İran ve onun nükleer programına yönelik yoğun ilgiden sonra nispeten sakin bir andayız. Sükunet, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun son ziyareti ve Washington'daki AIPAC konferansıyla ilgili savaş yanlısı yoğun açıklamalardan sonra ve nisan ortasında İran nükleer meselesindeki açmazın aşılmasının tek yolunun açılacak olmasından önce geldi: İran ve P5+1 olarak bilinen kuvvetler arasında doğrudan görüşmeler. Şimdi, bu meseleyi ele alış biçiminin İsrail politikalarıyla ABD'nin çıkarları arasındaki uçurumu ne kadar gösterdiğini tefekkür etmek için güzel bir zamandır. İki sebepten dolayı uçurum vardır. Biri, Netanyahu hükümetinin politikalarının, İsrail siyaset alanının sadece Sağcı dilimini yansıtmasıdır. Çoğu İsrailli bu görüşte değildir ve bu, İsrail'in geniş manada ve uzun dönemli çıkarlarına aykırıdır. Diğer sebep de, geniş şekilde tanımlansa da İsrail'in çıkarlarının asla ABD'nin çıkarlarıyla uyumlu olmayacağıdır. Bu pek de şaşırtıcı olmamalıdır. Dünya süper gücünün çıkarlarının, toprakla ilgili etnik ve dini haklar iddia edilmesini içeren eski bir bölgesel ihtilafta taraflardan birinin çıkarlarıyla uyumlu olmasını beklemek için sebep yoktur.

Bu hafta New York Times'ta Ethan Bronner tarafından yazılan bir makale, İsrail politikasının arkasındaki şoförlerden birini ele aldı: Bronner'ın belirttiği üzere, Sayın Netanyahu'nun tarihe dayanan takıntısına göre, İran'ın nükleer silahı “Nazi savaş makinesi ve İspanyol Engizisyonu'nun 21. asırdaki dengi" olacaktır. Meselenin Netanyahu için şahsi bir zaruret oluşu, İran'a savaş lehinde yapılacak bir oylamanın, (Savunma Bakanı Ehud Barak'ın desteğine de rağmen) kendi kabinesinde bile altıya sekize yakın olduğu tahmininde görülür. Netanyahu'ya muhalif olan eski bir Likud eylemcisi, “Bibi Mesihçi'dir. O, tüm kalbi ve her zerresiyle -nasıl ifade edebileceğimi bilemiyorum- Kral Davut olduğuna inanır” diye açıkladı. Şuur altında Kral Davut olmak yatan birinin projelerine saplanıp kalmak bir süper gücün çıkarına değildir.

Ülke güvenliğinde üst düzeylerde görev yapan birkaç İsraillinin bildirdiği üzere, İran'ın nükleer silahının İsrail'in varlığına yönelik bir tehdit teşkil etmeyeceği göz önüne alındığında, İran'ın nükleer programı konusunda İsrail'deki galeyan için başka bir sebep aranmalıdır. Netanyahu'nun şahsi takıntısının yanı sıra İsraillilerde, bölgesel nükleer silah tekelini sürdürme ve İran meselesinin dışarıdaki dikkatleri Filistinlilerde halkın egemenliğinin olmamasından uzaklaştırması konusunda büyük çaplı endişe, heyecan ve arzu vardır. Köşe yazarı Richard Cohen, geçen hafta açık bir şekilde İsrail yanlısı yazısında bir sebepten daha bahseder: Daha güvenli bir yerde yaşamak isteyen İsraillilerin Amerika Birleşik Devletleri’ne beyin göçünü önleme arzusu. Açıkçası burada ABD çıkarlarıyla uygunluk yoktur. Aslında, İsrailli göçmenler arasındaki kabiliyet göz önüne alındığında bu göç Amerika Birleşik Devletleri ve ABD ekonomisi için net bir artı değerdir.

İran’ın nükleer meselesi ABD ve İsrail çıkarları arasında, diğer konulardakinden çok daha aşikar olan uyumsuzluğu gösterir. Bu uyumsuzlukların çoğu, İsrail’in Filistinlilerin oturduğu ihtilaflı toprakları işgal ve sömürgeleştirmeye devam etmesinin etrafında döner. İsrail’in o topraklara yapışıp kalmasında Amerika Birleşik Devletleri’nin müspet bir çıkarı yoktur. Aksine bunun, İsrail’in politikaları ve eylemleriyle bu kadar yakından ilgili olması dolayısıyla kendisine yöneltilen hakaret ve öfkeden dolayı sadece menfi sonuçları vardır. Amerika Birleşik Devletleri’nin hemen hemen her zaman kendisini İsrail’in davranışlarına otomatik olarak göz yumar halde bulduğu yalnız kalma durumunun bir başka hatırlatıcısı da geçen hafta, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’nin, işgal altındaki topraklarda İsrailli yerleşim yerlerinin Filistinlilerin haklarını nasıl etkilediği konusundaki soruşturma için oylama yapıldığı zaman meydana geldi. Soruşturma başlatılması 36 lehte, 10 çekimser ve bir tek Amerika Birleşik Devletleri’nin aleyhte oyuyla kabul edildi.

Amerika Birleşik Devletleri, görüşmelerde başarı sağlayarak İran’la savaştan kurtulursa (Netanyahu ve hükümeti aslında görüşmeyi kınadı ve İran’a karşı gizli savaşa başvurarak bunu önlemeye çalıştı), Amerikalılar kendisini Kral Davut sanan adamı izleyerek felakete ne kadar yaklaştıklarını düşünmeliler. Amerika savaştan kurtulmazsa da bunun sonuçlarıyla ilgili olarak bir ümit ışığı bulmak zor olacaktır. Ama belki sonuçlardan biri, Amerikalıların o zaman İsrail hükümetinin tercihlerine göre hareket etmenin kendi çıkarlarına ne kadar aykırı olduğunu anlamalarının daha muhtemel olması olur. Belki de bu, ABD’yle İsrail arasında daha normal –ve Amerika Birleşik Devletleri için daha faydalı- ilişkilere doğru atılmış ilk adım olur.

Kaynak: The National Interest

Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas