer silah tekelini elinde bulundurarak kazanımlarını - artık onlar her nelerse - (veya kazandığını düşünüyordur) elinde tutma meselesi haline gelmektedir. Bruce’un fikirlerine getirilecek ana eleştiri, stratejik caydırıcılığa odaklanmak suretiyle İsrail liderlerinin budalalığın eşinde sendeliyor olmalarının gerçek nedenlerini yeterince doğrudan hedeflememiş olmasıdır.
Bu tehlike yeterince ciddidir ve bu yüzden de edinebileceğimiz tüm fikirleri edinmemiz lazım. Eğer Bruce yeterince iyi değilse, başkalarını da dinleyelim.
Kaynak: National Interest
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı